Sosyalist İşçi 235 (21 Nisan 2005)

 

Sayfa 14:

Orhan Pamuk ve TKP
Orhan Pamuk, Türkiye'nin en önde gelen bu yazarı son zamanlarda milliyetçi sağın azgın saldırısı ile karşı karşıya. Faşistler kitaplarını yakmak istiyor.
Orhan Pamuk'a saldırılar sadece sağdan ve faşistlerden gelmiyor. Soldan TKP'de Orhan Pamuk'a karşı sağın eleştirilerini aratmayan bir öfke ile yükleniyor.
İşte örnekler:
l "... Bush'un 'ünlü Türk yazarı' olarak lanse ederek reklamını yaptığı, adını ilk defa önündeki metinde duyduğunu düşündüğümüz Orhan Pamuk'tan bir alıntı yapması ise, eminiz Pamuk'u mutlu etmiştir. Ne de olsa iki karakter, aynı dili konuşuyorlar."
Yani, TKP’ye göre Bush ve Orhan Pamuk aynı siyasi hatta duruyor.
l "Pamuk, yaptığı söyleşide Türk'leri alabildiğine eleştirirken, kim oldukları pek anlaşılamayan yazarların kitaplarının hiç okunmadığını ve hatta 'satmadığı'nı dillendiriyor.
"Yazarımız susmuyor ve devam ediyor: 'Burada 30 bin Kürdü öldürdüler. Ve bir milyon Ermeni. Ve neredeyse hiç kimse bunu dile getirmeye cesaret edemiyor. O halde ben yapıyorum. Ve bu yüzden benden nefret ediyorlar.'
"Orhan Pamuk'un sözleri daha çok konuşulacak ve beraberinde yazar ve aydın duruşunu da tartışmaya açacak gibi görünüyor. Ancak şu haliyle "ben insan hakları savunucusu bir yazarım" diyerek Nobel'e kendisini pazarlamaya çalıştığı anlaşılıyor.
"Türkiye insanına olan kinini kustuğu röportajında bu ifadelere yer veren Pamuk, halk düşmanlığı konusunda Belge ile yarışıyor. ... Pamuk, uygarlığın değil, yozlaşmanın, çürümenin, ufalmanın, zavallılığın yazarı olarak kendisine alan açıyor"
Yani TKP’ye göre 30 bin Kürdün ölümünden, 1 milyon Ermeni’nin ölümünden bahsetmek Türkiye insanına kin kusmaktır. Ama zeten sağcılar, faşistler de aynı iddiaya sahipler.
l "Bir yanda kendi ülkesinin insanına yabancılaşmış ve kendini Avrupa'ya pazarlamaya çalışan riyakar bir yazar diğer yanda ise bu ülkeyi karanlığa mahkum etmek isteyen gericilik duruyor."





FİLM
: Otel Ruanda
Görmezlikten gelinen katliam
1994'de 100 gün içinde küçük bir Afrika ülkesi olan Ruanda da çoğunluğu oluşturan Hutu'lar azınlıktaki Tutsilere karşı bir katliama giriştiler ve 800 bin insan öldürdüler. Katliamı iktidardaki Hutu hükümetiile işbirliği içinde ve ordunun desteği Interhamwe adlı bir Hutu örgütü gerçekleştirdi. Katliam boyunca radyolar Tutsilerden hamamböceği diyordu.
Katliam aylar önceden planlanmıştı. İsyancı Tutsilerle bşr anlaşma imzaladıktan sonra ülkeye dönen Ruanda'nın Hutu başkanının uçağı büyük olasılıkla ordu içindeki Hutulu subaylar tarafından düşürülür ve bu olayla birlikte katliam başlar.
Ülkede BM barış gücü olmasına rağmen ve BM ve batılı ülkeler bir katliam haberi almış olmalarına rağmen katliamı önlemek için hiçbir şey yapılmaz. Yabancılar ülkeden çıkarılır ama Ruandalılar katillerin önünde bırakılır.
Hatta Bill Clinton ABD yetkililerine bu olaydan jenosit olarak bahsetmemelerini söyler çünkü ortada bir jenosit varsa uluslararası kurallara göre buna müdahale etmek gerekir. Katliam Tutsi asi ordusu hükümeti devirdiğinde durur. Bunun üzerine Hutu hükümeti Hutuları komşu Kongo'ya göç ettirir.
Film Festivaline oynayan ve yakında sinemalara gelecek olan Otel Ruanda bütün bu ırkçı trajediyi çok iyi yansıtıyor. Filmin yönetmeni Terry George daha önce de İrlanda üzerine yapılmış olan "Babam Adına" filminin de yapımcısı.
Otel Ruanda, Don Cheadle tarafından oynanan Paul Rusesabagina'nın gerçek hikayesini anlatıyor. Paul Rusesabagina başkent Kigali'de Sabina'nın 4 yıldızlı otelini "Milles Collines"i işletiyor. Politika ile çok az ilgisi olmasına rağmen işi gereği otelinde kalan yabancı diplomatlarla ve Ruanda eliti ile karşılaşıyor ve konuşuyor.
Rusesabagina'nın karısı Tatania (Sophie Okonedo) Tutsidir. Rusesabagina bu nedenle elinde olmadan kahraman bir görev üstlenir.
Rusesabagina önce uluslararası bir müdahale olacağını ve katliamın duracağını düşünür ama bu olmaz. Nick Nolte BM barış gücü komutanıdır ve katliamı durdurmak ister ama üsleri buna izin vermez.
Rusesabagina otelini yüzlerce Tutsiye açmak zorunda kalır. Yüksek yerlerdeki ilişkileri ve olanakları ile 1200 Tutsi'nin hayatını haftalarca korur.
Film katliamı çok iyi anlatıyor ama bunu yaparken katliamın nedenleri açıklamıyor. Film Hutu - Tutsi ayrımının Ruanda'nın eski yöneticileri Belçikalıların icadı olduğunu vurguluyor. Ancak IMF ve Dünya Bankası politikalarının yarattığı ekonomik felakete hiç değinmiyor.
Bir başka sorunda filmin ileride Batı'nın benzer olaylar karşısında "insani yardım" gerekçesi ile askeri müdahalesine kapıyı açık bırakması. Oysa emperyalist askeri müdahaleler durumu sadece daha da kötü yapıyor.
Film katliamı bütün korkunçluğu ile veriyor.

Otel Ruanda,
Yöneten: Terry George, Oynayanlar: Don Cheadle, Sophie Okonedo ve Nick Nolte.


BİZE GÖRE
OKUR MEKTUPLARI

Orda neler oluyor?
Toplumsal muhalefet üç yıldır bütün dünyada büyük bir tırmanışta. Bunun iki nedeni var.biri1999 yılında 'Kapitalizm Öldürür kapitalizmi öldürelim' diyen çok kültürlülükten yana, tartışan, dinamizm içinde olan, büyük eylemliliklerin ortaya çıkmasını sağlayan anti-kapitalist hareket. Diğeri ise dünyanın %50'sinden fazlasının karşı olduğu ABD'nin Irak savaşı. Bu iki hareket birbirinden ayrı duran, farklı işlerle uğraşan değil savaş karşıtlığı çevresinde birleşerek bugün büyük bir muhalefeti (çok sıradan insanları, sanatçıları, sendikacıları, sivil toplum örgütlerini, sisteme muhalif bütün insanları) örgütleyen ve tarih sahnesine damgasını vuran bir hareketliliktir.
Bugüne kadar bu hareketin birçok kazanımı var. 1 Mart tezkeresinin reddi, İspanya'da Bush yanlısı hükümetin devrilmesi, başa geçen hükümetin askerlerini geri çekme kararı, aynı şekilde İtalyan hükümetinin askerlerini geri çekme kararı vb. birçok gelişme hareketin kazanımlarıdır. Bunlar hiç sıradan gelişmeler değildir. Bu durumda hükümetler sıkışmış, Bush ve çetesi hareket edemez duruma gelmiştir.
Hepimizin hatırladığı gibi bir süre önce C. Rice Türkiye'ye gelmişti ve kamuoyuna yansıyan gündem Bush karşıtlığının %82 lere varması idi. Bunun ardından başbakan Tayip Erdoğan ulusa sesleniş konuşmasında bunun Türkiye'ye yakışır bir durum olmağını ve buna karşı bir önlem alacaklarını bildirdi. Çok geçmeden bu konuşmalara karşılıkmış gibi 19Martta savaş karşıtları dünyanın her yerinde sokağa çıkarak Bush'a ve Tayip'e ve böyle düşünen bütün hükümetlere net bir cevap vermiş oldu..
Bu güzel olaylar yaşanırken nasıl olduğu belli olmayan bir bayrak skandalı yaşandı. 10-12 yaşlarındaki çocukların Nevrozda Türk bayrağını ayakların altına alması bir anda yaşadığımız kentlerin sokaklarını sanki milli bayrammışçasına bayraklarla donatılmasına neden oldu. Birkaç gün içinde de aynı sokaklarda yüzlerce insanın kurt işareti yaparak insani olmayan ama faşistçe olan sloganlı yürüyüşleri ile karşılaştık.
Bunların beraberinde Gazi mahallesinde demokratik bir gencin bıçaklanarak öldürülmesi, Trabzon'da TAYAD'lılara yapılan iki saldırı, Sakarya'da yaşanılan saldırılar ve polisin bunlara engel olmaması tesadüf değil sanırım.
Bu olaylar yaşanırken siyasi parti liderleri olaylar hakkında açıklama yapıyor. CHP başkanı Baykal: "Türkiye teröre karşı 15yıl mücadele verdi. Bugün bunlara kimsenin sesi çıkmıyor, vatandaş tepki gösterince kıyamet kopuyor. Konuşması gerekenler susuyor, sokaklar konuşuyor" diyor. MHP'DEN Bahçeli ise "Bu ülkeyle ilgili kaygılarımız için bir gün silahı elimize almamız gerekirse, bunun şartlarını gördüğümüzde yaparız " şeklinde kendine yakışır bir açıklama yapıyor.
Bu açıklamaların tansiyonu ne kadar arttıracağı belli. Dün yaşanan saldırıların yarın da devam edeceğini gösteriyor. Ve bu gündemdeki birçok sorunun (SSK'nın devri, SEKA, Deniz işletmelerinin özelleşmesi çalışmaları, vb.) unutulmasına, hükümetin işini rahatça yapabilmesi anlamına geliyor. Daha önce dünya kupası maçlarında nasıl 15 yasayı geçirdilerse bugün de bu kararları hayata geçirecekler.
Hükümetin isteği bu çatışmaların sürmesi ve gündemi bayrak tartışması içinde tutmak. Bizim amacımız ise bu tartışmaları yapmayarak 1 Mart, Gelme Bush, 19Mart gibi savaş karşıtı eylemlilikleri devam ettirmek ve bugüne kadar yaptığımız toplantı, tartışma, masa açma, bildiri dağıtma, afiş asma gibi işleri daha da yoğunlaştırarak, eğitimle, sağlıkla, kamuoyuyla ilgili sorunları savaş karşıtlığında ortaklaştırmak ve anti-faşişt cephenin oluşmasını sağlamaktır.
Sorun bayrağın yakılması mıdır, dünyanın talan edilmesi midir?
Fedai NİSAN