Sosyalist İşçi 244 (10 Kasım 2005)

 

Sayfa 2 :

İstanbul kapitalizme teslim olmadı

Özelleştirmelerin tam gaz gittiği bugünlerde yaşa-dığımız şehirde özelleştirilmeye başlandı. Sermaye tüm vahşiliğiyle yaşam alanlarımızı daraltmaya ve doğadan daha kopuk daha izole hayatlar önümüze koymaya başladı. Mecid-iyeköy' de açılan ve Avru-pa'nın en büyük alışveriş merkezi olduğu söylenen Cevahir İş Merkezi sadece kâr güdüsü ile planlandı-ğından altyapı ve trafik ko-şullarını daha ilk gün felç etmeyi gayet iyi başardı.
Uzmanların bildirdiğine göre trafik debisi %20'nin üzerinde arttı. Henüz bunun nasıl olduğunu anlayamamışken ikinci bir olumsuz gelişmenin reklamları ile karşı karşıya kaldık. Bu kez de Avrupa'nın en yüksek kuleleriydi önümüze çıkan.
Peki 2500 yıllık bir kentin tarihi dokusuna bu 300 metrelik binalar uygun muydu? Tabii ki hayır. Ayrıca bunun için tarihsel dokunun uygun olmadığı gibi altyapı koşulları da böyle bir yüke hazır değil.
Bu yapının İstanbul'un görüntüsünü baştan aşağı bozacağının üzüntüsünden daha üzücü bir basın açıklaması geldi Mimarlar Odası'ndan. Bu yazıda sermayenin kente verdiği zarardan çok başka bir hususla ilgileniyordu Mimarlar Odası.
Arapların sonradan görme olduklarını Dubaii'nin kültür yoksunu bir yer olduğunu ve kavrama kıtlığı yaşayan insanlar olduğunu söylüyorlar. Geçmişle gelecek arasında bir bağ kuracak yapıya sahip olmadıklarından tutunda çeşit çeşit hakaretlerde bulunuyorlar basın açıklamalarında.
Bir gökdelenle ilgili yaptıkları basın açıklamasında Mimarlar Odası'nın milliyetçi şoven açıklamasını anlamak mümkün değil. İstanbul'da gök kafes dahil şehrin siluetini bozan çoğu yapı Araplara ait değil. Hatta bu şehrin siluetini en çok bozan yapıların mimarlarının hatta mimarsız yapıların sahibinin Türk olduğu ve bu konuda ne kadar başarılı olduklarını mimarlar odasına birileri hatırlatmalı. Acaba Koç, Sabancı gibi yerli sermayeler tarafından finanse edilse idi bu yapılar acaba onlar elde edecekleri kârı mı, yoksa şehrin siluetinimi düşünürlerdi?


Hrant Dink düşmanı adam kim?

Geçen günlerde "Türklüğe hakaret" suçlamasıyla 6 ay hapis cezasına çarptırılan Hrant Dink'in cezası daha önce sabıkası olmadığı ve ilerde suç işlemeyeceğine kanaat getirildiği için ertelendi. Ancak cezayı yerinde bulmayan "Hukuk"çular Birliği Yönetim Kurulu üyesi Kemal Kerinçsiz davaya sanık aleyhinde temyiz istedi.
Hatırladığımız üzere bu avukat Ermeni Konferansı'nı durdurma kararı aldırdıktan sonra kameralara sırıtan avukattan başkası değildi. Peki kim bu Kemal Kerinçsiz?
Son seçimlerde MHP'den Küçükçekmece Belediye Başkanlığı'na aday olmuş ve her eline mikrofon aldığında konuşmasının bir yerinde "katil Yahudiler" lafını kullanmaktan çekinmeyen bir insanlık düşmanı. Zamanı geldiğinde ülkücü faşistlerin her şeye gereken cevabı vereceği lafını sık sık her yerde yineleyen ırkçı ve gereksiz biri.
Hrant Dink için yazdığı temyiz dilekçesinde "sanığın suç işleme eğiliminde olduğu ve bu yüzden toplumda infial uyandırdığını" anlatıyor. Oysa kendisi her yer de insanlara suç işlemeleri için alenen tahrikte bulunuyor bunun cezasının 5 yıla kadar vardığını bilmediği açık.
Hrant Dink'in yaptığı tek şey azınlık olduğu ve dedelerinin kırıldığı bir ülkede acılarını anlatmaktı. Hrant Dink, Ermeni sorununun insani yüzü olarak karşımıza çıktı hep.
Hrant Dink'e düşman olanlar kim;
1915'te Ermeni'lerin göç ettikleri yol üzerinde erzaklarını çalıp onları ölüme mahkum eden yada oracıkta öldüren ve kadınlarına tecavüz edenlerin ve 1955'te "Türkiye'nin Kristal Gecesi"nde yıllarca yaşadıkları komşularının mallarını yağmalayan ve onları katleden, anne babalarını camlardan aşağı atıp genç kadınlara tecavüz eden zihniyettir.

Sosyalist işçi'nin Notu: gazetemizin geçen sayısında Hrant Dink adı yanlış bir biçimde yayınlanmıştır. Okurrant Dink'ten ve okurlarımızdan özür dileriz.
Pasha ERCİYAZ


Gerçek Anayasa

Son toplanan Milli Güvenlik Kurulu'nda, 2009'a kadar geçerliliği olan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) üzerinde uzlaşma sağlandığı söylendi. Kapalı kapılar ardında büyük bir gizlilikle Türkiye'nin geleceğinin belirlendiği bu toplantıdan bazı sonuçlar kamuoyuna sızdı.
Normalde sonuçlar kırmızı bir kitapçığa bastırılıp gizlidir ibaresiyle devlet kurumlarına dağıtılıyor. Bütün bir halkın kaderini belirleyen kararlar bir avuç insan, özelliklede paşalar tarafından alınıyor.
Baskıcı devlet mekanizmasının gerçek anayasası olan MGSB'de Yunanistan dış düşman olarak görülmeye devam ediliyor. İç düşmanlar olarak da irtica, bölücülük ve aşırı sol akımlar hedef tahtasında.
Aşırı sağ ise bir tehdit olmaktan çıkartılmış durumda.
Demek ki Türkiye'de aşırı sağcıların, faşistlerin saldırılarının, cinayetlerinin ulusal çıkarlara hizmet ettiği düşünülüyor. Son olarak da ordunun iç güvenlikteki rolünün arttırıldığı haberini aldık. MGSB'nin neye ve kime hizmet ettiği açık. Sermaye sınıfı ve onun uşaklarına.


Ankara Valiliği'nin homofobisi

Ankara Vali Yardımcısı Selahattin Ekremoğlu'nun "ismi ve tüzüğü ahlakı bozuyor" gerekçesiyle KAOS GL'yi kapatmak istemiyle yolladığı dava başvurusunu savcılık veto etti. Vetonun gerekçesi olarak gey ve lezbiyen sözcüğünün TDK sözlüğünde geçtiği ve istenildiğinde günlük hayatta ve bilimsel toplantılarda uygun bir şekilde kullanılabildiği belirtildi.
Bunun yanı sıra veto gerekçelerinden biri olarak da cinsel yönelimin yeni TCK hazırlanırken tartışıldığı ve eşcinselliğin ahlaksızlık olarak kabul edilemeyeceği belirtildi. Ama yine de Kaos GL üzerindeki baskılar bitmiyor. Dernekleşme çabalarının önüne yeni zorluklar çıkarılacağı kesin.
Çünkü devlet bürokrasisi içindeki eşcinsellere dönük düşmanlık oldukça köklü. Yıllardır homofobiye karşı verdikleri mücadeleyle büyük bir zorluğa göğüs geren Kaos GL'nin yanında olduğumuzu bu vesileyle hatırlatalım.


Susurluk neyi simgeliyor?

Ancak bir televizyon dizisinde bir araya getirilebilecek kazazedeleri ve yüklü silah envanteriyle kamuoyuna malolan kamyon-Mercedes çarpışmasından beri 'devlet suç işler mi?' sorusuna yanıt aranıyor. Marksistler için bu sorunun yanıtını vermek son derece kolay. Devlet ve kullandığı şiddet tekelinin uzantısı olan kayıt dışı mekanizmalar liberal demokrasinin kirli ve çürümüş yüzünü oluşturuyor. Peki devletin "kendi koyduğu yasaları" bu kadar büyük bir iştahla çiğnemesinin arkasında nasıl bir dinamik var?
Kriminal dünya insan ticaretinden narkotik kaçakçılığa, irili ufaklı çetelerden, devlet memuru kimliği taşıyan katillere kadar kapitalizmin irili ufaklı derelerinden beslenen büyük ve kirli bir havuz oluşturuyor. Bu kirli havuzun büyük balıkları ise 20'li yıllardan beri devlet eliyle kamu kaynaklarının yamalanmasına dayanan vahşi kapitalizmin esas aktörleri, saygın iş adamları, tüccarlar, politikacılar ve yüksek bürokratlar...
Bu noktada kapitalizmin krizleri zaman zaman kazalarla ya da skandallarla küçük balıkların avlanmasını sağlasa da büyük balıkların her türlü yasadışılığa açık iştahları devletin kaçınılmaz biçimde suç dünyasına açılan bir arka bahçesini zorunlu kılıyor.
Türkiye'de yüzyılın başından beri bu ilişkiler vardı. 20'li yılların başında içkiden kibrite, orman arazilerinden tuza kadar ayrıcalıklı iş adamları için hükümet eliyle "tekel" oluşturarak başlayan bu girişimler 50'li yıllarda hayali ihracat, 60 ve 70'lerde kaçakçılık, 80'lerde bankerlik gibi girişimlerle evrildi. Günümüzde ise yağma ve talan özelleştirme adı altında sürüyor. Ancak büyük patronlar hep perde arkasında ve saygın iş adamları olarak kalmayı başarıyorlar. Örneğin 70'li yıllarda "bakan satın alacak" kadar büyüyen çetelerinin ülkeye kaçak olarak soktuğu bakır, çelik gibi binlerce tonluk hammaddenin müşterileri arasındaki "ülkenin en büyük sanayii şirketleri" görmezlikten gelindi. Ülkenin dış ticareti açık verirken, bankaların da dahil olduğu devasa bir finans sistemini ayakta tutan milyar dolarlık döviz yağmuru da aynı ilgisizlikle karşılanıyor. Ülkenin en büyük bankalarından birini yağmalayan, bir tefeciyi öldürdüğü mahkeme kararıyla sabit olan Erol Evcil gibi isimlerin demir çelik fabrikalarının özelleştirilmesine girişmesi de bu yüzden şaşırtıcı değil.
60'lı yılların sonundan itibaren ülkede yükselen emekçilerin muhalefetine karşı eğitilen, örgütlenen ve seferber edilen "Faşist çeteler" de emekçilerin ve kamunun kanını emenlerin oluşturduğu bu kirli kriminal havuzdan besleniyor. Marksistler için dikkate alınması gereken en önemli nokta giderek vahşi kapitalizmin dayandığı liberal sistemi de tehdit edecek hale gelen "Organize suç" canavarının emekçilerin talepleri önündeki en önemli düşmanlardan biri olduğu.