Sosyalist İşçi 239 (10 Temmuz 2005)
Sayfa
18:
Kuraklık yayılacak
Yazar ve kampanya aktivisti George Monbiot ile İngiliz Socialist Worker gazetesinde G8, çevre ve aktivistlere düşen gö-revler hakkında yapılan röportajı Cengiz Alğan Türkçe'ye çevirdi.
Şu ana kadar G8 zirvesinin üzerinde duracağı söylenen iki iklim anlaşması taslağıyla karşılaştık. Birincisi tam bir felaketti-ikincisi daha da beter. İkinci taslak iklim değişikliğinin gerçekten var olduğunu bile kabul etmiyor. Bu tabii ki ABD'nin tutumu. Korkunç olansa ABD'nin tutumunun diğer yedi ülke karşısında galip gelmiş olması. Bu durum Tony Blair'in iklim değişikliğinin G8 toplantısının iki önceliğinden biri olacağına dair verdiği güvenceyi hükümsüz kılıyor. Sonuçta yaptıkları ikilim değişikliği anlaşma taslağında iklim değişikliğinin varlığı bile kabul edilmedi. Bu, bir savaşı sona erdirmek için yapılan bir anlaşma taslağında, savaşın sürmekte olduğunun bile kabul edilmemesine benziyor.
Bugün iklim değişikliğine karşı kampanyamızda karşı karşıya olduğumuz sorunlardan biri hedeflerimizin çok zayıf tanımlanmasıdır-ortada açıkça tarif edilmiş düşmanlar yok. Genetiği değiştirilmiş gıdalara ya da yol yapımına karşı kampanya yapmak daha kolay, çünkü o zaman düşman Monsanto ya da Tarmac. Kimin sorunun kaynağı olduğu, kimin bizim çıkarlarımıza aykırı hareket ettiği çok açık. Ama iklim değişikliğinden hepimiz sorumluyuz. Düşmanlarımızı apaçık tarif etmedikçe, açıkça tarif edilmiş bir savaş da veremeyiz.
Yasal düzenleme
İş dünyasını sınırlandırmak ve yasal düzenlemelere tabi tutmak çağrısı yapmalıyız. Bu daha iyi bir iklimde yaşamamızı daha kolay hale getirecektir. Bunu yaparken şirketlerin çevreyi imha eden teknolojilerden vazgeçmesi daha zor. Bir kez düşmanlarımızı (örneğin Exxon gibi şirketleri) açıkça tarif ettikten sonra onunla savaşmak daha kolay olacaktır. Şu anda, 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarının %80 azaltılmasının politik olarak uygulanabilir araçları üzerinde çalışıyorum. Eğer insanoğlunun felaketine yol açacak korkunç bir iklim değişikliğini önlemek istiyorsak, bu oran bizim için gerekli.
Yapmaya çalıştığım şey, her gelişmiş ülkeye uygulanabilecek bir program oluşturmak. Bu bize üzerinde kampanya yapabileceğimiz bir dizi net hedef sağlayacak, böylece bir hükümetin bu zorunlu kısıtlamalara uyup uymadığını denetleyebileceğiz.
Plan en çok da enerjinin verimini arttırmayı ve kullandığımız enerji miktarında yapılacak kısıtlamaları içeriyor. Bu sayede yenilenebilir enerji inşa etmekten çok daha fazla büyük değişiklikler yapılabilir.
Eğer şu anda yaşadığımız gibi yaşamaya devam edecek ama bunu rüzgar türbinleri ya da bio-yakıtlarla güçlendireceksek, o zaman aslında bir sorunun yerine bir diğerini geçirmiş oluruz. Bio-yakıtları ele alalım. Arabasını bio-yakıtla çalıştıran insanlardan, hatta bio-kerosenle çalışan uçaklardan çok söz edilir. Ama bu yakıtı üretmek için gereken yeterli miktarda ürünü elde etmek için birkaç gezegenin tüm yüzeyi kadar toprağa ihtiyaç vardır. Yani gerçeklikte, arabaları beslemek ile insanları beslemek arasında bir rekabet yaratılmış olur. Bu sorunun nasıl çözüleceğine dair hiç soru kalmaz, çünkü yiyecek insan ihtiyacının değil paranın arkasından gidecektir.
Yükü halkın değil iş adamlarının sırtına yüklemeliyiz -doğrudan değil dolaylı bir politik maliyet. Bu aynı zamanda şirketleri doğrudan halkın karşısına dikecek, böylece açıkça tanımlanmış bir dizi düşmana sahip olacağız.
Kilit noktalardan biri de tüketici değil yurttaş olarak cevap vermemiz. "Tüketici demokrasisi" fikri girişmemiz gereken politik mücadeleden bizi tamamen koparıyor. İnsanlar kredi kartlarının elverdiği ölçüde tüketebilirler.
Tüketici tercihlerimiz ne olursa olsun, hükümetler üzerinde, iklimi tahrip etmediğimizi garanti edecek yasal düzenlemeleri yapmaları için yoğun bir baskı uygulamalıyız. Bu sayede şirketlere, Tony Blair'in şiddetle direndiği sert yasal tedbirler uygulanmasını sağlayabiliriz. Bunun anlamı değişimin dükkanlarda değil sokakta gerçekleşmesidir. Bana İspanyol engizisyonunun gücünün doruğunda olduğu dönemi hatırlatan olağanüstü bir durumdayız. Bush yönetimi ve belli iş çevrelerinin -özelikle de Exxon- yaktıkları ateşi inkar etmeye dönük kasıtlı bir politikaları var.
Özgürlük
Bilim insanlarının, iklim değişikliği konusunda ihtiyaç duyulan araştırmaları yapmalarını engellemeye çalışıyorlar. Karşımızda bilgi birikimini inkar etmeye ve gerçekte ne olduğunu ve neden olduğunu araştırmayı önlemeye dönük birleşik bir çaba var. çevresel anlamda bir özgürlük kadar, düşünme özgürlüğü ve konuşma özgürlüğüne de büyük bir tehdittir bu.
İklim değişikliğini politik gündemin en başına koymalıyız. Bugün insanlık için en büyük tehdit bu. Sıcaklık en son kısa bir süre içinde altı derece değiştiğinde boyu üç ayaktan uzun olan tüm canlı türleri yok oldu. eğer bir daha olursa buna biz de dahiliz. Ve altı derecelik değişim gelecek yüzyıl için yapılan tahminlerin üst sınırı.
Aktivistler olarak bizler bu sorunla baş edemediğimiz sürece insan hakları veya refah yolundaki diğer amaçlarımızı gerçekleştirmenin çok zor olacağını anlamak zorundayız. Bunu temel politik kampanyaya çevirmeliyiz. Yani sokağa çıkmalı, gösteriler düzenlemeli ve politikacılar üzerinde devasa bir basınç yaratmalıyız.
İklim değişikliği şu anda yapmakta olduğumuz her kampanyanın bir parçası olmalıdır. Yoksulluğa son vermeye çalışıyoruz, iklim değişikliği bu hedefi tamamen yok edecektir. Araştırmalar Afrika'daki kuraklıklardaki yoğun artışın -ve tabi bu kuraklıkların yarattığı dev yoksulluğun iklim değişikliğinin sonucu olduğunu kanıtlıyor. İklim değişikliğiyle başa çıkamazsak, yoksullukla da başa çıkmayız.