Sosyalist İşçi 239 (10 Temmuz 2005)

 

Sayfa 8:

Kürt sorunu,
çatışma ortamı ve aydınların imzası…


Geçtiğimiz ay, onlarca aydının imzaladığı bir metin basına ve kamuoyuna duyuruldu.
Basından yoğun bir ilgi gören metinde şunlar yazıyordu:

“Biz aşağıda imzası bulunanlar
“Son günlerde yoğunlaşan çatışma ortamından derin kaygı duyuyoruz.
“Sadece geçen ay 50’ye yakın insanımızı yitirdik.
“15 yıl süren ve 30 bini aşkın insanımızın kaybına yol açan, taraflarca “düşük yoğunluklu çatışma” veya “kirli savaş” olarak adlandırılan dönemin acıları, milyonlarca insanımızı derinden yaraladı.
“Artık insanlarımız ölmesin, barış içinde ve adil bir yaşam sürelim.
“PKK’nın silahlı eylemlere derhal ve önkoşulsuz son vermesini istiyoruz.
“Hükümetin, kalıcı barışın sağlanması ve herkesin demokratik toplumsal hayata katılabilmesi için gerekli yasal düzenlemeleri gerçekleştirmesini talep ediyoruz.”

Bu metin önemli bir eksiklik taşıyor. Kürt hareketinden kesin bir talepte bulunurken, hükümete aynı kesinlikle seslenmiyor. PKK’ye kati bir biçimde çağrı yaparken hükümetten yasal düzenleme yapması çağrısında bulunuyor. İmza metni bu yüzden, imza verenlerin niyetinin ötesinde yanlış anlamaya uygun bir politik içeriğe sahip. Sanki çatışma ortamının sorumlusu Kürt hareketiymiş gibi, “PKK silahlı eylemlere derhal ve önkoşulsuz son ver”diğinde çatışma ortamı sona erecekmiş izlenimi yaratıyor.
Barış süreci…
PKK lideri Abdullah Öcalan Kenya’da yakalandığında o döneme kadar zaman zaman dile getirdiği barış talebini daha kesin bir strateji olarak ifade etmeye başladı.
Binlerce insanın yaşamını yitirdiği bir savaşın ilelebet sürmesini bekleyen sol örgütler, bu barış çağrısını, “döneklik”, “ihanet” gibi suçlamalarla değerlendirse de Abdullah Öcalan özellikle yargılandığı mahkemede yaptığı savunmayla daha fazla kan akıtılmasına izin verilmemesi gerektiğini açıkladı.
Bu açıklamanın gereği olarak da saldırılar durdu, gerillaların ezici çoğunluğu sınır dışına çıktı. Barış süreci başladı…
Barış sürecinin samimi bir adım olduğunu kanıtlama çabasının ürünü olarak, çeşitli gruplar halinde gerillalar Türkiye’ye gelerek cezaevlerine girdiler.
Kürt hareketi barış için bir dizi adım daha attı. Kürt hareketinin merkezlerinden “Demokratik Türkiye”, “Birlikte yaşam” formülleri üretilmeye çalışıldı. Kürtler ayrılmak istemediklerini, kimliklerinin, dillerinin ve siyasal varlıklarının tanınmasına bağlı olarak gelişecek demokratik bir yapılanma içinde Türklerle birlikte yaşamak istediklerini daha yüksek sesle anlatmaya başladılar. Bu dönem boyunca barış en çok kullanılan, en çok atılan slogan haline geldi.
Devletin tutumu
Kürt hareketinin barış sürecinde ısrar etmesi, tersi düşünülse ve bazı çevrelerce devlete teslimiyet olarak görülse de, devleti zora soktu.
Savaşmaya göre örgütlenmiş, savaş alışkanlıklarıyla şekillenmiş ve savaştan çıkar ve statüko elde ederek yaşamını sürdürmüş olan bir dizi güç kısa bir süre ne yapacağını bilemez hale geldi. Bu güçler barış sürecine en başından beri karşı çıksalar ve “Öcalan’ın idamı” talebini yüksek sesle dile getirseler de idamın kaldırılması toplumsal gerginliğin önemli ölçüde azalmasına neden oldu.
Fakat tüm barış sürecinde devletin attığı hemen hemen tek adım, idamın kaldırılması oldu. Kürt hareketi genel af ve siyaset yapma hakkı talep ederken devlet pişmanlık yasasını çıkarttı.
Anadilde eğitim talebine yanıt, tv’den uyduruk yayınlar yapmakla sınırlanırken Eğitim-Sen gibi kitlesel bir örgütlenme bu hakkı savunduğu için kapatılmaya çalışılıyor.
Dönem dönem Abdullah Öcalan üzerinde aylar süren tecrit politikaları uygulandı. Bölgede savaş halinden olağan hale geçiş tedrici bir biçimde yaşanmaya başlansa da Kürt hareketinin barış sürecini yaygınlaştırmasının önü bir dizi dinamiğin etkilemesiyle siyasal olarak açılamadı.
Devletin savaş isteyen kanadı, milliyetçiliğin yarattığı etki, solun yanlış tutumları, CHP’nin muhafazakar devletçiliği ve nihayet Kürt hareketinin kendi yanlışları bu sürecin yavaş yavaş tıkanmasına neden oldu.
Yeniden çatışma ve aydınların bildirisi
2003 yılının sonlarından itibaren Kürt hareketi “ateşkesi” bozacağını duyurmaya başladı. Sonuç olarak aydınların kendilerini hızla refleks göstermek durumunda buldukları, “düşük yoğunluklu savaş öncesi” bir duruma geldik.
Yeniden şehit cenazeleri, milliyetçi gösteriler, gerilla cenazelerine saldırı ve kitle gösterilerinde ölümler yaşanmaya başlandı.
Aydınlar bildirisi, bu dönemde, Kürt hareketinin bütün düzeylerince de ifade edildiği gibi, eksiklikleri barındırsa da, desteklenmesi gereken bir pratik sürecin başlamasına yardımcı olabilir. Kürt hareketi esas olarak çatışma değil barış talebinin muhatap bulmasını istemektedir.
Aydınların girişimi bu barış talebinin daha yüksek sesle çıkması için atılan bir adım olarak görülebilir.
Çatışma ortamının toplumu hızla peşinden sürükleyebileceği tehlikeli uçları işaret etmesi açısından da bu girişim bir uyarı görevini yerine getirebilir.
Sosyalistler arabulucu değil, ezilenlerle birlikte taraftırlar.
Ama ezilenlerin lehine sonuçlanacak pratik arabuluculuk girişimlerini desteklemek sorunun toptan çözümünde atılacak önemli bir ilk adım olabilir.

Emperyalizm Afganistan’ı mahvediyor

Çok kısa bir süre önce kurulan G8’e Hayır İnisiyatifi 2 hafta süren bir kampanyanın sonucunda İstanbul’da Taksim gezi Park’ta basının yoğun ilgi gösterdiği bir basın açıklaması düzenledi. .
İki hafta boyunca 8 sayfalık bir broşürden 1.000 adet dağıtıldı.
16 Temmuz günü Karakedi’de (Büyükparmakkapı Sk, Hayat Apt, Kat:4 İstiklal Caddesi, Beyoğlu) İskoçya’dan gelecek aktivistlerin katılacağı bir toplantı yapılacak.

Irak’ta ABD saldırıları hergün devam ederken Afganistan’da da çatışmalar giderek yoğunlaşıyor. Son olarak birhavadan bombalama sonucu 17 köylü öldü.
Direnişçiler daha çok Afganistan’ın güneyinde ve doğusunda aktifler.
Çatışmalar Afganistan!ın “kuratrılmasından” 3 yıl sonra ve Karzai’nin kukla hükümetinin “seçilmesinden” bir yıl sonra iyice yoğunlaştı.
Afganistan’dan yeni dönen Elaheh Rostami Povey “kırsal alanda yaşayanların yüzde99’unun, şehirlerde yaşayanların ise yüzde 69’unun suyu yok” diyor ve ekliyor: “her sekiz çocuktan biri pis sudan dolayı öküyor.”
“Başkent Kabilve diğer kentlerde yaşayanların günde sadece bir kaç saat elektrikleri oluyor.”
“Bütün yabancı kurumların kendi elektrik jeneratörleri ve su kaynakları var. Bu kurumlar ABD askerleri tarafından korunuyor.”
“Afganistan’da bugün insanların ortalama ömrü 44. Her 30 dakikada bir bir kadın gebelikten doğan sorunlardan dolayı ölüyor.”
Bütün bunlar yoksulluğu tarih yapabileceklerini iddia eden G8 ülkelerinin işgali altında gerçekleşiyor.
Afganistan’da Türk askerleri de var.