Sosyalist İşçi 242 (6 Ekim 2005)
BAŞYAZI
Türk milliyetçiliğine dikkat!
3 Ekim’de Avrupa Birliği ile müzakerelerin başlaması kim ne derse desin yeni bir dönemeçtir.Önümüzdeki dönemde işçi ve em ekçi yığınların mücadelesinde AB ile ilişkilerin geldiği yeni aşama belirleyici olacaktır ve bu müzakereler sürdüğü dönem boyunca devam edecek. Yani en az 10-15 yıl.
Yeni dönemde karşımıza çıkacak iki önemli çatışma konusundan birisi ekonomik gelişmelerdir. Zaten IMF politikalarını harfiyen uygulayan AKP hükümeti 3 Ekim’den aldığı hızla çok daha güçlü bir biçimde saldıracaktır. AB’ye katılma süreci de Türkiye işçi ve emekçilerini yeni liberal politikalara daha da açık hale getirmektir.
Bu noktada yoğun bir direniş gerekiyor.
Karşılaşacağımız ikinci mücadele alanının ilk çatışmalarını zaten yaşıyoruz: Kürt sorunu, Ermeni sorunu ve Kıbrıs.
Açık ki AB Türkiye’nin Kıbrıs’ta ki konumunu kabul etmeyecek ve Kıbrıs Cumhuriyeti Türkiye tarafından eninde sonunda tanınacaktır.
Aynı şey Ermeni sorununda da geçerlidir. Bir konferans düzenlemesiyle Türkiye bu vebalden kurtulamaz. Katliam/soykırım resmen tanınmak zorundadır.
Son olarak ise Kürt sorununun demokratik çözümü doğrultusunda ciddi adımlar atılmak zorundadır.
Bütün bu konularda sola, devrimci sola önemli görevler düşüyor.
Ama öte yandan hem sağ hem de sol milliyetçilik “vatan elden gidiyor” diye ayaklanacaktır. Bugüne kadar kimi örneklerini gördüğümüz milliyetçi hareketlilik artacaktır. Öyleyse solun, devrimci solun en önemli görevlerinden birsi de Türk milliyetçiliğine karşı aralıksız bir mücadele vermektir.
Avrupa’dan alınacak bir ders
Avrupa solu (sosyal demokratlar dahil) ve hatta Yeşillerin Avrupa Birliği içinde Türkiye’ye karşı gelişen ırkçı tutuma karşı verdikleri mücadele Türk solu için çok öğretici olmalıdır.
Avrupa solu ve Yeşiller bütün bu süreç içinde ırkçılığa karşı net bir tutum aldılar.
Hem solun hem de Yeşillerin Türkiye’deki demokrasiye karşı eleştirileri olduğu biliniyor. Bunu bugüne kadar çok sık ifade ettiler. Fakat bu son süreçte bütün oklarını sadece ve sadece kendi ülkelerindeki ırkçılığa ve islam düşmanlığına yönelttiler.
Kürt sorununda önce Kürtlerden talepler ileri sürenler, önce “Kürt etnik milliyetçiliği” diyenler umarız bu tutumdan biraz olsun etkilenirler.
Nedir bu ‘yeni sol’?
Emek hareketinin yeniden güçlenmesi, mücadeleci bir hale gelmesi, ülke politikalarında belirleyici güçlerden biri olması açık ki tüm sol için gelişme olasılıkları yaratacaktır. Marksist ya da değil, solun gelişmesi ancak böyle mümkündür
Yeni sol çokca tartışılan bir kavram haline geldi. Kimileri bu kavrama karşı ciddi bir endişe duyuyorlar. Kavramın marksizmin terk edilmesinin bir yöntemi olarak görenler var. Kimileri ise gerçekten de ‘yeni sol’ kavramını tam da bu amaçla kullanıyorlar.
Ne olursa olsun ‘yeni sol’ terimi giderek yaygınlaşıyor. Sosyalist İşçi gazetesi de uzun bir süredir yeni sol kavramını ısrarla kullanıyor.
Yeni hareket
Yeni sol kavramını tartışmak için öncelikle yeni hareketi kavramak gerekir. Seattle gösterisi ile birlikte ortaya çıkan yeni hareket büyük bir çeşitlilik gösteriyor. İçinde çeşitli eğilimlerde sosyalistler, anarşistler, çevreciler, feministler, sendikalı işçiler vs yer alıyor.
Bütün bu farklı eğilimler o güne kadar birlikte eylem yapmakta zorlanırken, Seattle ile birlikte eylem yapmanın ötesinde yanyana gelerek tartışıyorlar. Sosyal forumlar bütün bu farklı eğilimlerin başka bir dünya arayışlarını bir araya gelerek tartıştıkları platformlar durumunda.
Yakın zamana kadar birbirleriyle hiçbir ilişkileri olmayan hatta sık sık birbirlerine karşı düşmanca davranan çeşitli eğilimlerin yanyana gelerek tartışmaları ve eylem yapmaları bütünüyle yeni bir olgu. Çünkü Seattle ve onu izleyen süreçte hemen herkes asıl düşmanın ortak olduğunu kavramaya başladı. Antikapitalist hareketin şekillenmesi böyle oldu.
Antikapitalist hareketin ortaya çıktığı günlerde yaşanan iki önemli olgu daha var. Bunlardan birincisi 1995’de Fransa’da başlayan ve ardından yavaş yavaş gelişen işçi hareketi. Henüz bu hareketin antikapitalist hareket gibi bütün dünyayı saran bir yükselişinden söz etmek mümkün değil ama zaman zaman güçlü ve etkileyici çıkışlar yapabilmekte.
Diğer taraftan ise artık 1980’ler ve 90’ların ilk yarısında olduğu gibi ortada güçlü bir “işçi sınıfının devrimci misyonu bitti”, “işçi sınıfı geriliyor” tartışması yok. O yıllarda sendika hareketini bile sarmış olan bu düşünce bugün çok büyük ölçüde gerilemiş durumda.
İkinci önemli gelişme ise sosyal demokrasinin büyük kesimlerinin artık bütünüyle liberalizme kaymış olmasıdır. İktidarda yer alan birçok sosyal demokrat parti yeni liberal politikaların en sert uygulayıcıları haline gelirken emekçi yığınlar için büyük bir boşluk oluşturdular.
Kimi ülkelerde savaş karşıtı hareketten (İngiltere) ya da yeni liberal politikalara karşı sürdürülen direnişten (Almanya) ortaya çıkan sol partilerin kısa zamanda büyük seçim başarıları kazanmalarının nedeni de bu.
Nasıl bir sol?
Açık ki antikapitalist hareket içinde yer alanların çoğunluğu marksist değil. Hatta büyük çoğunluğunun marksist olmadıklarını söylemek mümkün. Ancak kendisine marksist diyenlerin önemli bir kesiminin de antikapitalist hareket içinde yer almadıkları da biliniyor. Hele Türkiye’de bu çok daha kesin bir gerçeklik.
Antikapitalist hareketin içinde marksistlerin bugünkü etkisi sınırlı ama hareketin bütününün karakteri ve eği-limleri marksistler için birlikte hareket edilebilecek büyük, çok büyük bir alan oluşturmaktadır. Antikapitalist hareket ve onun çeşitliliği olmasaydı açık ki marksistlerin önderliğinde inşa olan savaş karşıtı hareketin bütün dünyada ulaştığı devasa boyuttan bahsetmemiz mümkün olmazdı.
Yeni sol, herşeyden önce bu en geniş harekettir. Bu hareket içinde yer alan farklı unsurlar dünden farklı bir biçimde bugün aynı politik eğilimlere sahip olabilmekte ve birlikte hareket edebilmektedirler. Sosyalistler düne oranla çok daha ciddi bir biçimde çevre sorunları için kampanya yaparken, çevreciler de savaşa karşı ya da sosyal adalet için de açılan kampanyalara katılmakta ve kapitalizme karşı mücadelede yer almaktadırlar. İşte yeni sol kabaca böyle ifade edilebilir.
Bazı eski marksistlere göre sorun sosyalistlerin yeniden şekillenmesidir. Yani sorun marksizmi farklı yorumlayanların aralarında tartışmaları ve anlaşmalarıdır. Oysa bu süreç çok uzun bir süredir yaşanmaya çalışılmaktadır ve hiçbir işe yaramadığı ortadadır.
Oysa, yeni haliyle solu bir araya getiren atılımların elde ettiği başarılar (Fransa, Almanya, Brezilya, İngiltere vs.) tartışmaya yer vermeyecek ölçüde büyük. Sol bu adımlar sayesinde yeniden emeğin temsilcisi haline gelmeye başlıyor.
Ne yapmalıyız?
Eğer emek hareketi ile marksistler arasında büyük bir açı varsa bunu ortadan kaldırmanın yolu yeni solun sendika hareketini de kapsayan bir biçimde politik bir örgütlenme haline gelmesidir.
Emek hareketinin yeniden güçlenmesi, mücadeleci bir hale gelmesi, ülke politikalarında belirleyici güçlerden biri olması açık ki tüm sol için gelişme olasılıkları yaratacaktır. Marksist ya da değil, solun gelişmesi ancak böyle mümkündür.
İşte biz, tam da bu nedenle var olan “köhnemiş” örgütlerin değil de esas olarak hareketin inşasının öne çıkarılmasının gerekliliğini bu nedenle güçlü bir biçimde savunuyoruz.
Devrimci marksist bir örgüt bu dönemde ancak hareketin yaygın ve güçlü inşası aşamasında kendisini de inşa edip geliştirebilir. Gerisi sadece sekterlik olacaktır ve bugün sekterliğin hiçbir ama hiçbir gelişme şansı yok!
F. ALOĞLU