Sosyalist İşçi 239 (10 Temmuz 2005)

 

Sayfa 22:

Kazım Koyuncu
Çernobil’in kurbanı

26 Nisan 1986'da yaşanan ve dünyanın en büyük çevre felaketlerinden biri olan Çernobil nükleer san-trali patlaması Hiroşima'da patlayan atom bombasının 500 katı radyasyon yaydı. Radyoaktif serpinti hem ışıma yoluyla doğrudan, hem de topraktan besin zincirine geçerek, tüm canlıları radyasyona maruz bıraktı. Patlamadan sonra Karadeniz çevresindeki pek çok ülkede kanser sa-yısında çok hızlı bir artış yaşandı. Bugün 3 milyon çocuğun tedavi görmesi gerekiyor, 3 milyon yetiş-kinse halihazırda kanser mağduru. Gelecekte de sırf bu kazadan dolayı 7 mil-yon 100 bin kişinin ciddi problemler yaşayacağı he-saplanıyor. Örneğin Uk-rayna'da sakat doğumlar ve büyüme bozuklukları kazadan sonra %230, Beyaz Rusya'da %180 arttı.
Türkiye de kazadan doğ-rudan etkilenen komşu ül-kelerden biri. Özellikle Ka-radeniz ve Trakya bölgele-rinde kanser vakalarında çok büyük bir artış var. Sinop'ta neredeyse kanser dışında ölüm nedeni kalmadı.
Karadeniz'in geleneksel ürünleri olan çay ve fındık büyük miktarda radyas-yona maruz kaldı. Döne-min Sanayi ve Ticaret Ba-kanı Cahit Aral ise televizyonlara elinde çayla çıkıp çayın radyasyondan etkilenmediğini anlatıp durdu.
Oysa bu çaylardan yurtdışına satılanlar geri yollanmış, ODTÜ'de hazırla-nan bir raporla radyasyon belirlenmişti.
Çok basit önlemler bile alınmadı. Örneğin radyas-yon bulaşmış besin madde-ler toplatılıp imha edilebi-lir, insanlara iyot tabletleri dağıtılabilir, radyoaktif bulut Türkiye'ye yaklaşır-ken insanlara evden çıkmama çağrısı yapılabilirdi. Bunun yerine, halkın kar-şısına geçip alay eder gibi çay içmek tercih edildi.
Anti kapitalist hareketin yol arkadaşı, Karadenizli sanatçı Kazım Koyuncu iş-te bu politikaların kurbanı oldu. O günden bu yana 108 bin kişi kanserden öl-dü. İktidarın ise kulakları sağır.
Kazım Koyuncu sanatın doğasına uyan muhalif bir sanatçıydı. Artvin'den Bergama'ya kadar siyanürlü altın aramalarına karşı kampanyalara katıldı.
Öne-mi bugün bir kez daha ka-nıtlanan nükleer santral karşıtı kampanyalarda yer aldı. Savaş karşıtı hareket başladığında o da sokağa çıkanların ön saflarındaydı. Sanatını da bu uğurda silah gibi kullandı.
Kazım'ın katili nükleer santraller inşa eden, kar uğruna insan hayatını hiçe sayan, "bize bulaşmadı" diye tüm Türkiye halklarına yalan söyleyen bu sistemin sahipleridir. Hepsi tarih önünde hesap verecek, Kazım'ın anısı sokaktaki mücadelede yaşayacak.

1972'de Hopa'da doğan Kazım Koyuncu, 1993 yılında Mehmedali Barış Beşli ile birlikte dünyanın ilk Lazca rock müzik grubu Zuğaşi Berepe´yi (Denizin Çocukları) kurdu.
Zuğaşi Berepe ile 1995'te "Va Mişkunan" (Bilmiyoruz), 1998'de de "İgsaz" (Gidiyor) isimli albümleri yaptı. Lazca müziğin ve Laz kültürünün gelişmesinde önemli katkıları olan Koyuncu 2001 yılında ilk solo albümü Viya´yı çıkardı.
İkinci solo albümü "Hayde"yi Nisan 2004'te çıkaran Kazım Koyuncu, yaklaşık 6 aydır kanser hastalığıyla mücadele ediyordu.


Biz bu savaşı durdurabiliriz
Bir zaferin şahitliği
Metis yayınlarından çıkan "Antikapitalist Hareket için Kılavuzlar" serisinin 13. kitabı çıktı. Türkiye'deki antikapitalist/savaş karşıtı hareketin hatırlarda kalan, kararlı ve özde "devrimci" sloganı "Biz Bu Savaşı Durdurabiliriz" kitabın ismine de ilham kaynağı olmuş. Hareketin içinden bir aktivist olan Şenol Karakaş'ın yazdığı kitapta "komitacı" Roni Margulies'in önsözü ve fotoğrafçı Ali Öz' ün tarihe tanıklık eden fotoğrafları da bulunuyor. Kitap, 2001 yılının sonlarında Savaşa Hayır Platformu'nun kuruluşundan 1 Mart tezkeresinin reddedildiği o tarihi güne kadar hareketin tarihçesini anlatıyor. Bu kitapta bir grup savaş karşıtının başlattığı Savaşa Hayır Platformun'dan Irak'ta Savaşa Hayır Koordinasyonu'na, Türkiye'nin Seattle'ı 1 Aralık gösterisinden 100 bin kişilik 1 Mart zaferine, sayısız toplantı ve her ay yapılan kitlesel mitinglerden, en umulmadık yerlerde ortaya konulan alternatif eylemlere kadar çok yoğun bir takvimin güncesini bulacaksınız.
Aynı zamanda, savaşın nedenle-ri üzerine yapı-lan tespitlerin yanında, bu günce ile hare-ketin mimarı o-lan yeni bir ku-şağın karakteri ve beklentileri de yer alıyor.
1999 yılında yapılan o meş-hur eylemin yarattığı hava, yani Seattle ruhu, 11 Eylül olayları sonrasındaki açıklamalar ve dünya kamuoyunun tutumu, Savaşa Hayır Platformu'nun kuruluş aşamasında yer alan aktivisterin çıkış kaynağı oluyor. Ama tabii ki her şey toz pembe değil; bütün bu sorunlara rağmen karşılıklı yaşanan tartışmalar, Türkiye solunun büyük bir kısmının "dar grupçu" tutumuna rağmen "Birlik içinde çeşitlilik" anlayışıyla bu sorunlar aşılmaya çalışılıyor. 156 örgütün oluşturduğu, o zamana kadar Türkiye'deki en büyük savaş karşıtı mücadele platformu yoğun çabalarla kuruluyor. 1 Aralık eylemi ilk kez eşcinsellerden sendikalara, feministlerden sosyalistlere kadar geniş bir yelpazeyi savaşa karşı yan yana getirdikten sonra, her ay yapılan eylemler, uzun bir aradan sonra rüzgarı bizim yanımıza çekiyor. Kitap tam da bu rüzgarın, yerel platformların inisiyatifi, aşağıdan örgütlenme, tek konulu kampanya mantığı üzerinden yükselmiş olan 1 Mart zaferinin basit insanlar tarafından gerçekleştiğine inatla vurgu yapıyor. Tarihin büyük insanlar tarafından yapıldığı tezine karşı tarihin öznesi olan kitlelerin mücadelesini savunuyor. Bunun yanında sadece örgütlerin yan yana gelip, sekterliğin derin sularında yol alma çabasına karşı da, "yarın" açısından yeni dersler de çıkarılmış. Bu derslerle, tek konulu kampanya ve birey inisiyatifi vurgusu (örgüt-lülük reddedilmeden) daha fazla öne çıkarılıyor. Bu kitap, aslında bugünkü savaş karşıtı platform olan Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu'nu anlamak isteyenler açısından iyi bir referans kaynağı olacaktır.
Türkiye'de hareket var mı yok mu? Dünya antikapita-list/savaş karşıtı hareketi görmezlikten gelerek zafer kazanılabilir mi? Başka bir dünya mümkün mü? Ne yapmalı, nasıl yapmalı? Bu soruların cevabı yazarın mütevazı ama bir o kadar da güvenli ve kararlı üslubuyla yanıt buluyor.
Kitabı okuduğumuzda ben ve bir çok aktivist zafer duygusunu sanki dün yaşamışçasına tekrar tattık. Bu anlamda o süreçte hareketin inşasına göbeğinden ya da ucundan katkı sağlamış herkes açısından "o dönemin gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçmesi" garantidir. Harekete yeni katılmış aktivistlerin, yarını beraber kurmak telaşı ve heyecanına heyecan katacaktır. Bu anlamda hareketi bir yerinden anlamak isteyenler için iyi bir kaynak. Kazanacağımız o koca dünyanın mimarlarının kendimiz olduğuna inananlar için iyi bir ışık tutucu olan "Biz bu savaşı durdurabiliriz" isimli "bizim kitabımız" her aktivistin kitaplığında bulunmalı.
Tolga ŞİRİN


Live 8 ve Afrika müziği
Afrika müziğinin baskıya karşı sosyal bir mesajı var
Live 8'i düzenleyenler programlarını açıkladıklarında Afrikalı müzisyenlere ağır bir hakarette bulundular. Londra'daki programda herkes vardı ama tek bir Afrikalı müzisyen yoktu. Oysa Afrikalı müzisyenler sayısız kere İngiltere'de ve Fransa'da konser salonlarını tıka basa doldurmuşlardı. Afrika'da ise büyük bir ilgi görüyorlar. Ve Live 8 Afrika için yapılıyordu! Tam bir utanmazlık.
Afrika müziğinin bir çok tarzı var. Batı Afrika'da Afro-beat, Kongo'da OK Jazz gibi.
Çeşitli müzik biçimleri Afrika müzi-ğini geliştiriyor. Batı müziği ise dışardan Afrika'ya geliyor. Afrika'daki popüler müziğin, biri Afrikalı, diğeri yabancı iki temeli var. Afrika pop müziği büyük kültürel ve ticari merkezlerde gelişiyor.
"Manding swing" Batı Afrika'dan, Swahili sesleri Doğu Afrika'dan geli-yor. "Jive" ya da jazz ise Güney Afrika'dan.
Arap etkisi altındaki müzik ise Kuzeyden geliyor. Makossa ya da "özgürlük" müziği Zimbabwe ile Mo-zambik arasındaki bölgeden çıkıyor.
Ben şimdi Kongo Demokratik Cumhuriyeti diye anılan Zambia'da doğdum. O vakit OK jazz popülerdi. Mobutu diktatörlüğü boyunca müzisyenler politik olamıyorlardı.
Ancak gene de, mesela, Franco gibi müzisyenlerin şarkılarındaki sosyal mesajlar toplumun şekillenmesinde rol oynadı. Müzisyenler AIDS'e karşı toplumu uyarırken aynı zamanda cinsiyetçiliğe karşı da mücadele ettiler.
Franco köylerden gelen monolog-lara dayalı hikaye anlatıcılığı ile haberleri etrafa yayıyordu.
Benim için en önemli müzisyenlerden birisi "Siyah Başkan" diye adlandırılan Nizeryalı Fela Anikulapo'dur. Yoksullar için hiç yorulmadan kampanya yaptı. Düzene karşı müziği milyonların onu sevmesinin nedeni oldu.
Fela Afrikalı-Amerikalı jazz, soul ve funk müziğini geleneksel Nijerya ve Batı Afrika ritimleri ile birleştirdi. Çoğu zaman Nijeryalı yoksulların kullandığı kırık bir İngilizce ile şarkılarını söyledi.
Nijerya egemen sınıfı Fela'ya hep saldırdı. 1980'lerin çoğunu hapiste geçirdi.
Batılı büyük şirketlerin soygunlarını anlatan şarkısı Nijerya'daki o zamanki rejimi öylesine kızdırdı ki bin kadar asker Fela'nın evini basarak annesini ve kardeşini pencereden dışarı attılar. Fela daha sonra annesinin şapkasını diktatörün evinin merdivenlerine koydu.
İşte Live 8 bu müzik kültürünü dışarıda bırakarak Afrika'ya "yardım elini" uzatıyor!
Makola MAVAMBİKA