Sosyalist İşçi 233 (18 Mart 2005)

 

Sayfa 4:

8 Mart eylemleri

Kadınların birleşik eylemleri
5 Mart Cumartesi başladı eylemler.. 8 Mart akşamına kadar sürdü..
Geçen senelere benzer tartışmalar bu senede vardı ve bu yüzden bölündü eylemler..
Kadın erkek birlikte mi olsun, talebi ne olsun ve daha başka sorulara farklı yanıtlar veren farklı eylemler yapmayı tercih etti.
5 Mart'ta Kadıköy'deydik.. 10 bine yakın kadının katıldığı eylemin çoğunluğunu Kürt kadınları oluşturdu..
Haydarpaşa'dan Kadıköy meydan'a kadar yürüdük..
Geçen senelerden farklı olarak KESK korteji kalabalıkça…
Eylem yalıtılmış bir meydanda yapılmadığı için, seyredeni de çoktu…
KESK kortejinden atılan SEKA ile dayanışma ve savaş karşıtı sloganlar eyleme dışardan bakanlardan en çok desteği alan sloganlar oldu..
En ilgi çeken sloganlar ise namus cinayeti üzerine olanlardı..
Geçtiğimiz yıl namus cinayetine kurban giden kadın sayısı 66.. Bu bilinen rakam..
Kadınlardan
öğrenmek..
8 Mart Pazartesi iki eyleme katıldık. İlki öğlen saatlerinde Dünya Kadın Yürüyüşü Koordinasyonu'nun eylemiydi..
Galatasaray'da toplanan kalabalığa polis yürüme izni vermek istemedi.. Daha sonra barikat açıldı ve Taksim'e kadar yüründü..
Akşam Feminist kadın gruplarının eylemi vardı.. Bu sefer Taksim'den Galatasaray'a yüründü..250-300 kişiyle başlayan eylem yürüyüş sırasında 1000 kişiyi aştı..

Bu eylemler de önde tek pankart vardı.. Farklı çevrelerden kadınlar, tek pankart altında birlikte yürüdüler ve ortak taleplerini dile getirdiler..


Dünya kadın yürüyüşü
"Dünya Kadın Yürüyüşü'nün Amaçları
1- Yürüyüşün dünya kadınlarının kendini ifade biçimi haline gelmesi için tabandaki kadın gruplarının dayanışma hareketini sürdürmek ve güçlendirmek.
2- Kadınlarla erkekler ve halklar arasındaki eşitliği geliştirmek.
3- Bütün kadınların ezilmişliklerinin nedenlerini analiz edebilmelerini ve olası alternatifleri tasarlamalarını sağlamak için geniş çaplı yaygın eğitim (halk eğitimi) sürecini desteklemek
4- Yerel, ulusal, bölgesel ve uluslararası boyutlardaki küresel kadın hareketinin, yoksulluk ve kadına yönelik şiddetle ilgili olarak ortaya koyduğu ortak istek ve alternatifleri güçlendirmek.
5- A) Hükümetler ve çok taraflı politik kurumlar (örn. BM) üzerinde politik baskı oluşturmak ve böylece küresel olarak kadınların statüsünü ve yaşam kalitelerini iyileştirmek için gerekli değişiklikleri gerçekleştirmelerini ; aynı zamanda silahsızlanma politikaları ve çatışmaların çözümlenmesinde barışçıl politikalar izlemelerini sağlamak.
B) Kadınların yoksullaştırılması ve marjinalleştirilmesinden, bize yönelik şiddetin yoğunlaştırılmasından sorumlu olan uluslararası finansal, ekonomik ve askeri kurumlara (IMF, NATO, WTO, WB) meydan okumak ve alternatif kurumlar için öneriler geliştirmek. 6- Kamuoyunu, diğer toplumsal kesimleri ve toplumsal hareketleri, dünya üzerindeki kadınların statüsünü ve yaşam kalitesini iyileştirecek değişiklikleri gerçekleştirmeye ikna etmek.” (www.kesk.org.tr'den alınmıştır.)

Dünya Kadın Yürüyüşü 8 Mart günü Brezilya’dan yola çıktı. 9-12 Mayıs günleri Türkiye’den geçecek. Dünya Kadın Yürüyüşü 17 Ekim günü 53 ülkede konakladıktan sonra küresel bir eylemle bitecek.


Büro emekçileri eylemdeydi
"Direne direne kazanacağız"

Büro emekçileri "Gelir İdaresinin Yeniden Yapılandırılması Yasa Tasarısına" karşı 9 Mart'ta bir çok işyerinde yarım gün işbırakma eylemi gerçekleştirdi.
İstanbul, İzmir, Mersin ve Kocaeli gibi şehirlerde eylemler yapan büro emekçileri yasa tasarıları geri çekilmediği takdirde eylemlerin büyüyerek devam edeceğini açıkladılar.
"Sözleşmeli köle olmayacağız" pankartının taşındığı eylemlerde sık sık "Direne direne kazanacağız" sloganları atıldı.
Tasarın meclise gelmesi ve aynı şekliyle çıkması durumunda genel grev yapacağını açıklayan büro emekçileri kararlı olduklarını her eylemde ilan ettiler. BES üyesi büro emekçilerinin aylardır verdikleri mücadele hükümete geri adım attırdı. Gelir İdaresi'nin Yeniden Yapılandırılması'nı öngören yasa tasarısı, yeniden alt komisyona indirildi.
Şimdi 16 Mart'ta büro emekçileri alt komisyon toplantısına katılıp yasaya neden karşı olduklarını anlatacaklar.


İlaç araştırmalarında kapitalizmin gölgesi
Gazetemizin 231. sayısında uluslararası ilaç şirketlerinin kar hırslarının insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini, milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan patent politikalarını aktarmıştık. Bu sayımızda bu şirketlerin ilaç araştırmaları ve üniversiteler üzerindeki baskılarından bahsedeceğiz.
Bilindiği gibi son 20 yıllık süreçte dünyadaki neo-liberal politikalarla birlikte özellikle eğitim ve sağlıkta kamu kaynakları kısıtlanmış, kamu kaynaklarından yoksun kalan üniversiteler fakülte giderlerini karşılamak amacıyla kapılarını ardına kadar şirketlere açmışlardır. Bu politikaların sonuçlarının en fazla görebileceğimiz yerlerden biri de ABD'dir. Özellikle bugün ABD'nin pek çok eyaletinde üniversiteler şirket yararına araştırmalar yapmakta ve pek çok araştırmaya da şirket gölgesi düşmekte, bir çok bilim insanının üzerinde de bu şirketler baskı kurmaktadır.
İlaç şirketleri ve akademisyenler arasındaki ters ilişki
Bu gelişmelerle birlikte şirketler ve araştırmacılar arasında gelişen maddi bağlar araştırmacıları bir çıkar çatışması içine sokmuş ve mesleki etiğe dayanmayan bir ilişkiler yumağı ortaya çıktığı gibi, pek çok tıbbi araştırmanın da güvenilirliğine gölge düşmüştür.
İlaç denemeleri ilaç sanayi ve kamu kuruluşları ve tıp örgütleri tarafından gerçekleştirilmektedir. İlaç araştırmaları ve deneme maliyetlerinin yüksek olması pek çok araştırmacı kurum ve kuruluşu ilaç şirketlerine bağımlı duruma getirmektedir. ABD'de İlaç sanayi denemeler için yılda yaklaşık 6 milyar dolar harcamakta ve bunun yarısından fazlası ABD'deki klinik araştırmalara gitmektedir. Bu araştırmaların %70'i ilaç sanayii tarafından karşılanmaktadır. ABD'de üniversite-ilaç sanayi arasındaki ilişki, 1980'de Bayh-Dole kanunun çıkmasıyla değişmeye başlamıştır. Üniversitelere federal fonla patent politikası oluşturan, üniversitelere fonla yaptıkları buluşlar için patent alma ve bunların lisanslarını özel şirketlere devretme hakkı getiren kanunla birilikte üniversitelerin bağımsızlığı ve objektifliği de tartışılmaya açılmıştır. Bugün bir çok araştırmacı için laboratuarların ve kariyerlerinin geleceği bu şirketlerden aktarılan kaynağın sürekliliğine bağlıdır. Bu durum tıbbi bilgiyi etkileyen akademik bir oligarşinin oluşmasına yol açmaktadır. Bunun dışında şirketlerin çıkarlarına ters bilgi üreten araştırmacıların üzerinde şirketlerin tehditlerine maruz kalmasına yol açmaktadır.
Bu olaylardan biri Üniversity of California Berkeley'de meydana gelmiştir. Üniversite öğretim üyesi Dr. Chapela eski mısır türleriyle tanınan Meksika'nın Oaxaca bölgesindeki mısırlara Genetiği Değiştirilmiş organizmaların bulaştığını kanıtlayan makalesi nedeniyle biyoteknoloji endüstrisiyle karşı karşıya gelmiştir. Üniversite Senatosu tarafından görevlendirilen bağımsız uzmanlardan oluşan komitenin oy birliğiyle aldığı olumlu karara rağmen, üniversitenin kontrat yenilememesi bilimin üzerindeki şirket gölgesini kanıtlamaktadır. Üniversity of California Berkeley ile bir ilaç şirketi arasında yapılan anlaşmayla, College of Natural Resources'daki genetik araştırmalar için verilecek 25 milyon dolar karşılığında şirketin bölümün yönetiminde ve paranın harcanmasını denetleyen kurulda temsil edilmesi ve buluşların %30 hakkını devralması kararlaştırılmıştır. Yapılan bu anlaşma üniversitede okuyan öğrencilerin tepkilerine neden olmuştur.
Şirketleşen Üniversiteler
Sağlık ve eğitim gibi iki önemli alanın piyasaya açılmasıyla birlikte araştırma kurumları, üniversiteler gibi bağımsız olması gereken kurumlarla şirketler arasındaki sınırların ve kuralların piyasa mekanizmasına göre işlemeye başlamalarıyla birlikte akademik kurumların klinik denemelere yaklaşımları şirketleri aratmayacak noktada olduğunu söylesek, hatta üniversitelerin şirketleştiklerini söylesek; durumu abartmış olmayacağız. Michigan State Üniversity 1979'da patentini aldığı ve analoğu carboplatin'le birlikte 160 milyon dolarlık hasılat yapan kanser ilacı cisplatin'in patent süresi dolmak üzereyken çok az değiştirilmiş versiyonu için yeniden patent başvurusu yapmıştır. Bunun üzerine cisplatin'i daha ucuz pazarlamaları engellenen dört jenerik ilaç üretici şirket, üniversiteyi mahkemeye vermiştir.
Sonuç olarak 1980'lerden itibaren "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" politikaları sonucunda ilaç araştırmalarında paylarını arttıran şirketlerin suistimalleri de giderek artmaktadır. Bu durumda milyonlarca insanı yakından ilgilendiren ilaç araştırmalarının sonuçlarının güvenilirliği tartışmalı olduğu gibi bu araştırmaların bilimselliği de tartışmalıdır.
Kaynak: Toplum ve Hekim Dergisi , Mart-Nisan 2004
Çağla OFLAZ