Sosyalist İşçi 235 (21 Nisan 2005)
Sayfa
5:
Bayrağın gölgesindeki sol
Şimdi hükümetin de müdahalesiyle yatışmaya başlayan bayrak histerisi ve milliyetçi gövde gösterilerinin nedenlerine Sosyalist İşçi'nin 234. sayısında "Bayrağı kim yaktı?" başlıklı bir yazıyla değinmiştik. Konu üzerinde basında da pek çok yazı çıktı. Televizyonlarda birçok tartışma programı düzenlendi. Hürriyet gazetesinde hala "Metal Fırtına Döneminde Ülkücülük" başlıklı bir yazı dizisi sürüyor. Önce yeni bilgiler ışığında konuyu biraz daha açalım.
Halkın infiali mi?
Yapılan gösterilerin çoğunun sönük geçmesi, saldırılarda MHP'li faşistlerin ortalığı karıştırmaya çalışması ve aşağıda sayacağımız bir dizi başka etken, olayların halkın yoğun tepkisi değil provokasyon sonucu yaşandığını kanıtlıyor. Zaten artık bunu, MHP'liler de dahil herkes söylüyor. Ancak provokasyonu kimin yarattığı konusunda farklı açıklamalar var.
İlk saldırının yapıldığı Trabzon'da TAYAD'lılar yaklaşık iki yıldır bildiri dağıtıyorlar ve bir kez bile saldırıya uğramadılar. Ama bu kez daha bildiri dağıtmaya başlamadan önce, yerel Kasırga TV'de üç kez alt yazı geçerek, bayrak yakıldığı, PKK bayrağı açıldığı duyuruldu. Bu TV'nin adı daha önce Kadırga TV'ydi ve pek çok kez provokasyon yarattığı bilinen gerici bir cemaatin lideri Haydar Baş'a aitti.
Daha olaylar başlamadan önce çevre ilçelerden TV'lere "Bayrak yakan kim?" şeklinde telefonlar gelmeye başlamıştı. Bu taktik faşistlerin sık kullandığı bir taktiktir. Daha önce de Sivas ve Çorum'da "Aleviler camiyi yaktı" diye söylenti çıkarıp alevi ailelerin evlerine, sendikalara, sol parti binalarına saldırmış; Maraş'ta gerici bir film oynatan Çiçek Sineması'nı kendileri bombalayarak suçu komünistlere yıkmış ve 111 kişinin ölümüyle sonuçlanan bir katliam yapmışlardı. Sivas Madımak Oteli'nde 37 aydının yakılarak ölümüne varan olaylarda da benzer bir provokasyonu çıkaran yine ülkücü faşistlerdi. (Almanya'da da Naziler Reichstag yangınını çıkarıp suçu komünistlere atmışları).
Faşistler gücünü nereden alıyor?
3 Kasım seçimlerinde %10 oy kaybederek hezimete uğrayan MHP, bugün nasıl oluyor da birdenbire yeniden parlamaya çalışıyor? Bilindiği gibi hükümetle ABD ve dolayısıyla sermayenin ABD yanlısı kanadı arasında bir süredir uzlaşmazlık var. Tabanındaki geniş yığınlara anlatamayacağı için hükümet, açıktan ABD yanlısı politikalar izlemekte zorlanıyor. ABD ise, başta İncirlik olmak üzere, askeri üslerin kullanımı için sınırsız yetkide ısrar ediyor.
ABD eski Dışişleri Bakanı Rice Türkiye'ye geldiğinde, oranı %82 ile dünyada başı çeken ABD karşıtlığı konusunda önlem alınmasını, Amerika'nın halka sevdirilmesini dikte etmişti. Hükümetin bu konuda tutuk ve tabanıyla onlar arasında sıkışık kaldığını görünce de, parlamento içi dengelerde kullanabileceği en yakın alternatif olan MHP ile görüşmelere başladılar. ABD Büyükelçiliği Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı James R. Snopp MHP yetkilileriyle muhabbeti arttırdı. Hatta bu ziyaretlerin ardından "Kahrolsun Amerika" diye bir afiş astıran Ülkü Ocakları Başkanı Alişan Satılmış görevden alındı. (Böylece MHP'nin Amerikan karşıtlığının ne kadar olduğu da açığa çıktı.)
Hürriyet'teki dizide MHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Şandır bunu çok açık itiraf ediyor:
"%82 oranındaki halk hoşnutsuzluğu ABD için çok önemliydi. Onu izole edebilmek, onu aşabilmek, politikalarını anlatabilmek açısından MHP'yi topluma en etkili ulaşabilme zemini olarak görüyorlardı."
Ve görüşmeleri sürüyor.
Yani bu olayların halkın öfkesi olduğunu anlatan MHP'liler yalan söylüyor, aynı tespiti yapan CHP'liler ise milliyetçiliğin batağında boğulmaya bir adım daha yaklaşıyor. Ortada milliyetçi, ırkçı bir ayaklanma yok; çok açık bir provokasyon var. Zaten hükümet de baştan gösteremediği tepkiyi şimdi göstererek olaylara hakim olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. TAYAD'lılar serbest bırakıldı, önce bayrak asma çağrısı yapan RTÜK, Trabzon'da olayları körükleyen TV kanallarına uyarı cezası verdi, Genel-kurmay 'sözde vatandaş' lafında geri adım attı, Cumhurbaşkanı sağduyu çağrısında bulundu vb.
Sol neredeydi?
Şimdi yatışsa da yeni provokasyonlarla devam edeceği ve daima faşistlerin elinin güçlenmesine yaradığı gün gibi aşikar olan milliyetçilik karşısında Türk solu, geçmiş deneyimlere bakarak paniğe kapıldı. Ama sokağa çıkıp hiçbir şey yapmayı da düşünmedi. Faşistlerin milliyetçi saldırıları karşısında yapılan tek iş, sol parti genel başkanlarının gazetelere görüş bildirmesi ve 200 aydının imzaladığı bir 'kaygı' metni oldu. Bu metinde de, sanki olaya yol açan Kürtlermiş gibi, "aşırı Türk ve Kürt milliyetçiliği"nden dem vuruldu.
Elbette bunlar bile olumludur, ama faşist hareket bildirilerle geriletilemez. Örneğin Trabzon'da beş kişiye adam başı yüz kişi saldırdığının ertesi günü sol birleşik güçleriyle bunun on katı insanı, milliyetçilik ve faşizm karşıtı sloganlar etrafında sokağa çıkarsa ve MHP binasının önünde radikal ve kitlesel bir gösteri yapsaydı, orada faşistler uzun süre sokağa çıkamaz ve teşhir olmuş olurlardı (yalnızca Küresel BAK'ın çağrısıyla, 19 Mart'ta burada bin kişi sokağa çıkmıştı).
Aynı günlerde Türkiye'nin her yanında sol, Kürt hareketiyle birlikte sokağa çıkıp, halkların kardeşliğini vurgulayan, milliyetçiliği ve faşizmi lanetleyen gösteriler düzenleseydi, ortalıkta ülkücülerin değil bizim bayraklarımız dalgalanırdı. Faşistler sokakta boy göstermeye cüret edemezdi. Ama sokakta böyle bir solu göremedik.
Neden?
Türk solu daima milliyetçilikle malül olmuştur. Anti emperyalizmin karşısına enternasyonalizmi değil, bağımsızlık adı altında sol milliyetçiliği çıkarır. "Biz milliyetçi değil ulusalcıyız" gibi belirsiz denklemlerle kemalizmi yüceltir. Milliyetçiliğin alternatifi olarak yurtseverliği gösterir. Saldırıya uğrayan TAYAD üyelerinin mensubu olduğu siyasi hareket 'Vatan' adında dergi çıkarır. Adında hak etmediği 'komünist' kelimesi geçen parti, (Marks'ın; "İşçilerin vatanı yoktur!" önermesini hiçbir zaman kavrayamadan) 'yurtsever cephe' kurar, 'Bayrak emekçilerin simgesidir' der. İşçi Partisi her 19 Mayıs'ta Samsun'a bağımsızlık yürüyüşü düzenler. Çeşitli sol dergiler militanlarına, 'halkımızın değerleri' adı altında, ortalama bilincin de gerisinde feodal değerleri öğütler. Sanki Sabancı ve Koç işçileri sömürmenin artı değerden başka yolunu icat etmişler gibi, onlara değil yabancı patronlara muhalefet ederler. Kıbrıs halkının özgürlük taleplerinin karşısına 'vatan toprağı peşkeş çekiliyor' sloganını çıkarırlar. Avrupa Birliği'ne kendi devletlerinin bağımsızlığına zarar vereceği gerekçesiyle karşı çıkarlar.
Nasıl bir sol?
Milliyetçilik yağına tarihinin her aşamasında bulanmış bir solun, ulusların değil halklar üzerinde egemenlik sürdüren devletlerin simgesi olan bayraklar konusunda, milliyetçi bir histeri doğduğu zaman tepki göstermesi ne derece beklenebilir? Son olayda sol, milliyetçilik karşısında, kelimenin gerçek anlamıyla felç olmuştur. Çünkü kendisi de milliyetçidir.
Mirasını, 'Tek ülkede sosyalizm' masalıyla 'anavatan savunması' yapan stalinizmden ve kuruluş ideolojisi milliyetçilik olan kemalizmden alan bu solun milliyetçiliğe karşı durması olanaksızdır.
Ortalama bilincin milliyetçi duygularına hitap ederek prim yapmaya çalışanlar, bu işi en iyi ve gerçekten samimi yapan faşist MHP yanında solda sıfır kalırlar. Hiç kimse aslı dururken milliyetçiliğin fotokopisine yönelmez. Politikasında milliyetçiliği baş köşeye oturtan sol bir partinin yaptığı iş, faşizmin değirmenine su taşımaktan ibarettir.
Oysa bizim ihtiyacımız olan, uluslararası dayanışmaya, ezilenlerin kurtuluşunun ancak dünya çapında gerçekleşebileceğine, kapitalizmin ancak dünya çapında devrimlerle alaşağı edilebileceğine inanmış yepyeni bir soldur.
Bugün yeniden cilalanmaya çalışılan milliyetçiliğe karşı önümüzdeki 1 Mayıs gösterileri iyi bir fırsat olabilir. Gösterilerde afaki sloganları yarıştırmayı bir kenara bırakıp, ABD'nin Irak işgaline ve Türkiye özelinde ırkçılığa, milliyetçiliğe ve faşizme karşı birleşik, tek yumruk halinde sokağa çıkacak bir sol, emekçi yığınlara güven, faşist harekete korku verecektir. Unutmayalım; 1 Mayıs Türk işçilerinin değil dünya işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günüdür.
Cengiz ALĞAN