Sosyalist İşçi 235 (21 Nisan 2005)
Sayfa
8-9: Orta sayfa
"Unutmayın biz kazanacağız"
1980'li yıllar tüm dünyada emekçilerin ve solun geri çekildiği, yenilgiler ve dağınıklık yaşadığı bir dö-nemdi. 1999 yılının Kasım ayında Seattle'da patlayan anti kapitalist hareket yeni bir umudun, tüm dünya emekçilerinde yeni bir canlanmanın ve kazanma duygusunun yeşermesini sağladı.
Anti kapitalist hareket Seattle'dan beri dünyayı sarsmayı sürdürüyor. Bizler, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi çatısında mücadele eden sosyalistler, neredeyse parti yaşamımı-zın yarısından uzun bir süredir anti kapitalist hareketin örgütlenmesi, daha büyük, daha çeşitli ve daha aktif bir hareketin inşa edilmesi için mücade-le ediyoruz.
Peki bu hareket gerçekten de
anti kapitalist mi?
Bu hareketin en iyi tanılaması anti kapitalist olma-lıdır. Bunun nedeni, sade-ce, hareketin eylemcileri-nin çoğunluğunun kapitalizmi yerinden etmenin mümkün ve hatta belki de arzu edilir olduğunu düşünmeleri değil. Hareket, her şeyden önce, sistem karşıtı bir hareket. Sadece belirli memnuniyetsizlikler ya da meselelerle ilgili kampanyalar düzenlemiyor. Çok farklı adaletsizliklerle ve tehlikelerin birbiriyle bağlantılı oldu-ğunun farkında olarak hareket ediyor. Sistem hakkında gelişen bu bilinç, hareketi her şeyden çok karakterize ediyor. Üstelik hareketin sistem karşıtı odağı Şubat 2002'deki 2. Dünya Sosyal Forumu'nda yayımlanan Sosyal Hareketler çağrısı metninde şöyle açıkça ifade ediliyor:
Halkın gereksinim ve beklentileri üzerinde sermaye ve ataerkilliğin çıkarlarını kollayan cinsiyetçilik, ırkçılık ve şiddet üze-rine kurulu bir sisteme karşı direniş ve mücadele-lerimizden büyük bir birlik inşa ediyoruz.
Hareket şu türden sayısız ilgi alanına sahip: yağmur ormanlarının korunması için faaliyet, üçüncü dün-yada ilkel çalışma koşul-la-rında çok düşük ücretlerle işçi çalıştıran şirketlere karşı mücadele, kendi doğal kaynaklarını satışa çıkaran bir yoksul ülkede uluslararası sermaye yatı-rımlarının birden hatırı sayılır düzeyde artmasına yol açabilecek ticaret ve kalkınma politikalarına karşı birlikte tavır, göçmen işçilerin haklarının savu-nulması, uluslararası mali spekülasyonlara kısıtlama-lar getirmek için kampan-yalar, yoksul ülkelerin borçlarının silinmesi için yürütülen kampanyalar, çevreciler, hayvan hakları savunucuları, uzayın silahlanmasına karşı kampanyalar, çocuk emeğinin sömürülmesini engelleme faaliyetleri. Fakat anti kapitalist hareketin üstünlüğü tam da burada. Sadece bu alanlar ve sorunlarla ilgili lokal kampanyalar yapmı-yor, bütün kampanyaları, sorunların kaynağına, ka-pitalizme karşı birleşitiri-yor. Bu yüzden eylemciler "Kapitalizm öldürür, kapitalizmi öldürelim" ve "Biz anti kapitalistiz" sloganla-rını atıyor.
Bu durumda anti kapitalist hareketin Türkiye'de var olduğu söylenebilir mi? Yoksa biz hayal mi kuruyoruz?
Uluslararası devasa bir hareket kategorilere ayrılamaz. Bu hareket çok yönlü ve çeşitli. Hareketin niteli-ğini belirleyen zaten bu çeşitliliği. Bu hareket başla-dığından beri Ekvator'daki ayaklanmalardan, Arjantin, Güney Afrika ve Nijerya'-daki genel grevlere, Brezil-ya'da topraksız köylülerin kitlesel protestolarına, Norveç'te kamu işçilerinin grevine, Almanya'da işçi-lerden gelen yaygın grev tehditlerine tanık olundu. Bunlar, Londra, Seattle, Washington ve diğer bir dizi kentte düzenlenen so-kak gösterileri kadar, dün-ya kapitalizminin dinami-ğine karşı duyulan bir tepkinin ifadeleriydi.
Mezarda emeklilik yasasına karşı Ankara'da "Kahrolsun IMF!" diye bağıran Emek Platformu üyesi 300 bin kişiyi de bu açıdan değerlendirmek gerekiyor. Seattle da, Endonezya, Arjantin ve Türkiye de küresel sermayenin neo liberal saldırılarının dayanılmaz tahribatlarına karşı patlayan bir ve aynı öfkenin parçalarıdır. Üstelik bu öfkenin örgütlenme şekillerine değil de, öfkeyi ifade eden politik sloganlara bakarsak benzerlik daha da berraklaşır. "Kapitalizm öldürür, kapitalizmi öldürelim!" sloganıyla, "IMF mezara halk iktidara!" sloganı arasında hiçbir fark yoktur. Bu yüzden Cenova'da katledilen Carlo hem Arjantin'deki grev gözcüleri hem de sahte sendika yasasına karşı direnen KESK üyesi işçiler tarafından eylemlerde anıldı. Tüm mücadeleler birbirinden esinleniyor. KESK temsili olarak bir kaç anti kapitalist eyleme doğrudan katıldı. DİSK ve KESK 9 Kasım 2001'de gerçekleşen dünya çapındaki DTÖ protestosuna 40 bin kişilik bir Ankara mitingiyle yanıt verdi.
Hareketin kazanma şansı var mı?
Anti kapitalist hareket kazanma gücüne gerçekten de sahip. Hareket, zaten kazanarak ortaya çıktı. Seattle'da Dünya Ticaret Örgütü toplantısını bloke etti, toplantı delegelerini karar alamaz hale soktu. Geçtiğimiz yıl, DTÖ Cancun toplantısında tam bir hezimet yaşadı.
Fakat anti kapitalist hare-ketin kazanımlarını sadece toplantı blokajlarına ve DTÖ'nün ipliğini pazara çıkarması gibi teşhir yete-neğine indirgemek doğru olmaz. Anti kapitalist hareketin iki önemli yanı var: ilki, savunma durumunda değil, taarruz edi-yor. Kapitalizmin kulelerine doğrudan eylemlerle ve birleşik ve kitlesel bir biçimde yükleniyor. Kapitalizmin dinamikler-ne karşı harekete geçiyor. İkincisi ise, politik olarak sorunların kaynağını kapitalizmde görüyor. Politik olarak kapitalist fikirlerden çok daha üstün olan ve he-gemonya kurabilen fikirleri dinamik bir tartışma sürecinin üzerinden hakim kılıyor.
Hareketin kapitalizme yıkıcı darbeyi vurabilmesi içinse alınması gereken daha çok yol var. Herşey-den önce örgütlü işçi sınıfının hareketin içine milyonlar halinde akması gerekiyor.
Hareket içinde işçi sınıfının rolü nedir?
Hareket başlangıcından beri işçi sınıfının içinde yer aldığı bir eylem ve tartıma platformu olarak düşünü-lebilir. Seattle, Quebec, Ce-nova, Barselona ve Sevilla eylemlerinde örgütlü işçi sınıfının varlığı eylemlerin en belirgin özelliklerinden birisiydi. Dünyada ve Tür-kiye'de savaş karşıtı eylemlerde, özellikle Türkiye'-deki tüm savaş karşıtı mer-kezi gösterilerde örgütlü işçi sınıfının ve sendikala-rın rolü çok belirleyiciydi.
İşçi sınıfının harekete katılması iki işlevi aynı anda görüyor: Sendikacıların farkına varmaya başladığı gibi, anti kapitalist hareketin ortaya çıkışı, örgütlü işçi sınıfına, neo liberal saldırılara karşı daha geniş bir koalisyonun parçası olarak yeniden hü-cum eden tarafta yer alma olanağı sağladı. Diğer yandan da büyük sendikaların dahil olmasıyla anti kapitalist gösteriler, aksi du-rumda sahip olamayacakları bir toplumsal ağırlık kazandı.
Peki bu hareket ortak politikalara sahip mi?
Bunun tersini düşünmek tümüyle yanlış olur. Dün-ya Sosyal Forumu'yla birlikte, bizim "hareketlerin hareketi" dediğimiz ortak bir tartışma platformu oluştu. Bu sadece bir tartışma platformu değil. Dünya Sosyal Forumu aynı za-manda merkezi eylem ve kampanyaların tartışılarak belirlendiği bir zemin yaratıyor. 15 Şubat 2003'te yüzlerce kentte düzenlenen savaş karşıtı gösteriler bu hareketin ne kadar ortak politikalara sahip olduğunu gösteriyor.
Savaş karşıtı
küresel harekete anti kapitalist
diyebilir miyiz?
11 Eylül Bush'a savaş ilanı için arayıp da bulamadığı fırsatı sunarken, anti kapitalist hareket kısa bir durgunluk ve tartışma dönemi geçirdi. Hareketin sesi önce ABD'den duyuldu. Saldırıdan birkaç gün sonra Amerika'daki savaş karşıtı binlerce aktivist Washington ve New York'ta gösteri yaptı.
Bush'un, şirketlerin küreselleşmesinin çocuk eme-ğinin sömürüsünü yoğunlaştırma evresinden, çocukların misket bombalarıyla öldürülmesi evresine bir köprü olduğunun görül-mesi, 11 Eylül'den sonra, anti kapitalist hareketin kampanyacı, yenilikçi ve birleşik tüm enerjisinin savaş karşıtı harekete biçim ve ilham vermesini sağladı.
Fakat bu savaş karşıtı hareketin anti kapitalist olduğunu iddia etmek değildir. Küresel savaş karşıtı hareket, küresel anti kapitalist hareketin yarattığı politik zeminden üre-miştir. Ama içinde anti kapitalist olmayan çok sayıda bileşeni de barındırmaktadır.
Savaş karşıtlığının
hümanist bir hareket olduğu söylenebilir mi?
Böyle bir iddia hareketi hafife almak olacaktır. Kuşkusuz savaş karşıtı hareketin içinde hümanist idealleri nedeniyle yer alanlar da var. Ve iyi ki de varlar. Ama hareketin içinde ABD'yi yenmenin dünya devrimleri için bir kapı açılabileceğini düşünen anti emperyalistlerden, ABD'nin Irak'ta yenilme-sinin küresel sermayeye karşı küresel bir zafer kazanmak anlamına geleceğini düşünen devrimci-lere kadar sayısız politik odak var. Üstelik kim hangi gerekçeyle olursa olsun savaş karşıtı hare-kete katıldığında, hızla bir tartışma sürecine giriyor ve kapitalizmin sadece borsa ve şirket öğelerinden ibaret olmadığını, devlet, silahlanma ve savaşların kapitalizme kopmaz bir biçimde bağlı olduğunu tartışmaya başlıyor.
Hareket sadece bir protesto özelliğine sahip değil mi?
Hareketin en önemli özelliklerinden birisi kitlesel protestolar. Protestocu olup olmamak sadece ha-reketin belirleyeceği bir şey değil. Hareket içinde yer alan, örgütlenen sosyalist anti kapitalistlerin güçlenmesi ve hareketin geniş yelpazesini politik olarak etkileme yetenekleriyle ilgili. Yine de her şeyden önce protestoların, kitlesel eylemlerin yarattığı etkinin boyutlarını görmek gerek. Hareket bu özelliği sayesinde kapitalizmin ve savaş çılgınlarının iki yüz-lülüğünü gözönüne serdi. Ayrıca bu türden birleşik ve kitlesel eylemler katı-lımcılarına inanılmaz bir mücadele isteği aşılar. Üstelik bir eylem ne kadar kitleselse kazanma şansı ve "şimdi başka neler yapabi-liriz?" sorusu o denli çoğalmaya başlar. Londra'da 15 Şubat'ta iki milyon kişi savaşa karşı yürüdüğünde, hem "İki milyon yetmez 20 milyon gerekiyor" diyebilmek hem de "protesto yürüyüşünden başka bir şey, örneğin askeri sanayi komplekslerini de kapsa-yan genel grevler örgütlemek gerekir" demenin ola-nağı doğar. Bu kitlesel ey-lemlerin toplumun geri kalanı üzerinde yaratacağı politik hakimiyetse kitle gösterilerinin bir başka önemli kazanımıdır.
Hareket bu kadar eleştirilmeyi hak ediyor mu?
Anti kapitalist harekete solun bir çok kesimi en baştan beri şüpheyle yaklaştı. Hareket çeşitliliğinden, beyaz olmasından, Avrupai olmasından tutalım da iktidarsız, politikasız, gevşek ve sistem içi olmaya kadar bir dizi eleş-tiriye maruz kaldı. Kısacası sol harekete burun kıvırdı. Hareketle arasına hep bir keskin mesafe koydu. Hareketin üstünlüğünün çeşitliliğin birliğini sağlamasından geçtiğini kavramadı. Ortadoğu'da, Afri-ka'da ve Japonya'da da örgütlenen bir hareketin beyaz olmasının imkan-sızlığını göremedi. "Kapitalizmi öldürelim" sloganıyla gösteriler örgütleyen milyonlara "Iktidarsız" suçlamasını yapıştırmanın komikliğini algılayamadı. G8'lerin, DTÖ'nün ve IMF'nin dahi toplantılarında görüşlerini dikkate almak zorunda kaldığı, bir harekete politikasız suçlamasının saçmalığını anlayamadı.
Hareket içinde sağ fikirleri, reformcu fikirleri sa-vunanlar elbette var. Ama tersinin olmasını beklemek kolaycılık olur. Unutmamalıyız ki anti kapitalist hareket, geleneksel solun 1980'lerdeki ye-nilgiler ve Sovyet Bloku'-nun çökmesinin yarattığı kafa karışıklığı yüzünden zayıfladığı bir ideolojik iklimde ortaya çıktı. Üstelik reformizm, parti bürok-rasinin değil, ezilenlerin gerçek yaşam koşullarının sonucu olan bir karmaşık fikirler bütünü olarak ka-rarnamelerle ortadan kal-dırılamaz. Reformizmle mücadele etmek, tartışmak gerekiyor. Anti kapitalist hareket bu açıdan müthiş olanaklar sunuyor. Çünkü hareketin bütün renkleri birlikte mücadele derken, hareketin yarattığı tartışma platformlarında da birlikte tartışma olanağı doğuyor.
Hareket çok genç. Sadece yaşı açısından değil, ey-lemcilerinin yaş ortalaması açısından da böyle. Eylem-lere, forum süreçlerine bakanlar harekette kadınların ne kadar öne çıktığı-nı, sayısız kampanyanın sözcüsünün kadınlardan oluştuğunu görebilir. Bu, eski solla arasına mesafe koyan bir hareket.
Anti kapitalist hareketle birlikte radikalleşen akti-vistlerin bir kaç temel ortak noktası var:
1. Hiyerarşiden nefret etmekteler, sınırsız bir inisiyatif almaktalar,
2. Doğrudan eylemden yanalar ve eylem için örgütleniyorlar,
3. Militanlar,
4. Ezilenlerin uluslararası dayanışmasından yanalar,
5. Tutucu ve hantal aygıt ve fikirlerle ilgilenmiyorlar,
6. Entel-lektüel ilgi alanları çok geniş ve mücadele konusu yapmak istedikleri sınırsız sorun tespit ediyorlar,
7. Aşağıda mücadele ediyorlar ve birleşik mücadeleden yanalar.
İşte DSİP bu aktivistlerle birleşmek için, bir yandan hareketin taleplerinin ka-zanması ama öte yandan da hareket çok daha yay-gınlaştığı oranda yeni bir kitle partisinin oluşması için de hareketin örgütlenmesine çalışıyor. Yeni, reformlar için radikal bi-çimde mücadele eden, ezilenlerin umudunun temsilcisi olmayı başarma potansiyellerine sahip olan kitlesel bir solun oluşması DSİP'in de misyonunu ye-rine getirmesi anlamını taşıyacaktır.
Türkiye’de aşağıdan sosyalizmin tarihi: DSİP
Kuruluşunun 25 Nisan 1995’de kamuoyuna duyuran DSİP, kuruluşundan önce de sonra da daima aşağıdan sosyalizm gekeneğini savundu. Bu gelenek Karl Marks’ın “Komünist Manifesto”da belirttiği gibi “sosyalizm işçi sınıfının kendi eseri olacaktır” fikrine ve “hiç bir parti işçi sınıfı adına hareket edip iktidarı ona devredemez” pratiğine dayanır. Bu nedenle halklar adına kurtarıcı davranan, işçi sınıfına akıl veren herhangi bir gelenkel hiç bir bağı yoktur DSİP’in.
80’li yıllarda bir aray gelen bir grup devrimci stalinizmle ve onun dayattığı örgütsel anlayışla hesaplaşarak devrimci sosyalizme yöneldiler. Yaptıkları işin zorluğunu, hem stalinizmin dünya çapındaki yaygınlığını ve meşruiyetini, hem de 12 Eylül darbesini göz önüne aldığımızda anlayabiliriz. Stalinizme hesaplaşmanın vardığı yol devrimci geleneğin önemli köşe taşlarından biri olan Troçki ve onun fikirleriydi. Bu nedenle DSİP kuruluşunda kendini, Türkiye’deki ilk Troçkist parti olarak ilan etti.
DSİP’in kuruluşundan önce de Sosyalist İşçi örgütlenmesini oluşturan kadrolar, sırasıyla: yurt dışında yayınlanan Sosyalist İşçi dergisi ve Sosyalist Tartışam kitap dizisi, Türkiye’de yayınlanan İşçiler ve Toplum dergisi, İşçiler ve Politika dergisi, aylık Sosyalist İşçi dergisi, iki haftalık Sosyalist İşçi gazetesi ve aylık Enternasyonal Sosyalizm dergisi ile aşağıdan sosyalizm geleneğinin fikirlerini yayamaya çalıştılar. Teorisinin ve politikasının temeline işçi sınıfını alan DSİP, özünde ilerici olan tüm muhalefet hareketlerini destekledi ve içinde yer almaya çalıştı. Bir dizi temel konuda DSİP, tüm soldan farklı tutum aldı. Örneğin; Kürt halkının özgürlük mücadelesini koşulsuz destekledi En ağır milliyetçi koşullarda Kürt halkının yanında yer almaktan geri adım atmadı. Kıbrıs konusunda asıl sorunun adadaki Türk ordusunun işgali olduğunun altını çizdi. Kamu çalışanlarının uzun yıllar boyunca işçi sınıfının bir parçası olduğuna işaret etti. Her türlü ulusalcılıktan ve milliyetçilikten uzak durdu ve bu fikirlere karşı mücadele etti.
80’li yılların ikinci yarısından itibaren yükselen işçi sınıfı mücadelesi içinde olabildiğince yer alan DSİP, 90’lı yıllardaki kamu çalışanlarının mücadelesinde hareketin çıkarları için çalıştı.
90’lı yılların sonunda ortaya çıkan anti-kapitalist hareket ile birlikte Türkiye’de birlik, çeşitlilik, direniş odağını güçlendirmeye çalıştı. Türkiye’de hareketin yükselişine her türlü katkıda bulundu.
Ve son bir kaç yıldır savaş karşıtı hareketin inşası için mücadele ediyor DSİP. ABD işgaline karşı dünya çapında hareketin ve direnişin güçlenmesinin şu anki en önemli mesele olarak görüyor ve ABD emperyalizminin yenilgisinin büyük devrimci olanaklar yaratacağını söylüyor. Aşağıdan sosyalizm geleneğinin etrafında artık uzun yıllara dayanmış deneyimiyle DSİP, kayıtsız şartsız ezilenlerle, farklı olanlarla birlikte mücadelesine devam ediyor.