Sosyalist İşçi 234 (1 Nisan 2005)
Sayfa
3:
BAŞYAZI
Sıcak 1 Mayıs’a hazırlanalım
2005 1 Mayısı’na ABD ve diğer koalisyon güçlerinin Irak işgaline devam ettiği koşullarda giriyoruz. Üçüncü yılına girerken tüm dünyanın temel gündemi hala işgal. Savaş karşıtları da gündemi kaçırmış değil. 19 Mart’ta tüm dünyada yüzlerce şehirde kitlesel gösteriler yaparak savaş şahinlerinin uykularını kaçırmaya devam ettik.
Ancak işimiz bitmiş değil. Irak’ta işgal sürdükçe, ABD başka ülkeleri tehdit etmeye devam ettikçe bizde karşısında yer alan yegane güç olarak sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz.
Bunun için aralıksız kampanyalar düzenlemek gerek. Şimdi önümüzde işçi sınıfının birlik, mücadele, dayanışma günü olan geleneksel 1 Mayıs gösterileri var. 1 Mayıs’ı savaş karşıtı kampanyalarımızın bir parçası olarak görmek gerek. Daha önceki kampan-ya sonu gösterilerimize nasıl hazırlandıysak, 1 Mayıs gösterilerine de aynı heyecan ve kararlılıkla hazırlanmalıyız. Çünkü 1 Mayıs uzun zamandır sürdürdüğümüz etkinliklerin ardından, 19 Mart gösterisinden 40 gün sonra yapılacak. O gün gücümüzü hem görecek, hem göstereceğiz. 1 Mayıs’ı önümüzdeki yeni kampanyalar için bir sıçrama tahtası olarak kullanabiliriz.
Ancak şunu unutmamalıyız ki altı kampan-yalarla örülmemiş her eylem, gündemden kopuk, yalıtılmış ve halktan uzak kalır. 1 Mayıs’a geleneksel solun bayrak yarışı ve gövde gösterisine katılmaya değil, nüfusa oranları %82’yi bulan ABD karşıtlarını savaş ve işgal karşıtı etkinliklerimize çağırmaya, sesimize seslerini katmaya gideceğiz.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun bir parçası olan Devrimci Sosyalist İşçi Partisi son üç yıldır katıldığı tüm gösteri, etkinlik ve eylemlerde örgütlenme anlayışını, şeffaf-lığa ve katılımcılığa verdiği önemi, çalışma tarzını ve partisinin değil, hareketin genel çıkarlarına olan bağlılığını kanıtlamıştır. 1 Mayıs eylemini de diğer eylemlerden farklı görmemekte, aksine bundan sonra yapılacak savaş karşıtı etkinlikleri güçlendirme ve geliştirmenin bir aracı olarak düşünmektedir.
Bu açılardan bakıldığında 1 Mayıs, hem Irak işgaline karşı ses çıkarmak isteyenlerin, hem de başımızdaki hükümetin emek düşmanı saldırılarına; özelleştirmelere, sağlık ve eğitim haklarımızın gasp edilmesine, özgürlüklerimize yönelik saldırgan yasalara direnmek isteyenlerin birlikte mücadele edeceği bir gün olacaktır.
Bu iki sorun birbirinden bağımsız ve kopuk değildir. İşgali durdurduğumuzda gündelik sorunları çözmemiz çok daha kolay hale gelecektir. Şimdiden kolları sıvayıp savaş karşıtı bir 1 Mayıs inşa etmek için tüm savaş karşıtları ve anti kapitalistleri omuz vermeye çağırıyoruz.
Savaş suçlusu Bush ve çetesi yargılansın!
Irak’ta işgale son, Filistin’e özgürlük!
Yaşasın 1 Mayıs!
Yaşasın Küresel İntifada!
Yeni fırsatlar
Parlamenter siyaset bir süredir hızlandı. Parlamentoya seçimle gelmiş olan iki partiden, AKP ve CHP'den istifalar var. Partilerinden ayrılan bu milletvekilleri ya bağımsız kalıyorlar ya da 3 Kasım seçimlerinde yüzde 1-2 gibi oylar alan partilere giriyorlar.
Şimdi SHP ve ANAP parlamentoda temsil ediliyorlar. AKP ve CHP'nin görülmemiş bir hızla çıkardıkları yeni yasa bu partilerin trilyonları bulan hazine yardımı almasını engellemeyi hedeflemekte.
Erkan Mumcu'nun AKP'den istifası ile birlikte hızlanan bu süreci büyük basın "AKP'nin dağılması" ve benzeri başlıklarla ele alıyor. Basına göre AKP hızla güç kaybediyor, hatta kimilerine göre dağılmanın eşiğinde.
Açık ki şimdilik bu tür iddialar boş birer abartma. 3-5 milletvekilinin içi boş ANAP'a geçmesi ile kamuoyu araştırmalarına göre yüzde 10 barajını aşabilecek tek parti olarak görünen ve gene aynı kamuoyu araştırmalarına göre yüzde 50'ye varan oy alacağı tahmin edilen AKP'nin zayıflayacağını düşünmek sadece bilinçli bir yıpratma taktiğinin parçası olabilir.
Parlamentodaki bu hareketliliğin yanı sıra Türkiye'de iki olgu daha geçtiğimiz günlerde öne çıktı.
Önce ordu yeniden politik alana açık ve sert bir biçimde müdahale etmeye başladı. İstikbalin Genel Kurmay Başkanı her konuda demeçler vermeye ve politikayı nispeten sivilleştiren AKP'ye şiddetle çatmaya başladı. Ardından Genel Kurmay Başkanı bu demeçleri destekledi.
Ordu'nun müdahalesi de büyük basın tarafından hararetle karşılandı. Zaten hemen ardından da basının tahriki ile AKP'den kopmalar başladı.
Ve sonra "bayrak gösterileri" başladı. Bir-ikisi hariç hemen hepsi oldukça küçük olan bu gösteriler günlük gazetelere ve televizyon haberlerine "büyük kitlesel gösteriler" olarak yansıtıldı. RTÜK televizyonlara ekranlarına bayrak koymalarını istedi ve devlet okullara, kaymakamlıklara vs bayrak astırmaya başladı. Bütün bu basınca rağmen toplumun büyük hem de ezici büyük çoğunluğu sakin kaldı.
Bayrak olayında önemli olan bu harekete kaç kişinin katıldığı değil devletin ve büyük sermayenin kontrolündeki büyük basının desteği.
Hareket küçük olmasına rağmen basın bayrak asmayı ve bayrak gösterilerini bu denli şiddetle desteklerken aslında yedekte tutulan gücü deniyorlardı.
Yedekte tutulan güç şoven milliyetçiliktir. Mersin’deki bayrak olayından ancak iki gün sonra harekete geçebilen şoven milliyetçilik kontrollü bir biçimde elindeki güçleri sokağa saldı.
Ancak faşist göstericilere eklenen bir başka güç tehlikenin önemli bir yanını gösteriyor. Ülkücülerin yanı sıra kemalistler de bu kez bayrak seferberliği içindeydi ve belki de kendiliğinden hareketin daha önemli bir kısmını kemalistler oluşturuyordu.
Nitekim "halkın tepkisi yerindedir" diyen CHP diktatörü Deniz Baykal "Türkiye'de faşizmin gelmesi mümkün değildir, kimse merak etmesin" derken gösterilerin "Türkiye'nin maruz kaldığı haksızlıklara bir başkaldırı" olduğunu söyledi.
Bayrak gösterileri, CHP'nin tutumu, ordunun siyasal demeçleri, parlamento çalkantısı ve basının ve büyük sermayenin bir anda çakışmasını komplo teorileri ile, koordineli bir hareket ola-rak açıklamak gerekli değil ama açık ki bunların her biri birbirini tetikledi.
Bütün bu süreçte en ilginç olan ise ABD'nin tutumudur.
ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld geçtiğimiz hafta ABD'nin Irak'ta batağa batmış olmasının başlıca sorumlusu olarak 1 Mart tezkeresinin geçmemiş olmasını gösterdi. Rumsfeld'e göre Kuzey Irak'taki Irak ordusu ve gizli servisleri şimdi direnişi örgütlüyorlar.
Bir TV programında konuşan Rumsfeld savaşın başlamasından önceki en büyük yanlışlarının Kuzeyden saldıramamak olduğunu söyledi. Rumsfeld'e göre verilen bütün siyasal ve ekonomik desteğe rağmen kamuoyunun savaşa karşı olması nedeniyle tezkerenin reddedilmesi üzerine ABD 4. Piyade birliğinin Türkiye'den geçememesi ve Irak'a Kuveyt'ten girmesi savaşın en büyük yanlışı ya da eksiği.
Türkiye'de AKP hükümetinin sıkıştırılmasını hedefleyen yukarıda sayılan bütün girişimlerin ABD Dışişleri Bakanı'nın Türkiye'ye gelerek "bitirin bu ABD düşmanlığını" demesi ile gene ABD Savunma Bakanı'nın "Türkiye suçludur" demesi arasına sıkışmış olması tesadüf değildir.
Belki bayrak gösterileri, generallerin demeçleri ve milletvekili istifaları koordineli bir hareket değil ama hepsinin tetikçisinin ABD'li bakanlar olduğu açık.
Öte yandan bütün bu güçler ilk bakışta ABD'ye karşı görünmekte. Kimi rivayetlere göre ordu ile ABD arasındaki ilişkiler soğuk. MHP Irak işgaline karşı görünmeye çalışıyor ve Deniz Baykal son CHP Kongresi'nde kendisinin ABD tarafından devrilmek istendiğini söylemekteydi. Bu durumda bu güçleri tetikleyen tutumun ABD olduğunu söylemek acaba doğru mu?
Evet. Çünkü hepsinin ABD karşıtlığı çok sahte. Bu güçlerin hiçbiri 1 Mart'ta tezkerenin geçmemesi için seferber olan güçler değil.
1 Aralık 2002'den başlayarak 1 Mart 2003'e kadar Türkiye'de sadece savaş karşıtı hareket toplumun yüzde 90'ına tercüman olan bir hareketlilik içindeydi ve bugün AKP'yi yıpratmak için harekete geçen güçler o gün sessiz ya da ABD'den yanaydı. (Büyük basın söz konusu olduğunda bu son derece açık!)
Bütün basınca rağmen milliyetçi cephe, derin devletin güçleri, Amerikancılar başarısız. Ama bu başarısızlık onların yeniden harekete geçmeyecekleri anlamına gelmemeli. Tam tersine basının kampanyası daha da artacak, ordu daha açıktan müdahale edecek ve ülkücüler ve kemalistler elele , yan yana daha çok gürültü koparacaklar.
Hedef Amerikancı çizginin hakim olmasıdır.
Türkiye solu bugünlerde milliyetçiliğe destek veren her türlü tutumu terk etmelidir. Dün olduğu gibi bugün de sol milliyetçilik şoven milliyetçiliğe en güçlü desteği vermektedir. En başta işçi sınıfını, emekçileri bölerek, ardından solu şoven dalga karşısında çaresiz ve sessiz bırakarak.
Bugün Türkiye'de toplumu kesen, saflaştıran olgu emperyalizme, ABD hegemonyacılığına karşı alınan tutumdur. Yani savaşa, Irak'ın işgaline karşı alınan tutumdur. İşte bu nedenle Sosyalist İşçi sürekli olarak savaşa ve işgale karşı tutumun bugün belirleyici mücadele olduğunu söylüyor.
AKP'nin alternatifi ise milliyetçi sol ya da sağ değil. Tek bir seçenek var, o da sosyalizm. Milliyetçilikten arınmış, halkların kardeşliğini savunan, ABD hegemonyacılığına, emperyalizme karşı net bir tutuma sahip bir sol.
Var olan emek güçlerini birleştiren, gençleri, kadınları, emekçileri öne çıkarak, solun bütün eski saplantılarını terk etmiş bir sol. Böyle bir yeni sol için adım atmadıkça çatışma hep büyük sermayenin kontrolündeki güçler arasında olacak ve biz, emeğin güçleri çok önemli olanakları kaçırmış olacağız.
Doğan TARKAN