Sosyalist İşçi 239 (10 Temmuz 2005)

 

Sayfa 16:

Marks'ın değer teorisi

Brezilyalı bir marksist ekonomist ve yazar olan Alfredo Saad Filho Marks'ın Kapital'i üzerine çalışmalarıyla tanınır. Son yıllarda anti kapitalist hareket üzerine de çalışmalar yapmaktadır.
Aşağıda Filho'nun, İngiliz Socialist Worker gazetesinde yapılan bir röportajdan derlenmiş bir yazısını okuyacaksınız.
Çeviren: Cengiz ALĞAN

Askerileşmiş neo liberalizm
"Günümüzde askerileş-miş neo liberalizmin son derece tehlikeli olduğu yaygın biçimde kabul görüyor. İnsanlar çözüm yolları arıyor. Pek çok insan Marks'ın ve marksistlerin eserlerinden kimi fikirler alacak ama yapılacak çok daha fazla şey var. Çağdaş kapitalizmin insanları marksist teori hakkında daha fazla şey öğren-meye ittiğini belirtmeliyiz."
Saad Filho'nun çalışmaları değer teorisi üzerine odaklanır. Marks'ın geliştirdiği bu teorinin iki temel bileşeni olduğunu söyler Filho. Birincisi "emeğin merkezileşmesini ve insanların, emekleri aracılığıyla birbirleriyle ve doğayla karşılıklı etkileşimlerinin önemini" göstermesidir.
İkincisi ise, değer teorisi bize kapitalizmin yapılanması hakkında bilgi verir. "Belli bir toplumun kendisini nasıl yeniden ürettiğini anlamak istiyorsanız, insanların üretim içindeki ilişkilerine bakmalısınız."
Marks Kapital'de, ister maddi mallar, ister hizmetler olsun, malların değerinin, onları yaratmak için harcanan emek miktarını nasıl yansıttığını gösterir. Kapitalistler mal üretmek için işçilerle makineleri biraraya getirir.
"Makineler insanları daha üretken kılar", diyor Saad Filho, "Ama makineleri üreten insanlardır ve yeni makineler de dahil, malları üretmek için makineleri kullanan da yine insanlardır". Marks makineleri, daha fazla değer yaratmak için işçilerin yaşayan emeğiyle birleştirilmesi gereken "ölü emek" olarak ele alır.
Sömürü
Saad Filho'ya göre kapitalist toplum kapitalistlerle işçiler arasındaki merkezi bir ilişki -ücret ilişkisi- üzerine kurulmuştur. Bu bir sömürü ilişkisidir. "Değer teorisi üretim sürecini görmenize ve kapitalizme özgü ve temel önemde olan sömürü biçimini -artı değer yaratımını- tanımlamanıza olanak sağlar.
"Her yıl belli bir miktarda değer üretilir. Ve bu değerin bir kısmını işçiler denetler. Geriye kalanına artı değer denir. Bu bir sömürü aracı sağlar -işçilerin, kendilerinin denetlemediği, aslında onları denetleyen bir şeyler yarattığını gösterir."
Sömürünün artığı mı azaldığı mı sorusunu yanıtlamak zordur.
"Ücretleri ölçebilirsiniz", diyor Saad Filho, "Ancak bu aynı zamanda işçilerin denetiminde kalan değer miktarıdır. Sağlık sistemini ele alırsak, genel toplumun ihtiyaçlarına göre mi, yoksa, asıl olarak işçiler dışındaki grupların ihtiyaçlarına göre mi yapılandığını anlayamazsınız."
Britanya'daki Ulusal Sağlık Hizmetleri'nin parça parça özelleştirilmesi, "meta sistemi içinde sömürecek yeni alanlar bulmaya girişen... eğer bunu başarırlarsa, ücretlerdeki iyileşmeye kayıtsız kalarak, işçileri sömürme oranını arttıracak olan" bir hükümet ve sermaye gruplarına bir örnektir. Değer teorisi güçlü olsa da her şeyi açıklamaz diyor Saad Filho. "Emek-değer teorisi toplumun yeniden üretimi -toplumu gelecekte de üretebilir kılmak ve kapitalizme özgü sömürü ilişkileriyle toplumsal yapıları sürdürmek- için gereken mal ve hizmetlerin üretimine ilişkindir.
"Örneğin sanat eserleri, ilk elde değer analizi içinde yer almaz. Pazara girebilirler ama yeniden üretilebilir değillerse normal mal değildirler."
Değer teorisinin önemli bir rolü de, yoksulluk ve baskıyı bir yana, sömürüyü başka bir yana koymasıdır. Bu, Üçüncü Dünya işçilerinin Batı'dakilerden daha çok sömürüldüğü, ya da Marks'ın zamanındaki işçilerin bugünün işçilerinden daha fazla sömürüldüğüne dair yaygın kanının zıttını kanıtlamaktadır.
Sömürünün düzeyi
Saad Filho şöyle diyor; "Batı'da mutlak yoksulluğun azaldığı aşikar. Ama bu, sömürüden bambaşka bir olgu. İşçilerin çok üretken olduğu, dolayısıyla sömürü düzeyinin daha yoksul bir toplumdakinden daha yüksek olduğu, teknolojik olarak ileri bir toplumda yaşıyor olabilirsiniz. Örneğin, Batılı işçiler Sahra Altı Afrika veya Güney Asya işçilerinden çok daha iyi durumdadırlar. Ancak, aynı zamanda çok daha fazla artı değer üretmekte ve dolayısıyla çok daha fazla sömürülmektedirler"
Kapitalistler, kendi işçilerinin ücretlerini, daha fazla tüketime yönelmeleri için nadiren arttırsalar da, diğer işçilerin kendi mallarını satın alması için daima can atarlar.
"Bugün sömürünün en önemli manivelalarından biri tüketim talebidir. İşçilerin tükettiği mallar yığınına sürekli yenileri eklenir. Ücretli kölelik anlamına gelen mekanizma budur. Kafanızı suyun üstünde tutmak, boğulmamak için sürekli daha uzun ve daha uzun saatler boyunca çalışmak zorundasınız. Daha yüksek düzeyde tüketiyor olsanız da, stresinizin ve borçlarınızın düzeyi de yüksektir ve insani potansiyeliniz de çok daha büyük oranda boşa harcanmaktadır."
Kapitalizmin Saad Filho'nun eserinde tartıştığı bir özelliği de sistemin istikrarsızlığıdır. Çoğu ekonomi teorisi sistemi doğasında istikrar varmış gibi ele alır. Ama Marks'a göre süregiden istikrarsızlık ve krizler kaçınılmazdır. Krizler çeşitli biçimler alabilir, ve her bir kriz kendi çerçevesinde ele alınmalıdır. Bir krizin aldığı biçimi "toplumdaki iki ana sınıfın -kapitalistler ve işçiler- arasındaki ilişkiler ve bir ülke içindeki rekabet veya ülkeler arasındaki rekabet biçiminde olabilen, kapitalistler arası rekabet şekillendirir."
Ekonomik kriz
Ekonomik krizin Marks'ın tanımladığı önemli bir öğesi kar oranlarının düşme eğilimidir. Çok kabaca, kar oranı kapitalistlerin üretim sürecine dahil ettiği her pound'dan elde ettikleri kar miktarı olarak görülebilir.
"Fikir basit", diyor Saad Filho, "Kapitalizmde rekabet var. Rekabet üretkenliği arttırarak -ki bu makineleşmeye bağlıdır- çözülür". Her bir kapitalist, malını daha ucuza satma olanağı sağlayacak teknolojiye yatırım yaparak rakiplerinin altını oyabilir. Ama diğer kapitalistler de bu yeni teknolojiyle tanıştığında, uzun vadeli sonuç kar oranlarının düşme eğilimi olur, çünkü "tüm ekonomiyi makineleştirdiğinizde, yaşayan emeği üründen ayırmış olursunuz. Oysa karı üreten yalnızca emektir. Makineler ve aletler kar üretmez -bunlar işçiler kullansın diye üretilmiştir."
Kapitalistler tam da karlarını yaratan şeye, yaşayan emeğe, çok çok küçük bir rol biçiyorlar. Artık, belli bir kar elde etmek için daha fazla makineye -ölü emeğe- büyük yatırımlar yapıyorlar.
Saad Filho Marks'ın analizinin ham yorumlarına karşı tartışıyor. "Bu süreç kendiliğinden oluşmaz. Öyle olsaydı, kapitalizm çok uzun zaman önce çökmüş olurdu. Artan makineleşme kar oranının basitçe birdenbire düşeceği anlamına gelmez.
"Marks karşıt eğilimlerden de söz eder, sistemdeki makineleşme kar oranını destekleyebilir de. Bu türden makineleşmenin örnekleri işçilerin daha fazla sömürülmesinde, ya da malların (veya parçaların -ç.n.) daha ucuza başka ülkelerden satın alınmasında görülebilir. Ki bu da kapitalist karlılık açısından, küreselleşme ve emperyalizmin potansiyel önemini ortaya koyar.
"Kar oranlarının gerçek hareketi hem yükseliş hem düşüşlerdir. Kar oranlarının düşme eğilimi karşıt eğilimlerin yanısıra işler."
Pek çok gelişmiş ülkede kar oranları İkinci Dünya Savaşı boyunca yükseldi, 1950'lerde yüksek seviyede kaldı, 1960 ve 1970'lerde düşmeye başladı. Saad Filho şöyle diyor; "1982'yi kilit yıl olarak alırsak, bu tarihte birçok ülkede yükselmeye başladı. Neden 1982? Çünkü işçiler için bir bozgun olan neo liberalizm bu tarihte uygulanmaya başlandı."
Kırılgan noktalar
Kapitalizm kendiliğinden çökmeye yazgılı değildir. Marks'ın teorisi başka bir toplum inşa etme çabasının bir parçası olarak önem taşıyor. "Sistem, farklı zamanlarda farklı olabilen, kendine özgü kırılganlıklara sahip. İşçilerin örgütlenme düzeyine ve kapitalist sisteme karşı önerdikleri mücadele yöntemine bağlı olarak, bu kırılganlıklardan yararlanabiliriz."
Peki kapitalizmin yerini nasıl bir toplum alacak?
"Marks kapitalizm sonrası için fazla bir şey söylemez. Söylediklerinin bir kısmı da farklı biçimlerde yorumlanabilir.
"Öyle bir toplumun Sovyetler Birliği gibi olacağını sanmıyorum ve kuvvetle umuyorum ki olmayacak. Eğer hedef bu olsaydı, insanları uzun ve zahmetli bir mücadeleye ikna etmek çok zor olurdu.
"Kapitalizm sonrası toplumun nasıl olacağı konusunda yürütülen pek çok fikir var, ama bir konsensüs yok. Bu önemli bir sorun. Radikal sol sırf olumsuzlama programına sahip olamaz, insanları yalnızca kapitalizmin kötü bir fikir olduğunu söyleyerek ikna edemezsiniz.
"Varolan sistemden daha iyisini öneren uygulanabilir bir alternatifin olduğuna inanmalılar. Aksi halde, son derece yakıcı ihtiyaç duyduğumuz alternatif bir geleceğe sıçramak yerine, reformları kazanmak için vereceğimiz savunmacı bir mücadeleye kilitlenir kalırız."