Sosyalist İşçi 234 (1 Nisan 2005)

 

Sayfa 11:


Antikapitalist hareket ve parti

Anti kapitalist hareket 1999 yılında Seattle'da patladı. Birbirinden çok farklı yüzlerce grubu içeren, birleşik ve son derece radikal bir hareket olarak Dünya Ticaret Örgütü'nün ABD'nin sanayi başkentlerinden birisinde yaptığı toplantıyı bloke etti. DTÖ hiçbir karar alamadan toplantıyı bitirmek zorunda kaldı. Seattle yeni bir döneme girdiğimizin en açık kanıtı oldu. Seattle'daki eylemler 1995'ten beri dünyanın çeşitli yerlerinde yükselen çok sayıda muhalif hareketin yönünü ve içeriğini belirledi: kapitalizme karşı birleşik ve uluslararası mücadele.
Hareket çok kısa bir sürede dünyadaki tüm mücadelelere daha kesin bir biçim vermeye başladı. Politik tartışmaların tam merkezine oturdu. Seattle'da DTÖ delegelerinin bloke edilmesinden 11 Eylül 2001'e kadar geçen sürede küresel sermayenin tüm zirve toplantıları, IMF, G8, Amerikan Serbest Ticaret Bölgesi, Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği, AB, Dünya Ekonomik Forumu, DTÖ zirveleri sistematik kampan-yaların sonucunda anti kapitalist protestoların hedef tahtasına oturdu. 16 Nisan 2000'de Washington, 30 Haziran 2000'de Millau, 11 Eylül 2000'de Melbourne, 26 Eylül 2000'de Prag, 10 Ekim 2000'de Seul, 6-7 Aralık 2000'de Nice, 20 Ocak 2001'de Washington, 20-21 Nisan 2001'de Quebec, 14-16 Haziran 2001'de Göteborg anti kapitalist protestolara tanık oldu. Meşhur spekülatör George Soros, şu itirafta bulunmak zorunda kaldı:
"Bu protesto hareketi, varlığını her yerde hissettirmeye başladı. Bunların başvurdukları yöntemler, çizmeyi aşan yöntemler de olsa, etkili yöntemler -toplantıları sekteye uğratma yoluyla, dikkatlerin kendi söyledikleri üzerine çekilmesini sağlamış oldular."
Anti kapitalist hareket sadece dikkatleri kendi üzerine çekmekle kalmadı kuşkusuz. Üç önemli gelişmeye daha neden oldu. Bir yandan, yıllardır mücadele eden ama seslerini çok az duyurabilen ama hareketle birlikte kendilerini küresel kapitalizme karşı politik bir mücadeleye girişmiş insanlar olarak gören ve etkisi giderek artan bir aydınlar ve "eski tüfekler" grubu oluştu. Diğer yandan "Başka bir dünyanın mümkün" olduğunu iddia eden ve korkunç bir dinamizme ve mobilize olma yeteneğine sahip yepyeni bir aktivistler kuşağı küresel eylem yangınını tetikledi. Son olarak 11 Eylül'le birlikte Bush'un savaş politikalarına karşı on milyonlarca insanın harekete geçmesinde anti kapitalist hareket temel bir rol oynadı.
Fakat hareketle sol arasındaki ilişki en başından itibaren sorunlu oldu. Sorunun önemli bir kısmı solun harekete karşı tutumundan kaynaklanıyordu. Rusya'da gerçekleşen 1905 devriminin yarattığına benzer bir tartışma anti kapitalist hareketin patlak vermesiyle sol içinde yaşanmaya başladı. 1905 yılında Sovyet, yani işçilerin mücadele içinde oluşturduğu ve işyerinden temsilcilerin seçilmesiyle işleyen demokratik grev komiteleri, hızla işçilerin Çarlığa ve kapitalizme karşı ayaklanmalarını örgütleyen halk meclislerine dönüşmüşlerdi. İşçilerin mücadelesini birleşti-ren, örgütleyen ve kısa sürede yüzbinlerce işçinin yönetim organlarına dönüşen Sovyetlere dönemin tüm partileri şüpheyle yaklaştılar. Hareket içinde örgütlenmeye çalışan, her işçi mücadelesinde yer alan Bolşevik Partisi'nde de Sovyetlere yönelik şüphe hakim eğilimdi. Parti üyeleri sovyetin partinin kararlarına uymasını istiyordu. Sovyet ise işçi sınıfının tüm eğilimlerini kapsayan, tüm işçi sınıfının mücadele organı olarak öne çıkıyordu. Bolşevik Partisi'nin liderlerinden Lenin'in parti üyelerinin çoğunu karşısına aldığı tartışma bitene kadar Bolşevik Parti üyeleri sovyete şüpheyle yaklaşmaya devam ettiler. Lenin Sovyetlerin tüm işçi sınıfının kapitalizme karşı isyanının en geniş örgütü, adeta bir halk meclisi olduğunu ve Bolşeviklerin Sovyet içinde çalışmalarının, sovyeti daha da güçlendirmelerinin ve sovyetin örgütlediği yaşamsal mücadelenin kazanması için varlarını yoklarını göstermelerinin öne-mini anlattı.
Anti kapitalist harekete de sol benzer bir şüpheyle yaklaştı. Hareket çeşitliliğinden, beyaz olmasından, Avrupai olmasından tutun da iktidarsız, politikasız, gevşek ve sistem içi olmaya kadar bir dizi eleştiriye maruz kaldı. Kısacası sol harekete burun kıvırdı. Hareketle arasına hep bir keskin mesafe koydu. Hareketin üstünlüğünün çeşitliliğin birliğini sağlamasından geçtiğini kavramadı. Ortadoğu'da, Afrika'da ve Japonya'da da örgütlenen bir hareketin beyaz olmasının imkansızlığını göremedi. "kapitalizmi öldürelim" sloganıyla gösteriler örgütleyen milyonlara "İktidarsız" suçlamasını yapıştırmanın komikliğini bir türlü algılayamadı. G8'lerin, DTÖ'nün ve IMF'nin dahi toplantılarında görüşlerini dikkate almak zorunda kaldığı, eşi benzeri çok sık görülmeyen bir politik yaratıcılık patlaması yaratan bir harekete politikasız suçlamasının saçmalığını anlayamadı.
Sol ve hareket arasındaki ilişkinin sorunlu olmasının bir nedeni de hareketin ortaya çıktığı politik iklimden kaynakla-nıyor. Anti kapitalist bilinç, geleneksel solun 1980'lerdeki yenilgiler nedeniyle ve Sovyet Bloku'nun çökmesinin yarattığı kafa karışıklığı yüzünden zayıflamış olduğu bir ideolojik iklimde ortaya çıktı. Bu yüzden hareket içinde en başından beri bir dizi tartışma yaşanıyor. Hareket karmaşık fikirlerin bir bütünü durumunda. Kapitalizmi öldürmek isteyen bu hareket içinde her bir eğilim kapitalizmi çok başarılı bir biçimde teşhir etse de kapitalist sistemi bilimsel olarak sadece devrimci sosyalistler açıklayabiliyor. Bu yüzden kapitalizmin yerine neyin geçirileceği konusunda bir dizi fikir mücadele ediyor. Sonuç olarak, hareketin içinde, işçi sınıfının kapitalist toplumu devirme gücü taşıyan tek sınıf olduğu konusunda netlik yok. İşçi sınıfı hareketin diğer bileşenleriyle eş görülen eylemleri kitlesel gücüyle zenginleştiren bir güç olarak kavranıyor. Mücadelenin nasıl bir aygıta sahip olması gerektiği konusunda sık sık tartışmalar yaşanmaya devam ediliyor.
Yeni aktivistler kuşağı üzerinde eskinin hayaletleri basınç yapmaya devam ediyor. Çoğu kez kendisini yeni olarak sunan eğilimler yeni şişede eski şarapları sunmaya devam ediyorlar. Özellikle örgütlenme, devrimci bir partinin gerekliliği konusunda "öcü"ler yaratılmaya devam ediliyor. En büyük öcülerden birisi ise Lenin. Hareket içinde bir çok aydın Marks'ın fikirlerine başvuruyor, Marks'tan faydalanıyor. Lenin ise hep başka çağrışımlarla birlikte anılıyor. Lenin Stalin'le, Rusya'yla, 1930'lardan 1991'deki çöküşüne kadar bürokratik, baskıcı, çevre düşmanı, kadınları ezen, işçileri sömürmeye amansızca devam eden, silahlanan, nükleer silah tehditlerine başvuran Rusya'daki rejimle birlikte düşünülüyor.
Lenin'in kapitalizmin analizine ilişkin yaptığı çalışmalar, bir tarım ülkesi olan Rusya'da kapitalizmin nasıl geliştiğini açıkladığı kitap ve makaleler, emperyalizmin, temel eğilimlerini ve savaş isteğini anlattığı, bugün daha da şiddetli bir biçimde ihtiyaç duyduğumuz broşürler, sosyalizmin kapitalizm altında gerçekleşmesi imkansız olan özgürlükler alanını nasıl son sınırlarına kadar geliştireceğini anlattığı eserler bugün hareketin yaptığı tartışmalarda çok önemli referans noktaları olmaya devam ediyor.
Lenin'i unutturma ya da görmezden gelme eğiliminin en önemli nedeni, "yeni türden örgütlere" ihtiyacımız olduğu yönündeki görüş. Bu görüş iki yanlışı aynı anda yapıyor. Birisi Stalinist rejim ve örgütlenme örneklerinde görülen baskıcı dinamiklerin Lenin'in örgütlenme anlayışının doğrudan bir sonucu olduğunu savunan bir yanlış. Diğeri ise Lenin'in örgütlenme anlayışının durağan olduğunu ve tek tip olduğunu alttan alta anlatan eğilim.
Lenin'in bu iki eğilimle de hiçbir ilgisi yok. Bolşevik Parti, Stalin tarafından Rusya'da bürokratik kapitalist egemenliği kurmanın ve pekiştirmenin bir aracına dönüştürülen dönemden önce, ezilenlerin mücadelesine katılan, bu mücadelenin en ileri aktivistlerini bir araya getiren, hiçbir bürokratik yapıya sahip olmayan, üyelerinin hareket alanını, inisiyatiflerini ve tartışma olanaklarını son sınırına kadar geliştirmeye çalışan, emir komuta zinciriyle değil politik tartışmalarda alınan kararlarla hareket eden, bürokratik merkezi değil demokratik merkezi örgütlenen, yoksulların ve esas olarak gençlerin ve işçilerin örgütlendiği, daima hareketin çıkarlarını düşünen, önce hareketin büyümesi için örgütlenen, diğer işçi örgütleri ve muhalif örgütlenmelerle arasına hiçbir duvar örmeyen, gençlerin ve kadınların en etkili organlarında görev aldığı, ezen-ezilen ilişkisinde koşulsuzca ezilenlerden yana tutum alan, özgürlükçü olmayan bir sosyalizme inanmayan, demokratik tartışmaları örgütlenmenin kalbi olarak gören, ezilenlerin uluslararası dayanışmasına ve örgütlenmesine her şeyden çok önem veren, milliyetçi ve cinsiyetçi tutumlarla ilişkisini kopartmış devrimci bir örgüttü. Politik her yeni gelişmeye ayak uydurmaya çalışan, tek bir örgütlenme modeli olmayan, sürekli değişen koşullarda sürekli değişen ve çok çeşitli örgütlenme biçimleriyle hareket eden bir partiydi.
Bush ve savaş kabinesinin gemi azıya aldığı, Irak'ta 110 bin kişinin öldürüldüğü, kapitalist kar güdüsünün üç saniye-de bir çocuğun ölümüne neden olduğu bir dönemde, anti kapitalist hareket, "kapitalizm öldürür, kapitalizmi öldürelim" demeye devam ediyor. Lenin, fikirleri ve devrimci parti anlayışıyla, kapitalizmi en çok korkutan devrimin, 1917 Ekim devriminin simgelerinden birisi olarak tahmin ettiğimizin çok ötesinde yardımcı olabilir.

Şenol Karakaş