Sosyalist İşçi 242 (6 Ekim 2005)
Faşizm güçleniyor mu?
Televizyon yorumcularına, bazı köşe yazarlarına göre Türkiye bir iç savaşa gidiyor. İç savaşın bir tarafı olarak faşist MHP gösteriliyor.
Ülkücü faşistler tarafından Trabzon'da gerçekleştirilen iki ayrı linç girişimi, Adapazarı'nda basın açıklaması yapmak isteyen tutuklu ailelerine yönelik saldırı, Ankara Üniversitesi DTFC başta olmak üzere birçok üniversitede öğrencilere satırlı saldırılar ve Bozüyük'te DEHAP konvoyuna saldırı gibi birçok gelişme ne anlama geliyor? "Toplumsal muhalefetin sözcüsü" olarak kendini ilan eden MHP güç ve taraftar mı kazanıyor?
İç savaş senaryolarını yazanlara inanırsak bu sorulara "evet" yanıtını vermek gerek. Ancak sokaktaki insanı yıldırmaya ve faşistleri meşrulaştırmaya hizmet eden komplo teorileri gerçeklerin üstünü örtemez. Faşist hareket, güçlenmek bir yana, parçalanmış durumda ve yerlerde sürünüyor.
3 Kasım tokadını yediler
Daha üç yıl önce MHP hükümetteydi. 18 Nisan 1999 seçimlerinde yüzde 18,4 oy oranıyla büyük bir sıçrama gerçekleştirmişti. 28 Şubat darbesinin yarattığı milliyetçi rüzgardan yararlanan faşistler meclise büyük bir güçle girdiler. DSP ve ANAP'la kurduğu koalisyonda belirleyici bir role sahip olan MHP, üç yıl hükümette kaldı.
Faşistler seçim kampanyası sırasında işsizliği yok edeceklerini, toplumsal refahı artıracaklarını, yolsuzluk ve rüşveti önleyeceklerini, IMF ve Dünya Bankası dayatmalarını reddedeceklerini ilan ettiler.
MHP, hükümetteki üç yıl boyunca söylediklerinin tam tersini yaptı. MHP'li koalisyon acımasızca yeni-liberal politikaları yürürlüğe koydu. Telekom gibi büyük özelleştirmelerin önünü açtılar. IMF'nin kucağına oturdular ve tarımla uğraşan 10 milyon insanı "tarım reformu" adı altında işsiz bıraktılar.
17 Ağustos depremi için Yunanistan ve Ermenistan'dan gelen yardım tekliflerini reddeden faşistler, deprem için toplanan bağışları talan etti. O günlerin esip kükreyen bakanı Koray Aydın hala deprem konutlarında yaptığı geniş çaplı yolsuzluk yüzünden yargılanıyor.
MHP'li koalisyon Türkiye tarihine en Amerikancı hükümet olarak geçti. IMF ve Dünya Bankası'nın her dediğini yaptılar. 1998-2000 yılları arası İncirlik'ten kalkan ABD uçakları hemen her gün Irak'ı vurdu.
Ancak milliyetçi rüzgar MHP'nin önderliğindeki yeni-liberal taarruzu ayakta tutmaya yetmedi. Önce Kasım 1999'da, ardından Şubat 2000'de patlak veren büyük ekonomik kriz onların planlarını bozdu.
Milyonlarca insan bir gecede fakirleşti. Binlerce insan işten çıkarıldı. IMF talimatları büyük çoğunluğun hayatını zehir ederken, banka sahiplerinin ve büyük şirketlerin kasaları doldu.
Artık sokakta milliyetçi nutuklar değil, öfke hakimdi. Türkiye tarihinin en büyük ve radikal esnaf eylemleri, kalabalık çiftçi gösterileri, sendikaların protesto ve uyarı eylemleri faşist MHP ve ortaklarına kapıyı çok geçmeden gösterdi. 3 Kasım 2002 seçimlerinde ortakları gibi ağır bir hezimete uğrayan MHP yüzde 8,5 oranıyla meclis dışına itildi.
Parçalandılar
Kitlesel öfke, tepki ve eylemler DSP-MHP-ANAP koalisyonuna son vermekle kalmadı. MHP'ye ağı bir darbe vurdu. Yakında tek başına iktidara geleceğini salyalar saçarak anlatan faşistler uğradıkları hezimet karşısında bölündüler.
Türk Führer'i Devlet Bahçeli, partisinde istenmeyen adam ilan edildi. MHP içindeki geleneksel hizipler parti yönetimine bayrak açarken, yeni hizipler onlara eklendi. Seçim yenilgisinin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen, MHP'nin, birbiriyle anlaşamayan ve iktidar kavgası veren 6-7 hizipten oluştuğu biliniyor. BBP ve ATP gibi daha önce MHP'den kopan iki parti de bu tabloya eklendiğinde bugünkü faşist saldırganlığın nedeni kolayca anlaşılabilir.
Neden saldırıyorlar?
Faşizmin tarihi bize gösteriyor ki faşist hareket kitlesel tepki ve mücadelelerle geriler ve parçalanır. Kitlesel mücadele faşist kadroları ve örgütçüleri dağıtır, moralsiz kılar. Ancak faşist hareketler, kriz varoldukça yeniden toparlanmaya çalışacaklardır.
Yukarıdan aşağı, askeri bir temelde örgütlenen faşist parti toparlanmak için saldırganlaşır. Faşist propagandanın yöntemi terördür. Faşist parti saldırganlıkla, hedef aldığı kesimleri düşman göstererek, toplumu yıldırmak ister. Amaçları işsizleri, gençleri ve krizden bunalan orta sınıfları yanına çekmektir. Faşist parti kadrolarını saldırarak kazanır ve moralli kılar.*
MHP de bu süreci yaşamaktadır. Faşist hizipler arası rekabetin de belirlediği son saldırılar bu sürecin işaretleridir.
Faşistlere düşman gerek
Aklı başında herkes biliyor ki bugün seçim yapılsa MHP aynı hezimeti sergileyecektir. Bu durumun en çok farkında olanlar ise faşist kadrolardır.
Onlar güçlenmek için düşmana ihtiyaç duyar. Faşistlerin düşman listesinde ilk sırada Kürtler var. AKP karşısında Türk-İslam sentezinin yeşil sosuna bulanmış bir MHP'nin hiçbir şansı olamazdı. Ülkücüler şimdi, Avrupa'daki benzerleri gibi açık bir ırkçı çizgi izliyor. İşsizlik ve başka kötülüklerin sorumlusu olarak Kürtleri gösteriyorlar.
MHP'nin Avrupa'daki nazi örgütlerine ne kadar benzediğinin bir başka örneği Avrupa Birliği karşıtı söylemi öne çıkartması. Kürt sorunu ve AB, hiç de şanslı olmadıkları iki konu.
Türkiye'de yaşayan insanları büyük çoğunluğu 15 yıllık kirli savaşın yeniden başlamasını istemiyor. Aksine çoğunluk Türkiye'de, Irak'ta ve tüm dünyada barıştan yana. Aynı büyük çoğunluğun tek bir derdi: iş, iş güvenliği, demokrasi ve refah. Bu istekler AB üyeliğiyle özdeşleştiriliyor. Çoğunluk yüzünü bu nedenlerle AB'ye çevirmişken MHP'nin işi çok zor.
Bataklığı kurutalım
Faşist MHP içine düştüğü bataklıkta debelenirken, bizler "iç savaş" senaryolarıyla korku yaratmak isteyenlerin karşısına dikilmeliyiz. Bataklığı kurutmak için bundan iyi zaman olamaz.
Faşizmi yaratan kapitalizmdir. Neo-liberal saldırı işsizliği ve yoksulluğu artırdığı sürece faşist MHP örgütlenecek zemin bulacak.
Tarih bize gösteriyor ki fa-şist hareketin zayıf olduğu an, onun ezilmesi gereken andır. Fırsat varken, tarihin çöplüğüne gönderelim.
Volkan AKYILDIRIM
Faşistlere karşı ne yapabiliriz?
-Yeni-liberal saldırıya ve savaşa karşı mücadeleyi yükseltelim. Faşizm umutsuzluğun hareketidir. Sokakta karamsarlık ve umutsuzluk yerine, mücadele ve umut yer aldıkça onlar güçlenemez.
-Sınırsız düşünce, örgütlenme ve eylem özgürlüğünü savunalım. Demokrasi talepleri artıkça, demokratik haklar kazanıldıkça sesleri daha az çıkacaktır.
-Irkçı, ayrımcı ve faşist fikirlere karşı kampanyalar düzenleyelim. Böylesi fikirlerin meşruiyet kazanmasına izin vermeyelim.
-MHP'yi her türlü platformun dışına itelim. Faşizm demokrasinin başlıca düşmanıdır. Her türlü fikir için talep ettiğimiz demokratik haklar, onlar tarafından demokrasinin yok edilmesi için kullanılacaktır. Faşistlerle asla aynı platformu paylaşamayız.
-Faşist çeteler karşılarında kararlı bir mücadele bulmadıkça yılgınlık yaratacaktır. Anti-faşistler öncelikle her faşist saldırıya vakit geçirmeden net ve kararlı bir tavır göstermelidir.
Anti-faşist birlikler kuralım. Bu birlikleri çevremizde bulunan herkese açık tutalım. Faşizmin panzehiri kitlesel mücadeledir. Faşizmi teşhir etmeli, etrafımızdaki herkese neden mücadele ettiğimizi ve neden katılması gerektiğini iyi anlatmalıyız.
"Ermeni Konferansı":
Milliyetçilik bir gol daha yedi
Kamuoyunda yaygın bilinen adıyla "Ermeni Konferansı", altı ay gecikmeyle de olsa, nihayet gerçekleştirildi. Ve her önemlice siyasal gelişme gibi bu konferans da siyasi hareketler açısından bir turnusol kağıdı işlevi gördü.
Altı ay önce toplantı öncesinde, Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in "arkadan hançerlenme" diskuru (siyasal bir söylem olarak, tarihte ilk defa Naziler tarafından kullanılmıştır) ve ülkücü faşist MHP'nin tehditleriyle tavana vuran milliyetçi dalganın etkisiyle ertelenmek zorunda kalınan konferans, ikinci denemede de saçma sapan bir yargı kararıyla yasaklanmak istendi.
Ancak bizzat Cemil Çiçek'in önerdiği bir "ayak oyunuyla" asıl yapılacağı Boğaziçi Üniversitesi'nden alınıp Bilgi Üniversitesi'nde toplandı. Böylece, öncelikle hükümetin milliyetçi-muhafazakar kanadını temsil eden Cemil Çiçek ve ekibi gol yemiş oldu.
İkinci golü ise, önceki ertelemede başrollerde oynayan Genelkurmay ve ülkücü faşist MHP yedi. Ülkücüler toplantılar boyunca, abartılı büyüklükteki Türk bayraklarıyla dışarıda gösteriler yapıp katılımcılara yumurtalı ve domatesli saldırıda bulundular.
En komik duruma düşenler ise İşçi Partililer'di. Konferans salonunun dışında gösteri yapan faşistlerin yanında Türk bayrakları ve dövizlerle yer alan İşçi Partisi üyelerini Financial Times gazetesi "solcular da mahkeme kararını protesto ediyor" diye verdi. Eh, ne de olsa dövizlerin altında 'İşçi Partisi' imzası vardı ve bir 'işçi' partisinin de doğal olarak yasakçı bir mahkeme kararını protesto etmesi beklenirdi. Ama anlaşılan, haberi yazan Financial Times muhabirinin bizim aklı evvel solcularımızın saatlerinin 1980 öncesinde durduğundan haberi yoktu.
Konferansın soykırımın tanınması yönünde bir çaba olmadığı zaten vurgulanıyordu, öyle de oldu. Soykırım ifadesini pek kullanan çıkmadı. Kimilerinin kafasında büyüttüğü gibi toplumda bir infial de yaratılamadı. Konferans yapıldı, fikirler tartıştı, küçük de olsa bir adım atılmış oldu.
Cumhuriyet tarihinin en önemli tabularından birine bir darbe vurulmuş oldu.
Artık pek çok sorun daha rahat tartışmaya açılabilecek. Tarihin karanlık sayfalarından çıkardıkları korkuları büyütüp olmayan tehditler üreterek milliyetçi damarı sağlam tutmaya çalışan korku tacirlerinin eli biraz daha zayıfladı. Faşist hareketin ideologlarından Nihal Atsız'ın da oğluna yazdığı mektubunda neredeyse tüm dünyayı kapsayan "Türk düşmanları" kategorisinde ilk sıralara yerleştirdiği Ermeniler'le ilgili önyargı ve peşin hükümlerin kırılması artık daha kolay. 1910'lardan beri birbirine düşman edilmeye çalışılan halkların yeniden kaynaşması için atılmış bir başlangıç adımı sayılabilir.
Daha da önemlisi, sürekli paranoyak korkulardan beslenen bir milliyetçi damarın zihninde yaşatıldığı Türkiye halklarının düşünüş biçiminde değişiklik başlatabilecek olumlu bir girişim. Bir süredir daha rahat tartışılan Kürt sorunu, Kıbrıs, Alevi sorunu gibi konularla birlikte ele alındığında, Ermeni sorununun da tartışmaya açılmış olması önemli bir gelişmenin işaretidir.
Artık toplum kendi geçmişiyle yüzleşmeye ve kendisinden gizlenen tarihi gerçekler hakkında sorular sormaya daha açık hale gelmektedir. Bu süreç genişleyerek devam ettikçe, milyonlara dar gelen demokrasi gömleği bollaşacak, tartışma ve fikir özgürlüğünün sınırları açılacak, halkların en büyük düşmanlarından milliyetçilik, o silahın sahiplerinin ellerinde patlayacaktır. Solun rolü ise, bugün liberallerin ve AKP yönetiminin soldan daha tutarlı savunmaya soyunduğu demokrasi değerlerinin asıl savunucusu olduğunu kanıtlamaktır. Faşistlerle kol kola 6-7 Eylül sergisi, "Ermeni Konferansı" basmak değil.
Zeynep BARIŞ