Sosyalist İşçi 239 (10 Temmuz 2005)

 

Sayfa 2: Haberler

BAŞYAZI
Egemenlere değil halka saldırı
Londra'da 7 Temmuz sabahı bir çok merkezde, metro istasyonunda bombalar patladı. Bu satırları yazarken kaç kişinin öldüğü, kaç kişinin yaralandığı henüz kesinleşmemişti. Ama harekette bir tahribatın yaşanacağı çok açık.
Londra gerçekten de çok kültürlü, çok kimlikli bir metropol. Daha da önemlisi Bush ve Blair'in savaş politikalarına karşı mücadelenin en önde gelen politik merkezi. Daha savaş başlamadan önce yüzbinlerce savaş karşıtı Londra sokaklarındaydı. 15 Şubat 2003 günü, tüm dünyada milyonlarca insanın katıldığı savaş ve Bush karşıtı eylemler arasında Londra'da gerçekleşen gösterilere 2 milyon kişi katıldı. Direnen Irak halkı, İsrail devletine karşı mücadele eden Filistin halkı en kitlesel dayanışmayı Londra'dan gördüler.
7 Temmuz'da patlayan bombaların öldürdüğü ya da yaraladığı insanlar savaşa ve işgale karşı olan, belki de savaş karşıtı eylemlere katılan insanlardı.
Üstelik 2 Temmuz'dan beri Londra ve İskoçya küreselleşme ve savaş karşıtlarının gövde gösterisine tanık oldu. Yüzbinlerce insan yoksulluğa ve savaaş aynı anda karşı çıkan gösterilerde yer aldı. Dünya G8 ülkelerinin liderlerinin ne dediğinden daha çok yoksulluk karşıtı konsere, G8 karşıtı gösteri ve tartışmalara odaklandı.
Fakat Londra'da patlayan bombalar şimdi havanı puslanmasına neden olacak. Hiçbir şey, İngiltere'deki savaş karşıtı hareketin etkisiyle imajı zedelenen ve itibarı düşen Tony Blair'in işine bu kadar yarayamazdı. Bush'un hiçbir halka ilişkiler temsilcisi Londra'da patlayan bombalar kadar Bush'un politik önerilerine alıcı bulamazdı.
Bu yüzden bu eylemin anti emperyalizmle bir ilgisi olamaz. Koru ve terör yaratarak büyük çoğunluğun yerine kendini ikame eden ve kitlelerin gücü yerine kendi eylemlerine dayanan tutumlar, birleştiğinde savaşı durdurma potansiyeline sahip olan büyük çoğunluğun hareketten uzaklaşmasına neden olmaktadır. Bu ister anarşistlerin yaptığı 150 kişilik çatışmacı eylem olsun, ister büyük bir mitingden önce Taksim'de polisle çatışmayı amaçlayan bir eylem olsun isterse de Londra'da bugün, İstanbul ve İspanya'da geçen seneki gibi bombalar patlatılarak düzenlenen eylemler olsun fark etmez.
Bu eylemler, dünyayı, Bush ve Blair'in daha güvensiz bir hale getirdiği yönündeki fikirlerimizi anlatmakta karşımıza toz bulutuyla kaplı zorluklar çıkartsa da biz ısrarla aynı vurguyu yapmaya devam etmeliyiz. Afganistan'da, Filistin'de ve Irak'ta işgal sürdükçe, ABD'nin "Yeni Amerikan Yüzyılı" programı devam ettikçe, dünyanın bir numaralı teröristi Bush ve onun sağ kolu Tony Blair savaş mimarlığına devam ettikçe, dünya her geçen gün daha tehlikeli bir hale gelecek.
Çözüm ABD ve müttefiklerinin ordularının Irak'ı derhal terk etmesidir.


Hareketin yeni dönemeci

Bu yılın bahar aylarında tüm Avrupa'da sınıf mücadelesinin geleceğini belirleyecek olan bir dönüm noktası yaşadık, yaşıyoruz.
Dönüm noktası
İngiltere'de, 5 Mayıs genel seçimlerinde ta 1946'dan beri ilk kez sosyal demokrasinin solunda bir milletvekili seçildi. Arkasından, Fransa'da tüm solun bugüne dek görülmemiş ölçüde birleşik olarak yürüttüğü bir kampanya sonucunda işçi sınıfının %93'ü ve toplumun çoğunluğu Avrupa Birliği'nin neoliberal ve militarist anayasasına "Hayır" oyu verdi. Sonra, bu ay Almanya'da Schröder'in neoliberalizmine artık teslim olmak istemeyen bir grup sosyal demokrat sendikacı ile devrimcilerin birlikte kurduğu Wahlalternative adlı siyasi oluşum Doğu Almanya'da güçlü olan PDS ile birleşme kararı aldı ve sosyal demokrat partisi SPD'nin eski lideri Oscar Lafontaine yeni partiye katılacağını ilan etti.
Respect parlamentoda
İngiltere'de Sosyalist İşçi Partisi (SWP) önderliğinde solun, savaş karşıtlarının, yükselen İslam düşmanlığı sonucunda radikalleşen Müslüman azınlığın, bazı sendikacılarla Tony Blair'in partisinden ayrılan bazı sosyal demokratların kurduğu Respect, George Galloway'i parlamentoya sokmanın yanı sıra, Doğu Londra ve Birmingham'ın işçilerle azınlıkların yoğun olduğu bölgelerinde, İşçi Partisi'nin geleneksel kalelerinde %20'nin üzerinde oy aldı. Bir milletvekili ile birkaç bölgede %20 çok önemli görünmeyebilir. Ama sosyal demokrasinin 100 yıldır işçi sınıfı üzerinde boğucu bir hegemonya sürdürdüğü İngiltere'de bu sonuçlar ciddi bir siyasi depreme yol açmaya aday.
Birincisi, İşçi Partisi'nin tabanındaki binlerce, on binlerce Tony Blair düşmanı zaten Irak savaşının başladığı günden beri güvenebilecekleri, ciddi bir alternatif arıyor. Respect, seçimlerde ciddiyetini kanıtladı. İkincisi, seneye bu zaman, Respect'in Londra ve Birmingham'da birkaç belediyeyi ele geçirme olasılığı yüksek. Ondan sonrası ise, İngiltere siyasetinde yepyeni bir dönem olacak; işçi sınıfının, savaş karşıtlarının, ezilenlerin sesi duyulmaya başlayacak.
Neoliberalizme hayır!
Avrupa anayasası Türkiye'de yaygınca sanıldığı gibi demokrasinin, insan haklarının anayasası değil. Neoliberalizmi ve Avrupa'nın askeri saldırganlığını yasalaştıran bir anayasa. Fransa'da çarpıcı ölçüde yaygınlık kazanan, etkili olan "Hayır" kampan-yası sağcılarla faşistlerin milliyetçi kampanyası değil, birleşik solun yürüttüğü ve neoliberalizm ile militarizmi vurgulayan bir kampanya idi. En önemlisi, Komünist Partisi ile Ligue Communiste Revolutionnaire (LCR) ve Lutte Ouvriere (LO) adlı iki büyük troçkist parti, Sosyalist Parti tabanının yarıya yakını, ATTAC ve pek çok bağımsız birlikte çalıştı. Bin yerel "Hayır Kollektifi" kuruldu, on binlerce anayasa toplantısı düzenlendi.
Sonuçta, tüm kamu yoklamalarının gösterdiği gibi, işsizliğe, özelleştirmeye, sosyal harcamaların kesilmesine karşı olanlar kazandı. Türkiye'nin AB'ye girmesinin bu oylamada önemli bir konu olduğu düşüncesi ise, bütün dünyanın Türkiye ile ilgilendiğini zannedenlerin hüsn-ü kuruntusundan ibaret.
Fransa'daki oylamanın iki önemli etkisi oldu. Birincisi, Avrupa sermayesinin planlarına Avrupa'nın en önemli iki ülkesinden birinde ciddi bir darbe vurulmuş oldu. İkincisi, birkaç yıl önce LCR ile LO'nun cumhurbaşkanlığı seçimlerinde %10 almalarıyla başlayan sol birlik süreci dev bir adım daha atmış oldu. Şimdi, "Hayır" kollektiflerinin kalıcılaştırılması, tüm solun birlikte çalışmasının sürdürülmesi tartışılıyor.
Wahlalternative
Almanya'da Schröder'in SPD'sinin Ekim ayında seçimleri kaybedeceği kesin. Açık ki, milyonlarca insan bir daha neoliberal SPD'ye oy vermek istemiyor, ama sağcı CDU'ya da oy verecek değiller. Daha geçen sene bir grup sendikacının etrafında kurulan Wahlalternative eyalet seçimlerinde önce %2,2, sonra %4.2 oy alarak beklenmeyen bir başarı göstermişti, ama genel seçimlerde pek başarı şansı yoktu. Eski Doğu Alman komünist partisinin devamı olan PDS ise Batı'da bir varlık gösteremiyordu.
Bu ikisinin birleşmesi, ardından da SPD'den ilkeli bir şekilde istifa ettiği için sol sosyal demokratlar arasında hâlâ büyük prestij sahibi olan Lafontaine'in yeni partiye katılımı, Ekim seçimlerinde ciddi bir sol alternatif olacağı anlamına geliyor.
Almanya'da nıspi temsil sistemi olduğu için, sonbaharda Almanya parlamentosunda da savaşa ve neoliberalizme karşı sesler olacağı hemen hemen kesin.
Hareketin yeni
aşaması

Bu gelişmelere İtalya'da Refondazzioni Communista'nın, Danimarka'da Kırmızı-Yeşil ittifakının, Portekiz'de Sol Blok'un attığı adımları da eklersek, açık ki Avrupa'da bir şeyler oluyor.
Ne oluyor? Antikapitalist hareket, savaş karşıtı hareket, neoliberalizme karşı Seattle'dan beri dalga dalga yayılan muhalefet hareketi daha doğrudan siyasi bir mecraya dökülmeye başlıyor, siyasi temsil araçları ve partiler oluşturmaya başlıyor, egemen sınıfları bizzat kendi platformlarında, parlamentoda sıkıştırmaya başlıyor.
Geniş kitlelerin önündeki seçenek artık "neoliberalizmi sağ partiler mi uygulasın, sosyal demokrat partiler mi?" olmaktan çıkıyor. Neoliberal politikaları, savaş çığırtkanlığını tümüyle reddetme olanağı yaratılıyor.
Parlamentodan
bize ne?

Bütün bunlar devrimcileri ilgilendirmez diye düşünenler, parlamentodan bize ne diyenler olabilir. Hatta Türkiye'de olacağı kesindir.
Doğrudur; kapitalizm parlamentoda yıkılmaz, sosyalizm parlamentoda kurulmaz. Ama sosyalizm, geniş kitleleri kapsayan, harekete geçiren, özlemlerine ve taleplerine ses veren partiler yaratılmadan da kurulamaz. Egemen sınıfların her alanda karşısına çıkmadan, kendi çözümlerini dayatmalarını her alanda engellemeden de kurulamaz.
Kitlelerin siyasileşmesi, ra-dikalleşmesi, egemen sınıf-lara çeşitli alanlarda çelme takarak kendine güven kazanması, moral kazanması gerçekleşmedikçe, sosyalizmden, toplumu köklü bir şekilde dönüştürmekten söz etmek hayalcilikten ibarettir.
Evet, parlamento sınırlı bir alandır. Tek başına pek bir anlamı yoktur. Ama toplu-mun büyük çoğunluğu, bu-gün, "siyaset" deyince parlamentoyu anlar. Dolayısıyla, hareket bu alanda da kitlele-re bir alternatif sunmalıdır, gücünü burada da kanıtlamalıdır.
Avrupa'daki gelişmeler hem hareketin yükselmeye, güçlenmeye devam ettiğini gösteriyor, hem solun hareketten ders almaya devam ettiğini, giderek daha birleşik, daha kapsayıcı olmayı öğrendiğini gösteriyor. Darısı bizim başımıza!

Roni MARGULİES


Yunanistan’da grev dalgası

Yunanistan’da 50 bin banka işçisi ikinci haftadır grevde ve Avrupa çapındaki yeni liberal politikalara karşı ayaklanmanın yeni adımı olarak Yunan işçileri genel greve gidiyor.
Yunanistan’daki sağcı hükümet ücretleri düşürmek istiyor ve emeklilerden kesintiler yapmaya hazırlanıyor.
Hükümet banka ve liman işçilerine saldırıyor ama bu kesimlerde grev çok güçlü. İşçiler 1993 grev dalgasını hatırlatan sloganlar atıyorlar.