Sosyalist İşçi 244 (10 Kasım 2005)

 

Sayfa 4 :

Bush ve Blair'in son günleri

Şu geçtiğimiz 10 gün boyunca bahtsızlık, kaza ve felâket tanrıları Bush ve Blair ile uğraştılar hiç durmadan. Emperyalizmin, Amerikan ve İngiliz egemen sınıflarının etkili ve ve saldırgan savaşçıları olarak her ikisinin de sonunun gelmiş olduğu, son kullanma tarihlerinin artık çok yakın olduğu, şu son 10 günde apaçık ortaya çıktı.
Bush'un başına gelenler
Önce Bush'a bakalım. Katrina fırtınası karşısında gösterdiği tepki(sizlik) ile birlikte, Amerikan halkının gözünde foyası meydana çıkmış ve kamu yoklamalarında zaten inişe geçmişti. Geçen hafta, önce Irak'ta iki bininci Amerikan askeri öldü. Ne önemi var denebilir; ha 1999 ölü, ha 2000. Ama öyle değil. Simgesel önemi nedeniyle, bütün medya bu konuyu işledi. Herkes, hemen bitivereceği söylenen bir savaşın iki buçuk yıldır hâlâ sürüyor olduğunu, çiçeklerle karşılanacağı iddia edilen Amerikan askerlerinin hâlâ öldürülüyor olduğunu, demokrasi götürüleceği iddia edilen bir ülkeye hâlâ su ve elektrik bile götürülemediğini yeniden hatırlamış oldu.
Arkasından, Bush'un başkan yardımcısı ve savaşın baş taraftarı Dick Cheney'in sağ kolu Libby Lewis mahkemeye verildi. Konunun ayrıntıları önemli değil. Üç yıl önce, bir büyükelçi Irak'ın nükleer silah imal edebilmek için Nijerya'dan uranyum almaya çalıştığını kanıtlamakla görevlendirilmiş. Ve böyle bir şey olmadığı sonucuna varmış. Adamı cezalandırmak için, CIA ajanı olan eşinin kimliği basına sızdırılmış. Bu, Amerika yasalarına göre ciddi bir suç. Olayı soruşturmakla görevlendirilen özel savcı, bilginin Beyaz Saray'dan bilinçli olarak sızdırıldığı sonucuna vardı ve nihayet Lewis'i mahkemeye verdi. Lewis istifa etmek zorunda kaldı. Ayrıca, Bush'un baş danışmanı Karl Rove'un da olaya dahil olduğu herkesçe tahmin ediliyor ve onun da mahkemeye verilme olasılığı var. Yine ne önemi var denebilir; Lewis gider, başkası gelir. Ama öyle değil. Irak'a saldırmak için hem Bush'un hem Blair'in yalan söylediğini geniş kitleler zaten biliyordu, Lewis olayı bunu herkese yeniden hatırlatmış oldu.
Arkasından, Bush'un Yüce Mahkeme'ye (Amerika'nın Anayasa Mahkemesi diye düşünülebilir) atamaya çalıştığı Harriet Miers (kendi kişisel avukatı) öylesine eleştirildi, öylesine saldırı altında kaldı ki, sonunda görevi kabul etmeyeceğini ilân etmek zorunda kaldı. Yine önemsiz diye düşünülebilir; sonuçta Bush daha da sağcı birini atayacak. Ama işin ilginç tarafı, Miers'in atanmasını engelleyen Demokrat Parti veya "sol" değil, Bush'un tabanının önemli bir kesimini oluşturan köktendinci sağ oldu. Popülerliği zaten düşmekte olan Bush, artık bu kesime de güvenemeyecek, kayıtsız şartsız destek bekleyemeyecek.
Nihayet, haftanın sonunda Bush Arjantin'de kitlesel gösterilerle karşılanırken, Washington Post gazetesiyle ABC televizyonunun yaptırdığı kamu yoklaması Bush'un popülerliğinin bugüne kadarki en düşük düzeyine (%39'a) düştüğünü ve Amerikan halkının %60'ının Irak'ta savaşmaya "değmezdi" diye düşündüğünü belgeledi.
Blair'in başına gelenler
Gelelim aynı hafta içinde Blair'in başına gelenlere. Irak'ta ölen asker sayısı henüz Amerika'da olduğu gibi simgesel bir rakama ulaşmadı, şu anda 97'de duruyor (ve Stop the War koalisyonu önümüzdeki günlerde yüzüncü asker öldüğü gün kitlesel gösteriler yapacağını daha şimdiden açıkladı). Ama Amerika'da Libby Lewis'in istifa etmesi gibi, Blair de en yakın adamlarından birini kaybetti. David Blunkett İçişleri Bakanı iken bir kadınla olan ilişkisi yüzünden geçen sene bakanlıktan istifa etmek zorunda kalmıştı. Blair birkaç ay önce Blunkett'i bu sefer sosyal sigortalardan sorumlu bakan olarak atadı (ve emeklilik yaşını yükseltmek, emeklilik maaşlarını kısmak gibi neoliberal politikaları uygulamaya başladı). Geçen hafta Blunkett'in çeşitli gelir kaynaklarını parlamentoya açıklamamış olduğu anlaşıldı ve Blair'in direnmek istemesine rağmen Blunkett istifa etti.
Ondan birkaç gün önce, Blair yeni eğitim politikalarını açıkladığında beklemediği bir muhalefet düzeyiyle karşılaşmıştı. Muhalefet partisinden değil, kendi partisinden! Devlet okullarını bağımsız hale getiren bu tipik Blair politikasına başbakan yardımcısı ve Blair'in eli sopalı fedaisi Prescott bile karşı çıktı. Belli ki, tasarı parlamentoya geldiğinde ciddi sorunlarla karşılaşacak.
Arkasından, 7 Temmuz bombalarından sonra Blair'in terörizmi "yücelten veya destekleyen söz etmeyi" suç haline getiren ve gözaltı süresini 14 günden 90 güne yükselten yasa tasarısı parlamentoya geldi. Blair'in kendi partisinden bir milletvekilinin yasa tasarısını hacamat eden değişiklik önerisini hükümet ancak 1 oy farkıyla yenebildi. Bunun üzerine, asıl oylamayı kaybedeceğini anlayan Blair'in adamları tasarıyı geri çektiler.
Savaşçıların sonu
Bütün bunlar ne anlama geliyor? Bir önemi var mı? Bush ile Blair yarın istifa edecek veya devrilecek değiller. İkisinin de iktidarda daha 3-4 yılı var. Bush kuşkusuz süresini tamamlayacak. Blair ise dört sene sonraki seçimlerden bir süre önce çekilip yerini Maliye Bakanı Gordon Brown'a bırakacak, ama bunu kendi isteğiyle ve kendi seçtiği zamanda yapacak; yaparken de yenilmiş bir tavırla değil, muzaffer bir havayla yapacak elbet.
Önemli olan o değil, şu: Bush ve Blair artık her istediklerini yapabilen, kitle muhalefetini yok sayarak kendi bildiklerini uygulayabilen, kendine güvenli, arkası sağlam, güçlü başkanlar değiller. Sokaktaki muhalefet, kendi partilerine, parlamentolarına ve en güvendikleri çevrelere de yansıyor artık. İstedikleri kişileri istedikleri gibi atayamıyorlar, istedikleri siyasetleri istedikleri gibi dayatamıyorlar. Artık ikisi de zayıf liderler.
Ve zayıf olmaları, Irak savaşından, Irak'taki direnişin ve savaşa karşı uluslararası kitlesel muhalefetin durmaksızın üç yıldır sürüyor olmasından, bu süre boyunca tüm yalanlarının ortaya çıkarılmış olmasından ve yeni yalanlar söylemek zorunda kalmış olmalarından, hem geniş kitlelerin hem hatta kendi taraftarlarının güvenini ve desteğini yavaş yavaş kaybetmiş olmalarından kaynaklanıyor.
Zayıf olmalarının önemi ise şu: Emperyalizmin, Amerikan ve İngiliz egemen sınıflarının yüzyılımız için yaptığı planların en saldırgan, en inançlı ve acımasız uygulayıcısı olan iki lider, artık bu planları aynı saldırganlıkla uygulayacak güce, desteğe, zindeliğe sahip değil. Bunu görmek için, bugünün Bush ve Blair'ini 2003'ün Bush ve Blair'i ile karşılaştırmak yeter. Bütün tehditlere rağmen İran veya Suriye'ye niye hâlâ saldırmadıklarını anlamak için, geçtiğimiz hafta başlarına gelenleri izlemek yeter.
Henüz kazanmadık. Amerikan ve İngiliz askerleri henüz kuyruklarını kıstırıp Irak'tan çekilmedi. Ama yakındır. Onlar kazanmıyor. Biz kazanıyoruz.
Roni MARGULİES


Irak ve Suriye’yi bombalayacaklar mı?

Bush yönetimi son zamanlarda karşı karşıya oldukları resim oldukaça kötü olmasına rağmen bir-iki iyi haber aldı.
Bunlardan birincisi BM’nin Suriyeli yöneticilerin eski Lübnan başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesine karıştıklarını söyleyen rapordu. İkincisi ise İran devlet başkanı Mahmud Ahmedinecad’ın İsrail’in “haritadan silinmesi gerekir” dediği konuşmaydı.
Her iki gelişmede George Bush’un “demokratik devrimi”ni Irak’ın sınırlarından çıkararark bütün Orta Doğu’ya yayma planına çok uygundu.
Ahmedinecad’ın sözleri İsrail’de coşku ile karşılandı. Ariel Şaron derhal bu sözlerden yola çıkarak İran’daki rejimin dünya barışı için bir tehdit olduğunu bastırmaya başladı ve hiç bir şekilde nükleer programını uygulamasına izin verilmemesi ve gerekirse askeri güç kullanılmasının gerektiğini vurguladı.
Ancak Ahmedinecad’ın konuşmasına en çirkin cevap Tony Blair’den geldi. Blair “bu yerlerin ne kadar reforma ihtiyacı olduğunu gösteriyor” dedi. Ve ekledi: “eğer böyle devam ederlerse insanların bize soracağı soru: Bunun için ne zaman birşeyler yapacaksınız olur.”
Asıl ilginç olan soru ise Blair’in ve diğer Batılı güçlerin tehditleri ne denli gerçekçi olduğu.
Suriye ve İran “uluslararası toplumdan” ne ölçüde bir saldırı beklemeliler?
İki ülkeden Suriye çok daha tehdit altında. Haritaya baktığınızda bu ülkenin İsrail ve ABD işgali altındaki Irak tarafından ne kadar sıkıştırılmış olduğunu görürsünüz.
Bir ölçüde bu nedenle, Batının tepkisi bu denli önceden kestirilebilirken Bashar El Esad rejiminin Hariri’nin öldürülmesi olayına karışması oldukça aptalca olurdu.
Yaptırımlar
Suriye gizli servisinin ne olduğunu herkes bilir. Ancak, Esad rejimi şimdi ABD ve Suriye ve Lübnan’ın eski sömürge yöneticisi Fransa’nın yoğun saldırısı altında. Şimdilik doğrudan bire askeri saldırı beklememek gerekir. Ancak Esad rejimi Suriye’de azınlık olan Alevi subaylardan oluşmakta.
Dış baskı, çeşitli yaptırımlar, askeri müdahale tehditleri gibi çeşitli yöntemler rejimin istikrarsızlığa yuvarlanmasına neden olabilir.
İran ise bütünüyle farklı bir durum. Birçok insan Ahmedinecad’ı İran’ın tek ve en güçlü unsuru olarak gördükleri Şii mollaların ürettiği bir güç olarak görüyor.
Ne var ki Ahmedinecad iHaziran ayında yapılan seçimlerin kinci turunda oyların yüzde 62’sini kazanarak seçildi.
Devrim Muhafızları’nın ve diğer devlet kurumlarının desteğinden yararlandı. Ancak o aynı9 zamanda kendisini İran yoksullarının temsilcisi olarak gösteren bir kampanya da sürdürdü.
Suriye’deki Esad rejiminden çok daha fazla halkın desteğine sahip olan, Irak’dan çok daha büyük olan bir ülkeye saldırmak için tam bir aptal neo-con olmalısınız.
Washington’da yeterince aptal neo-con var ama şimdilik Washington’u saldırmaya ikna edemezler, yeterki Orta Doğu’da işler Bush için yeni bir savaşı gerektirecek hale gelmesin.
Galiba ABD Ahmedinecad’ın konuşmasını Avrupa Birliği’ni, Rusya’yı ve Çin’i İran’a karşı daha sert bir politikada, örneğin ekonomik yaptırımlarda, birleştirmek için kullanacaktır.
Ne v ar ki, yüksek petrol fiyatlarının olduğu bir ortamda büyük bir petrol üreticisi ülkeye karşı ekonomik yaptırımların pek bir anlamaı olduğunu sanmıyorum.
Sanırım Bush ve Blair için Irak batağından kaçmanın kolay bir yolu pek yok!
Alex CALLİNİCOS