Sosyalist İşçi 239 (10 Temmuz 2005)

 

Sayfa 21:

Afrika adalet istiyor

İskoçya'da toplanan G8 ülkelerinin liderlerinin ele alacağı konulardan birisi de Afrika ülkelerinin borçları. Demba Moussa Dembele zengin ülkelerin söylemlerine kanmamak gerektiğini anlatıyor.

Bütün G7 ve G8 toplantıları "borçlar" konusunda vaatlerde bulunur. Ama sonunda bunların hiçbiri yerine getirilmez. Borçların silinmesi ya da azaltılması konusunda sayısız koşul öne sürülür. Bu, her seferinde böyledir.
Örneğin bir ülkenin borçlarının silinmesi için şeffaf ve hesap verebilir kurumları olması gerektiği söylenir. Bunun ne demek olduğunu hep biliyoruz. Yeni liberal politikaları uygulayacak bir devlet. Küresel sermayeye karşı şeffaflık istenir. Hesap ise elbette gene küresel sermayeye verilecektir.
1970'lerde ve 1980'lerde Afrika ülkelerinin çoğunun borçları ikili devlet ilişkile-rine bağlıydı. Yani bir ülke bir başka ülkeye borçluydu ve bu borçlanma esas olarak Soğuk Savaş yıllarında Batılı ülkelerin çıkarlarına hizmet ediyordu.
Borçlarla ilgili ilk adım kredi veren ülkeleri bir araya getiren Paris Kulübü tarafından atıldı. Borçların geri ödenmesi yeniden biçimlendirildi. Ne var ki "borç rahatlatması" krizi borçlu ülkeler açısından daha da derinleştirdi çünkü bir dizi yeni kural ve ceza getirdi.
Sonuç olarak Afrika ülkelerinin çoğunun borçları artmaya devam etti. Öyle ki 1970'lerde bu ülkelerin borçları ihracatlarının %1.5’i iken 1980'lerde %10'a, 1990'larda ise %27'ye çıktı.
Afrika ülkelerinin bu koşullar altında borçlarını ödemelerinin imkansızlığı ortaya çıkınca "yapısal uyum programları" devre-ye girdi. 1988'de Kanada Toronto'da toplanan G7'ler borç silme kararı aldılar.
O günden bu güne Afrika ülkeleri sürekli olarak borçları ile ilgili kararlarla karşılaşıyorlar. Sayısız "çözüm" girişimi ve sayısız koşullar işeri sürüldü.
İki ülke arasındaki ilişki ile oluşan borçlanmanın çözümsüzlüğü üzerine uluslararası kurumlar aracılığı ile borçlanma dönemi başladı. Ancak 1980'lerin ortasından itibaren uygulanmaya başlanan yapısal uyum programları Afrika ülkelerinin ekonomilerini tam bir felakete sürükledi.
Örneğin Sahra Altı ülkelerinin 1980'de %5 olan borçları 1990'da %25'e, 2000'de ise %40'a çıktı.
Bir çok ülke için, özellikle de en yoksul ülkeler için, Dünya Bankası başlıca kredi veren kurum haline geldi.
1996 Eylülü’nde borçlar konusunda yeni bir inisiya-tif başlatıldı. Bu yeni inisi-yatife göre bir ülkenin borçlarını sildirebilmesi için önce IMF/Dünya Bankası politikalarını başarı ile uygulaması gerekiyor.
İkinci olarak, IMF/Dünya Bankası borçların silinmesinde hiç bir biçimde sosyal ihtiyaçları göz önüne almamaya başladı. Örneğin Nijerya'nın 2004'de ödemesi gereken borcu 1.4 milyar dolar. Bu Nijerya'nın eğitime ve sağlığa harcadığından çok daha fazla.
Bir başka örnek ise Senegal. Bu ülkede borç-ların silinmesi için fıstık işleme tesislerinin özelleş-tirilmesi talep ediliyor. Özelleştirme komisyonu-nun başkanı dahi Dünya Bankası'nın kendilerinden, her ne pahasına olursa olsun tesisi özelleştirmelerini istediğini söylüyor.
Senegal köylü örgütünün lideri bu kararı Senegal köylülerine savaş ilanı olarak gördüklerini söylü-yor. Bu, Senegal’de yoksulluğun azaltılması olamaz.
IMF ve Dünya Bankası asıl olarak borçlu ülkelerin yoksulluğu ile ilgilenmiyor. Onlar borçlu ülkelerin işle-rine mümkün olduğunca çok karışmaya ve borcun mümkün olan en fazla kısmını tahsil etmeye çalışı-yorlar. Böylece ülkelerin ekonomilerini felç ediyorlar.
Sermayenin küresel örgütleri sık sık borçlu ülkelerdeki yozlaşmış, beceriksiz yönetimlerden bahseder. Böylelikle bu ülkelerin yoksulluklarının nedeninin yapısal uyum programları değil, bu olgular olduğuna kamuoyunu inandırmaya çalışırlar.
Oysa Afrika ülkelerinin borçları bütünüyle Batılı ülkelerin geçmiş sömürgeciliklerinin ve Soğuk Savaş yıllarında işlerine gelen Batı yanlısı diktatörleri işbaşına getirmelerinin ürünü.
Bu rejimlere verilen borçlar halkın ihtiyaçlarına değil bu rejimlerin ihtiyaçlarına, sonuç olarak Batının ihtiyaçlarına harcandı. Ayrıca alınan borçların büyük bir kısmı iş başındaki diktatörler tarafından yağmalandı.
Dolayısıyla aslında Afrika halklarının kimseye borcu yok, dolayısıyla "kredi veren" ülkelerin de hiç bir alacakları yok.
Öte yandan Afrika'nın borçları bugüne kadar defalarca geri ödendi. Nijerya devlet başkanı "Nijerya'nın 19 milyar dolarlık borcu 2 misliyle ödendi ama hala bizden ödeme yapmamız isteniyor. Borcun cezasını, cezanın cezasını ödememiz isteni-yor" diyor.
Afrika'nın geri kalanında durum nasıl? 1970-2002 yılları arasında Afrika ülkeleri toplam 540 milyar dolar olan borçlarına karşılık 550 milyar dolar ödemişler. Ama daha hala 300 milyar dolar borçları var. Sahra Altı ülkeler 294 milyar dolar borçları için 268 milyar dolar ödemişler ve hala 210 milyar dolar borçları var.
Oysa aslında Batılı ülkelerin, onların finans kurumlarının, çokuluslu şirketlerin Afrika ülkelerine ödenmesi mümkün olmayan büyüklükte borçları var. Kölecilik, soy kırım, doğanın mahvedilmesi, sömürgecilik ve son olarak da yapısal uyum programlarının tahribatı.
Bütün bu yıkımın oluşturduğu mali yük "borç veren" ülkelerin Afrika'ya borcu olarak duruyor.
Afrika'nın borçlarının tek bir çözümü var: En kısa zamanda IMF ve Dünya Bankası'na olan bütün borçlar koşulsuz bir biçimde silinmelidir.
Böylesi bir tedbir 1953 yılında Batı Almanya için alınmıştı. 1953'de Batı Almanya'nın borçlarının yarısı koşulsuz silinmişti. Geri kalanı düşük faizle uzun dönemli bir ödeme planına bağlanmıştı. Borç ödemesinin ülkenin ihracatının %3.5'ini geçmemesinde anlaşılmıştı.
Batı Almanya için yapılabilen Afrika için de yapılabilir.
IMF ve Dünya Bankası'nın bütün koşulları sona erdi-rilmelidir. Bu politikalar Afrika'nın yoksullaşmasından, ülkelerin ekonomile-rinin çökmesinden başka bir işe yaramamıştır.
Afrika'dan çalınıp götürülen zenginlikler geri verilmelidir.


“Zafer bir gecede gelmeyecek”
Irak Dünya Mahkemesi İddia Heyeti Başkanı sıfatıyla açılış ve kapanış konuşmalarını yapan Uluslararası hukuk profesörü, UNESCO Barış Ödülü sahibi Richard Falk ile yapılan bir ropörtajdan derleme yaptık.
Uluslararası hukuk ve kamu vicdanı
Irak savaşı özellikle uluslararası hukuka ciddi şekilde zarar veriyor.
Savaştan önceki dönemde, 15 Şubat'ta, 80'den fazla ülkedeki gösterilerde küresel düzeyde bir mobilizasyon oluştu. Ben bu mobilizasyonu kendi adıma "ahlaki küreselleşme" olarak adlandırıyorum. Dünya vatandaşlarının uluslararası hukuku doğru bir şekilde anlama çabası içinde oldukları Irak Dünya Mahkemesi bu ahlaki küreselleşmenin ikinci bir ifadesi olarak görülebilir.
Mahkeme, dünyadaki halkların adalet duygusunun yeniden oluşturulması, adaleti ve adaletsizliği anlama konusunda attıkları bir adımdır. Bu mahkeme sadece bir adım, hiçbir şeyi telafi etmek için yeterli değil. Ama biz burada insanların sözcülüğünü yapıyor ve gerçekleri dile getiriyoruz.
Demokrasi konusundaki tüm fikirler bu savaşta büyük zarar gördü. Bugün Irak'ta demokrasi yerine yeni bir tür emperyalist hakimiyet ve diğer bölgelere hakim olan bir tür sömürgecilik. Bugün demokrasinin dili Amerika tarafından diğer bölgelerdeki halklara kendi politik yaşam tarzını, yaygın savaşları ve çok negatif bir politik enerjiyi zorla kabul ettirmek için kullanılıyor.
Medyanın rolü
Amerikan medyası bu saldırgan savaşa destek sağlama konusunda önemli bir rol oynadı. Medya bu savaşın Irak'tan gelen tehditlere karşı bir savunma savaşı olduğu ve Irak'ın 11 Eylül'ün sorumlusu olduğu konusunda birçok Amerikalıyı ikna etmeye yardım etti.
Avrupa, Türkiye ve Arap medyası daha bölünmüş durumda. Türk halkı, özellikle 1 Mart'ta tezkerenin meclisten geçmesini engellediğinde, büyük bir umut ve güç verdi. Fakat aynı zamanda hükümet Amerika'yla stratejik ilişkilerini korumaya devam etti ve İncirlik Üssü'nün kullanılmasına izin verdi.
Mahkemenin savaş karşıtı harekete etkisi
Irak Dünya Mahkemesi savaş karşıtı harekete, savaşa karşı çıkma noktasında, uluslararası hukukun uygulanabilirliği konusunda oldukça ikna edici veriler sunacak, dünyadaki harekete, Irak'taki gerçekleri anlatan politik belgeler sağlayacaktır.
Bu, dünyanın diğer yerlerindeki insanlara daha aktif olmaları, belki Amerikan ürünlerini boykot etmeleri, kampanyalar başlatmaları, Irak'taki yabancı birliklerin geri çekilmesini talep etmeleri için bir ilham kaynağı olabilir.
ABD'nin tutumu ne olacak?
Amerika Mahkemesi'yi hiçbir şekilde dikkate almıyor. Fakat Amerikan toplumunun bir bölümünün dikkate alacağını ve Amerikan hükümetine, başta Irak olmak üzere, dünya politikasını değiştirme konusunda baskı uygulayacağını umuyoruz.
15 Şubat 2003'de gerçekleşen gösteriler bir adımdı, Irak Dünya Mahkemesi ikinci adım. Fakat bu bir süreç ve bir mücadele, sabır gerekiyor. Zafer hemen bir gecede elde edilmeyecek. Hemen zafer bekleyenler hayal kırıklığına uğrayabilir.