Sosyalist İşçi 239 (10 Temmuz 2005)

 

Sayfa 10:


Yapay gündem: Türban

Geçtiğimiz hafta Erzurum Atatürk Üniversitesi ve Marmara Üniversi-tesinde, başında türban bulunan, yaşları yaklaşık 60 civarında olan kadın veliler çocuklarının mezuniyet törenlerine alınmadılar. Çünkü baş-larında türban/başörtüsü bulunuyordu. Bu Türkiye açısından, 28 Şu-bat sürecinden bugüne kadar ol-dukça alışıldık bir durum. Toplumu işçi patron arası dikey bölünmeden ziyade laik şeriatçı biçiminde bir yatay bölünmeye zorlayan bu anlayış, özünde emek/sermaye çelişkisinin üstünü ötmeye çalışmaktan başka bir şey yapmıyor.
Tüm dünyada da 11 Eylül'den bu yana, benzer biçimde küresel bir 28 Şubat, Bush ve çetesi eliyle uygulanıyor. Kyoto protokolünü imzalamayarak tabiatı tahrip eden, neoliberal saldırıların ekonomik altyapı-sını sağlayan, silahlanma çılgınlığının ve özelleştirme harekatlarının "güncel" sorumluları, yaptığı katliamları yaratılan bir sahte düşmanla meşrulaştırmaya çalışan başta yeni muhafazakar bir şahin kanattır.
Bunlara karşı öfkemiz net. Ama Türkiye’deki izdüşümünde bir yanılgı var. Ordu ilericidir, antiemperya-listtir, güvenilirdir vs.
Ama şu soruları sorarak bu yanılgıları netleştirmeye çalışalım:
Neo liberal saldırıya karşı duran Eğitim-Sen'in kapatılması emrini yargıya kim verdi? Anadil yasağının kurumsal destekçisi kim? En ufak bir özgürlükçü açılıma düşmanca tavır takınan kim? "Bayrak krizi"nden sonra ilk kışkırtıcı şovenist açıklamayı yapan kim? Vicdanen silah almayı reddeden bireylere karşı işkencelerin sorumlusu kim? Dünyada büyük bir istisna olarak aleni biçimde hem militer bir kurum hem de büyük bir sermaye gücü (OYAK) olan kim? Er-meni katliamı tartışmalarını sansürleyen kim? 10 yılda bir toplumun üstüne karabasan gibi çöken ve hala elleri kollarını sallayarak gezenler kim?
Bütün bu soruların cevabını sanırım bulmak zor olmayacaktır.
Bu küçük açıklamadan sonra türban meselesine dönelim.
Temel Hak ve Özgürlükler
Burjuva anayasalarına göre herkes din ve vicdan özgürlüğüne sahiptir. İsteyen istediği şeye inanır, istemezse de inanmaz. Ve bu şahsi özgürlük ancak kamu yararına ve amacına uygun biçimde sınırlandı-rılabilir. Eğitim hakkı da her yurttaşa tanınan bir haktır. Üniversite-lerde eğitim gören bazı yurttaşlar artık eğitim göremiyor, yani eğitim hakkı elinden alınıyor, çünkü onla-rın türbanı var. Yani geniş bir kitle-nin hem Türkiye'de hem de dünyada inanma/inanmama özgürlüğü ve eğitim alma özgürlüğü kısıtlandı.
"Siyasal olan her şey kötüdür"
Türban siyasi bir simgeymiş. Bu yüzden karşı çıkıyorlarmış. Ben ki-şisel olarak türban takmıyorum, bir kadına zorla türban taktırılmasına da karşıyım. Ama bunun yanında türban taktığı için baskı altında tu-tulan, ayrımcılığa uğrayan, potansi-yel terörist muamelesi gören ezilenlerin yanındayım.
Bir şeye siyasal olduğu için karşı çıkmak tam da 12 Eylül zihniyetinin ürünü: "Apolitik tutumlar iyidir, po-litik olan her şey kötüdür"
Bir fikre karşı çıkılması kadar doğal bir şey yoktur ama o fikrin siyasi olmasından dolayı karşı çıkmak fikri, ordunun zihniyeti. Bu özgürlükleri kısıtlarken amacımız demokrasiyi korumak diyorlar. E, ne de olsa şeriat demokrasiye düşman.
İyi de, her hangi bir kişinin türban takması nasıl olur da şeriat tehlikesi yaratabilir. Yahut kime karşı kimi koruyorlar? Biz bu anlayışı 28 Şu-bat’tan sonra yerel, 11 Eylül'den bu yana küresel biçimde daha şiddetli görüyoruz. Adil olmayan düzene karşı adil düzeni anlatanlar arkalarına geniş bir kitle desteğini alabili-yor. Bu şeriat tehdidi değildir. Yarı-na dair arayış içinde olan kitleler alternatifsiz kaldıkça, kötünün iyisine gayrı ihtiyari destek veriyor.
Beraber yürürken kazanmak
Sosyalistler dinin ne anlama gel-diğini bilirler. Din, bir umut ve mü-cadele sahibi olmayan ezilenler a-çısından, yaşadığı acıları unutabil-mek için bir afyondur (narkozdur). Sosyalistler tüm bireylerin özgürlüklerini savunurlar. Baş örtülü bir kadının da, ayrımcılığa uğrayan bir eşcinselin de, şovenizmle karşı-laşan bir Kürdün de...
Ve bugün "ya benden yanasınız ya da teröristlerden" zihniyetinin kar-şısında katliamların, sömürünün, baskının karşısında, çeşitliliğine rağmen birlik içinde karşı durmak daha da önemli.
Aynı zamanda islamcı hareketlerin tabanına baktığımızda, karşılaştı-ğımız sınıfı kazanmak ve islamcı ha-reketin önderliğinin bu tabanla sı-nıfsal açıdan çatışık bir halde oldu-ğunu gösterebilmek ancak beraber yürürken söz konusu olabilir.
Tarafsızlık taraf olmaktır
İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır. Bu anlamda gerçek kurtuluş olan sınıf mücadelesine çekebilmek öncelikle kitlelerin narkozuna saldırmakla olmaz. Sınıf bilincine işaret edip, bu tabanla beraber yü-rümekle olur. Çünkü kurtuluş yığınların hareketiyle olur. Bugün "islami" hareketin yığınlarına karşı tu-tum almak, istenmese de, Bush çetesinin ve Türkiye’deki şahinlerin yanına düşmektir.
Bugün bir çok sol yapı Kemalizme sırtını dayayıp bu tarz yasaklara alenen destek oluyor. Her iki kesime de eşit mesafedeyiz diyenler de dolaylı destek oluyor. Alenen ya-panları hızla bir kenara bırakırsak, dolaylı olarak takınılan bu tutum, tıpkı Irak ve Filistin meselelerinde olduğu gibi, taraf değiliz diyerek, ezenlerin tarafında olmaktır. Top-lum içinde bir meselede yarılma ol-duğunda net bir tutum takınmak önemlidir, yoksa politikasızlık kit lelerin öfkesi içinde erir gider.
Yanılgıya gerek yok
Bugün G8’lerin neo liberal saldırılarına ve Bushgillerin militarist kanadına karşı olduğumuz gibi, Türkiye’de MGK'nın tavırlarına karşı da net bir tutum almalıyız. Başındaki bezden dolayı eğitim alamayanların da, cinsi ya da vicdani nedenlerle silah almayıp işkence görenlerin de arkasındayız.
Özetle, özelleştirmelerin, neolibe-ral saldırıların, ABD destekçiliğinin öznelerinden olan ordu, açıkça görüldüğü üzere temel burjuva hak ve özgürlüklerine bile saldırıyor. Bu saldırılara karşı tüm dünyada "Başka bir dünya mümkün" diyenler tartışmada özgür, eylemde birlik içinde karşı duruyor, bizler de karşı duruyoruz.
Tolga ŞİRİN


Artık sendikacılık zamanı
Genelkurmay'ın yaptığı suç duyurusuyla, tüzüğünde anadilde eğitim hakkını savunduğu için hakkında kapatma davası açılan ve Yargıtay'ca kapanması onanan Eğitim-Sen, 3 Temmuz günü Ankara'da toplanarak tüzük değişikliği kararı aldı. Buna göre o madde tüzükten çıkarılacak, böylece, kapatma gerekçesi ortadan kalktığı için, sendika kapanmaktan kurtulacak. Aladdin Dinçer'in konuşmasına göre de karar AİHM'ne taşınacak ve nasılsa bozma kararı çıkacağı için madde tekrar tüzüğe konulabilecek.
Sendika bürokratlarının kafası hiç değişmiyor. Kapatma davasına karşı, o da son dönemde, birkaç küçük çaplı eylem ve basın açıklaması dışında hiçbir şey yapmayıp topu AİHM'ne atıyorlar. AB düşçüleri mücadelenin anahtarını hala AB'de görüyor.
Öte yandan bir grup keskin solcu da "sendika kapanırsa kapansın, gidip kilidi kırmasını biliriz, hattımızı savunmaktan vazgeçmeyelim" havasındalar. Şimdiden pek çok istifa başladı. Sadece Eğitim-Sen değil, tüm KESK kan kaybediyor. Üstelik bu uzun zamandan beri böyle. KESK'in elinde yetkili sendika neredeyse kalmadı. Çünkü KESK yöneticileri hala eski solcu kafalarıyla davranıyor.
Örgütlenmeyi tabana yaymak gerektiğini, sorunları kendilerinin değil tabanlarındaki emekçilerin mücadelesinin çözeceğini anlamadıkça, sendikalar devletin kapatmasına gerek kalmadan, birer birer kendiliğinden kapanacak. Ya da bir avuç kadro solcunun kendini tatmin tekkelerine dönecek.
Zaten şimdiden buna yakın bir halde. Sendika bürolarında iş çıkışı toplanıp 'yüksek politika' konuşmayı sendikacılık zanneden, yıllardır en ufak bir kazanım elde edemeyen, bir sorun çıktığında bunu öğle arası bir basın açıklamasıyla gidereceğini sananlar işbaşında olduğu sürece, kimse kendiliğinden gelip KESK'e bağlı sendikalara üye olmaz.
Taşrada ise durum daha da vahim. Sendika bürolarına gidip dolaşın, kahvehaneden farkı olmadığını görürsünüz. Dumanaltı odalarda, akşama kadar, çay eşliğinde pişpirik onayıp lak lak eden bir grup eski ya da daha eski solcudan başka kimse yoktur.
Sendikaya yeni katılan genç üyelerin enerjileri ise, örneğin Eğitim-Sen için, okulları dolaşıp üyelerin sorunlarını dinlemek, çözüm için çaba sarfetmek, yeni üyeler kaydetmek gibi sendikal faaliyetler yerine, sendika bürolarında tiyatro, folklor vb. ekipler kurup halay çekmeye harcanıyor.
Sendika bir grup insanın sosyalleşme güdüsünü tatmin edecek bir kurum değil, emek-sermaye çelişkisi temelinde işçilerin patrona karşı direniş ve mücadele örgütüdür. Sendika siyasi parti veya dernek de değildir. Bütün üyeleri bir ve aynı şeyi düşünüp siyasal gelişmeler konusunda ortak beyanatta bulunmaz. Ama bütün üyelerinin çıkarları aynıdır. Patron karşısında herhangi bir hak talebi hepsi için geçerlidir. Örneğin çalışma saatlerinin yarım saat kısaltılması ya da maaşların elli milyon daha zamlanması hepsinin işine gelir. Ama türbanın yasaklanmasını, ya da Öcalan'ın yeniden yargılanmasını hepsi istemeyebilir. Çünkü bunlar sendikaların değil siyasi partilerin konusudur. Sendikalar ise ekonomik mücadeleler sırasında tabanlarının siyasallaşması sonucu, bu alanlara kayma olasılığına sahiptirler. Zaten siyasi bir örgütün üyesi olarak sendikaya kapaklanmış bir grup solcuyu taban olarak görürseniz elbette "bizim tabanımız zaten siyasallaşmıştır" deyip ona göre hareket edersiniz. O zaman da ortada kadro eyleminin ötesine geçemeyen basın açıklamalarından başka bir şey kalmaz, tabandan tamamen kopuk yöneticiler oturup birbirini yemeye başlar.
KESK bugün bir maddenin tüzükten çıkarılması tartışmasıyla yöneticilerin iç çatışmalarında boğulacağına, sendikayı kapattırmamak için bugüne kadar neler yapmadığını tartışmalıdır. Şapkayı önüne koyup düşünme zamanı geldi de geçiyor.
Eğitim-Sen 3 No'lu Şube eski üyesi