Sosyalist İşçi 243 (22 Ekim 2005)

 

Sayfa 9 :

Türk milliyetçilerine rağmen bir kez daha:
"Hrant Drink ve Orhan Pamuk başımızın tacıdır"

Milliyetçilik, kan dökmeden yaygınlaşamayan bir ideoloji. Bu yüzden ciddiye alınması gereken, en küçük bir taviz bile verilmemesi gereken bir ideoloji. Türk milliyetçiliği de bütün bu tehlikeleri içermekle beraber son derece paranoyak bir özelliğe de sahip.
Geçtiğimiz günlerde AGOS Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni Hrant Drink, Agos gazetesindeki bir yazıda ''Türklüğün tahkir ve tezyif edildiği'' gerekçesiyle açılan davada 6 ay hapisle cezalandırıldı.
Sabıkasız olması ve ileride bir daha suç işlemeyeceği konusunda oluşan kanaat nedeniyle mahkeme Dink'in cezasını erteledi.
Hrant Drink'in ceza aldığı günlerde, bu sefer de yazar Orhan Pamuk bir mülakatta '1 milyon Ermeni, 30 bin Kürt öldürüldü' dediği iddia edildiği için hakkında dava açıldı.
Orhan Pamuk
geri adım mı attı?
Orhan Pamuk hakkındaki davayla ilgili savcılığa ifade verdiği gün çıktığı bir televizyon programında şunları söyledi: "Bu tabunun yıkılması için konuşulması gerektiğine inandığım için konuştum. Bu konuda cesaret edip birçok kişi konuştu. Benim üzüldüğüm yan sadece ben söylemişim gibi davranılması." Yalçın Küçük'ün Sabetaycılık "teorisi"yle başlayan, Türk Solu çevresinin "Kürt nüfusu"nu tehdit olarak gören ırkçı yaklaşımla zirveye çıkan, faşistlerin her farklı görüşü imha etmeyi hedefleyen tehditleriyle bir şiddet biçimi alan linç havasına rağmen, Orhan Pamuk sözlerinin arkasında olduğunu söylüyor. Orhan Pamuk'a, aralarında Ayşe Erzan ve Erol Kızılelma gibi savaş karşıtı hareket içinde tanınan aydın ve aktivistlerin de olduğu sınırlı sayıda insan ve sol güç destek olabildi.
Bu sınırlılılık, Orhan Pamuk'a verilen desteğin değil, Türk milliyetçiliğine karşı mücadelenin sınırlılığını göstermektedir.
AKP ne yaptı?
Drink ve Pamuk'la ilgili hukuki süreci Dışişleri Abdullah Gül, "hala eksikliklerimiz var, bunları düzletmemiz gerek" diyerek yorumladı. Daha önce Ermeni Konferansı'nın mahkeme kararıyla durdurulmasını ise Başbakan Tayip Erdoğan kınamıştı. Bu gelişmeler, sanki AKP liderliğinin demokratik gelişmelerin garantisi olduğu yönünde bir izlenimin doğmasına neden oluyor.
Başbakanın konuşmaları, gerçekten de CHP liderliğinin yaklaşımından, bir dizi sol grubun milliyetçi tutumlarından ve faşistlerin politikalarından daha ileride gibi görünüyor.
Fakat bu konuda dikkatli adım atmalıyız. Aylar önce yapılması planlanan Ermeni Konferansı, Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in mecliste yaptığı konuşmanın ardından ertelenmişti.
Daha da önemlisi, demokrasinin, "Senin düşüncelerine katılmıyorum ama düşüncelerin yüzünden baskı altına alınmanı engellemek için kellemi veririm" sınırlamasına savrulmadan savunmaktır. Bu ülkede devlet yöneticilerinin resmi yaklaşımı Ermeni soykırımı gibi bir gelişmenin tarihte hiçbir zaman yaşanmamış olduğudur. Onlar açısından Kürt sorunu, "Teröristler 30 bin evladımızı öldürmüştür" vecizesiyle özetlenir.
Bir başbakanın bir üniversitede yapılacak bir toplantının iptal edilmesine karşı konuşması, statükocu ve milliyetçi linç havasına göre daha olumlu bir tutum. Bu durum konunun içeriğine ilişkin tartışmada başbakanın da, dışişleri ve adalet bakanlarının da görüşlerinin, resmi görüşten, linç havası estirenlerin fikirlerinden bir milim bile farklı olmadığını görmemizi engellememeli. Bu yüzden AKP ayakları titreyerek demokrasiyi savunuyormuş gibi görünürken, siyasal demokrasinin gerçek sınırlarını geliştirmek, demokrasinin sınırsız düşünce, gösteri ve örgütlenme özgürlüğünün toplamı olarak yaygınlaşmasını sağlamak, radikal bir demokrasi programını sahiplenmesi gereken emekçilerin ve sosyalistlerin görevi. Bu görevde altından başarıyla kalkamadığımız ilk adım Hrant Drink ve Orhan Pamuk'la ilgili gelişmelerdir.
"Ya sevi ya terk et!"
Hırant Dink hakkında suç duyurusunda bulunan vatandaşın müvekkili Kemal Kerinçsiz adında birisi. Bu adam, Ermeni Konferansı için yürütmenin durdurulması talebiyle mahkemeye başvuran avukatın ta kendisi. Bu avukatın gözü öylesine dönmüş durumdaki, Konferans başka bir üniversiteye alınınca Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı Gül ve Olli Rehn başta olmak üzere birçok kişi hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.
Kemal Kerinçsiz adlı adamın temsil ettiği anlayış, soldan faşistlere kadar tüm Türk milliyetçiğidir. "Ermeni Konferansı" olarak bilinen toplantıların yapıldığı İstanbul Bilgi Üniversitesi önünde yumurta eylemi yapan faşistlerden İşçi Partililere kadar, Kızılelma koalisyonunun tüm bileşenleri Hrant Drink ve Orhan Pamuk'un da üzerine gittiler. Tehditler savurdular. Drink ile Pamuk'u savunmayanlar, net bir biçimde onların yanında yer almayanlar, aynı milliyetçi avukatın ruh halini paylaşmaktadırlar. Kemal Kerinçsiz adlı avukat, hızını alamayıp, bir TV kanalında "Hırant Dink bölücülük yapmıştır. Bu toprakları derhal terk etsin!" dedi.
İşte milliyetçilerin ruh hali bu. Bu ruh haline taviz verildiğinde, Türk milliyetçiliğine karşı koşulsuz bir biçimde Ermeniler, Kürtler ve tüm etnik gruplar savunulmadığında paranoyak Türk milliyetçiliği bir mevzi daha kazanmış olur. Bu paranoyanın ucunun nerelere kadar gideceğini ise kimse bilemez ama tarihte egemen sınıf milliyetçiliğinin gözü kararmış biçimlerinin nasıl faşist siyaset ve kitle hareketlerinin birleştirici politik bayrağı haline geldiğini biliyoruz. Alman, İtalyan faşizmlerini ya da Türkiye'de ülkücü faşistlerin katliamlarını bir an olsun unutmamalıyız.
Kızılelmacılara, faşistlere, kendilerini solcu sana Türk milliyetçilerine inat, bu yüzden, "Hrant Drink ve Orhan Pamuk başımızın tacıdır."