Sosyalist İşçi 244 (10 Kasım 2005)

 

Sayfa 6-7: Orta Sayfa

Dünyamız yanıyor

İnsanlık kayıt tutmaya başladığından bu yana en sıcak 10 sene son 10 senede yaşandı. Açık ki dünyamızda birşey oluyor: Isınıyor. Hatta, daha doğru bir deyişle dünyamız adeta yanmaya başladı.
Son yüzyılda dünyanın ortalama ısısı 0.6 santigrat arttı. Bu ısı ile Kuzey yarım kürede son bin yılın en yüksek derecesine erişilmiş oldu.
Her sene aşırı iklim olaylarında artış var. Daha çok kasırga, daha çok sel, ısı dalgaları...
Yüksek dağların tepesindeki buzullar hızla eriyor. Bu nedenle denizler yükselirken buzulların eridiği yönlerde büyük seller oluşmaya başladı.
Deniz buzulları da eriyor. Buzulların erimesi nedeniyle 2100’de denizlerin bugüne göre 88 santim yükseleceği hesaplanıyor. Bu deniz kıyısındakiş çok yerin sular altında kalması demek.
Birçok vahşi hayvan ve bitkiler artık erken gelken ilkbaharlara göre yaşamaya başladılar. Bu iklim değişiminin, küresel ısınmanın belki de en önemli göstergelerinden birisi.
Sellerden etkilenen insan sayısında dramatik bir artış var. 1960’larda 7 milyon insan sellerden etkilenirken bu sayı bugün 150 milyona çıkmış durumda ve her sene de artıyor.
En önemli tehdit ise Grrenland üzerindeki buzulların ve karların erimesi tehlikesi. Birçok bilimci 21’inci yüzyılın ortalarında bunun mümkün olduğunu söylüyorlar ve bu takdirde denizlerin 7 metre yükseleceği belirtiliyor.
Bengladeş, Hollanbda gibi ülkeler bu durumda neredeyse bütünüyle s,ular altında kalacağı gibi İstanbul, İzmir, Antalya, başta olmak üzere Türkiye’de sayısız kent, dünyada New York, Londra, Amsterdam gibi binlerce kent tamamen veya büyük ölçüde sular altında kalabilir.
Böylesi bir gelişmenin insani boyutunun korkunçluğunu uzun boylu anlatmaya gerek yok!
Karbon Dioksit
Aklı başında herkes dünyanın ısındığının farkında ve bunun nedeninin de “sera gazı” denen gazlardan oluştuğunuda biliyor. Sera gazlarının başında karbon dioksit geliyor.
Karbon dioksit gazı başlıca iki temel kaynaktan ortaya çıkıyor: Enerji santrallerinden ve motorlu kara ve özellikle hava taşıma araçlarından çıkan ekzos gazı.
Enerji santrallerinde ve motorlu araçlarda ve uçaklarda fosil yakıtı denen kömür, petrol ve gaz kullanılmakta ve karbon dioksit bu maddelerden çıkmakta.
Bugün, tüm karbon dioksit salınımı durdurulsa dahi dünyanın ısısı yarım derece daha artacak. Bu ise yeni fırtınalar, kasırgalar, seller, yağmur fırtınaları, ısı dalgaları ve kuraklık demek.
Ayrıca bilimcilerin yeterince çözemediği bir sorun ise ani ısı değişiklikleri olasılığı, “Yarından Sonra” adlı Hollywood filminde bir çok yanlış olmasına rağmen ani iklim değişikliği iyi anlatılmakta ve sonuçlarının ne kadare çarpıcı olacağı gösterilmekte.
Kyoto anlaşması
Japonya’nın Kyoto kentinden adını alan Kyoto Anlaşması ile ilgili tartışmalar 1997’de başladı. Anlaşma 8 yıl sonra sonunda 2005 Şubat ayında yürürlüğe girdi. Anlaşmayı 141 ülke imzaladı. En son Rusya imzalarken dünyanın en büyük karbon dioksit üreticisi olan ABD imzalamamakta direniyor.
Aslında Kyoto Anlaşması bütünüyler anlamsız bir tedbirler dizisi.
Anlaşmaya göre imzacı ülkelr 2012 yılına kadar 1990’da ki karbon üretimlerinden % 5.2 kısıntı yapacaklar.
Ne var ki bu kısıntı yetersiz olduğu gibi dünya karbon üretiminin % 25’ini üreten ABD ve gene çok yüksek oranda karbon dioksit üreten Avustralya Anlaşmayı imzalamıyorlar.
Öte yandan ortada 2012 sonrası için hiç bir plan yok. Bu konuda önder bir rolü olduğunu iddia eden Avrupa Birliği’nin ilgili bakanları bu sene toplandılar ama hiçbir karar alamadan dağıldılar. Oysa 2012’ye sadece 7 yıl var ve dünyanın ısısı durmadan artıyor.
Kyoto ve ABD
Bush yönetimi bütünüyle küresel ısınma olayını göz ardı ediyor. Duymamazlıktan geliyor, sayısız bilimcinin kanıtlarını geçersiz sayıyor.
Bush yönetiminin en büyük destekçisi petrol şirketleri ve başta da petrol devi Exxon.
Exxon büyük miktarlarda para harcayarak bilimcilerin iddilarının tersini kanıtlamaya çalışıyor.
Ancak ABD yönetimi bile gizliden gizliye küresel ısınmayı kabulleniyor ve bunun nedenlerinin başında karbon üretiminin geldiğini kabul ediyor.
Busah yönetiminin yaptığı bir plana göre karbon üretimi azaltılmayacak fakat “yoğunluğu düşürülecek”!
Plan şöyle işliyor: Eğer ekonomi belli bir miktareda gelişmişse ve karbon üretimi bu gelişmenin biraz dahi olsa altında olşmuşsa bu “karbon üretiminin düşüşü” olarak kabul edilecek. Kısacası Bush yönetimi çok defa yaptığı gibi gene açıkça insanlıkla alay ediyor.
Bu yeni plana göre önümüzdeki 10 yılda ABD’nin üretimi % 13 olacak. Oysa Kyoto gelen süreçte ABD’nin üretiminin 1997-2002 arasında % 4.9 olacağı hesaplanmaktaydı. İşte bu nedenle dünyanın ısısı hız kesmeden yükselmeye devam ediyor.
Bu arada Türkiye gibi ABD yönetimi de daha çok linyit ve petrolle işleyen santral inşa etmeyi planlamakta.
Ama en önemlisi ABD Savunma bakanlığı’nın aldığı tedbirler. Savunma Bakanlığı küresel ısınma tehdidini tesbit ediyor ve “gerekli savunma ve güvenlik tedbirlerinin alınması için” bütçesini yeniden ayarlıyor.
Dünyayı kasırgalar ve seller basarken Amerikan askerleri New Orleans’da olduğu gibi ellerinde silahlarla yoksulları kurşunlayacaklar.
Çözüm ne?
Atmosfere en çok karbon dioksit enerji santrallerinden ardından ise kara ve hava taşımacılığından karışıyor. ABD’de enerji santrallerinin oranı % 33.2. Diğer sanayi ülkelerinde de bu oran aşağı yukarı aynı. Bu nedenle öncelikle bu alanlarda önlem almak gerekir.
Kömür, petrol ve gaz yerine temiz ve yenilenebilir enerji üretme yöntemleri kullanılabilir.
Örneğin rüzgar tirbünleri bu türden bir enerji üretme yöntemi.
Yöneticiler rüzgar tirbünlerine ve gene onunkadar ucuz ve temiz bir yöntem olan dalgalardan enerji üretme yöntemlerine “oahalı” diye itiraz ediyorlar ve sanayinin ve insanlığın ucuz enerjiye ihtiyacıolduğunu ileri sürüyorlar.
Bu iddiaları ilk bakışta doğruu gibi görünüyor ama fosile dayalı yakıtlara onlarca yıldır yapılan desteğin o yakıtları ucuzlattığını unutuyorlar. Bir araştırmaya göre fosile dayalı yakıtlara yılda 235 milyar dolar destek yapılıyor.
Bu destek fosil yakıtlarına verileceğine rüzgar, dalga, güneş enerjisine verilse demek ki çok kısa zamanda bu enerji üretme biçimleri de hızla ucuz enerji haline gelir.
Ne var ki büyük enerji şirketleri henüz fosil yakıtına dayalılar ve hükümetleri kon,trol eden de onlar.
Bugün dünyaya hakim olan küresel şirketlerin büyük bir kısmı petrol, otomobil, uçak imali ve havayolu şirketleri. Bu şirketler doğal olarak kara ve hava taşımacılığına dayanan bir sistemi tercih ediyorlar.
Bu nedenle enerji üretme biçimi değişmediği gibi ulaşımda da ciddi sorunlar yaşanıyor.
Ulaşımda geçici sözümona tedbirler yerine kalıcı adımlar atılması karbon salınımını büyük ölçüde azaltabilir.
Toplu uşamın büyük ölçüde yaygınlaştırılması, daha çok raylı taşımacılşığın tercih edilmesi, şehir içinde bisikletin ayrıcalıklı hale getirilmesi, şehir içi ulaşımda toplu taşımacılığın parasız hale gelmesi, şehirler arası ulaşımda uçak yerine şehir merkezinden şehir merkezine işleyecek hızlı trenlerin kullanılmaya başlaması büyük bir enerji tasarrufu sağlayacağı gibi karbon üretimnini de büyük ölçüde sınırlar.
Tabii binalarda yalıtım hem içinde yaşayanların konforunu arttırır hem de gene enerji tasarrufu sağlar.
Bugün bütün dünyada milyarlarca dolar yol yapımını ayrılmakta ve gene milyarlarca dolar havayolu şirketlerine vergi indirimi ve diğer biçimlerde destek olarak verilmekte. Bu kaynakların toplu ve raylı taşımacılığa harcanması kısa zamanda sorunu çözebilir.
Türkiye bu açıdan örnek bir ülke. Türkiye’deki kamyon sayısı tüm Avrupa Birliği’ndeki kamyon sayısından daha fazla. Demiryolları ise bütün Avrupa’nın en kötüsü.
Ankara-İstanbul arasını trenler 10-12 saatte gidiyor, otomobiller ise 3-4 saatte. Hızlı tren ise aynı mesafeyi 2-3 satte gidebiliyor. Bir hızlı tren 500-600 kişi taşrken aynı miktarda insan için 400 civarında otomobil, 20 kadar otobüs gerekiyor.
Ne yapacağız?
Kapitalist bir toplumda yaşıyoruz ve toplumun temelinde fosil yakıtları ve onları çıkaran, işleyen, satan ve kullanan araçları yapan ve satan şirketler var. Kârlarını böyle elde ediyorlar. Bu şirketlerin gönüllü olarak kârlarından vazgeçeceklerini düşünmek mümkün değil.
Öyleyse ne yapacağız? Bireysel enerji tedbirleri alarak sorunu çözebilir miyiz? Hayır. Sorun bu kapitalist sistemden kurtulmaktır.


Neden ABD ve Avusturalya önemli?

Sanayileşmiş ülkeler sera gazı emisyonlarının % 90'ınından sorumlu. ABD tek başına bütün sera gazı emisyonlarının % 25'ini atmosfere bırakıyor. Onu çok az bir farkla Kanada ve Avusturalya takip ediyor. Listeye Japonya, AB ülkeleri eski SSCB ülkeleri de eklenince toplam sera gazı emisyonlarının % 90'ına ulaşıyoruz.
Fosil yakıtlar kullanılarak elde edilen toplam enerjinin % 70'ini kuzey ülkeleri tüketiyor. Güney ülkeleri ise geriye kalan % 30'u tüketiyor. Oysa Kuzey ülkelrinin dünya nüfusu içerisindeki toplam oranı.
Fosil yakıt üreticileri
Dünyanın jandarması ABD ile fosil yakıt üreticileri arasında çok yakın bir ilişki var. Kyoto protokolünün imzalanmamasında, yenilenebilir enerji kaynaklarının şu an kullanılmıyor olmasından sorumlu olanlar ortada. Dünyanın en büyük ilk 100 şirketi arasında yer alan 4 büyük isimleri ve icraatları pek tanıdık olan şirketler ABD yönetimine ciddi mali desteklerde sunuyorlar. İşin aslı onların çıkarlarını kollayanlar yönetimde yer alıyor.
Mobil Oil, Exxon, Texaco; Sheil Oil, açıkça milyonlarca dolar Cumhuriyetçilere bağışta bulunuyor. Aynı zamanda Demokratlara da yardım yapıyorlar.


Sera gazları nedir?


Sera gazları normalde atmosfer hacminin % 0,1'ini oluştuyor ve bu hayatın şimdiki haliyle devam etmesini sağlıyor. Oysa insan faaliyetiyle atmosfere bırakılan seara gazlarının toplam hacim içerisindeki oranı arttıkça bütün hayatımızı etkileyecek değişiklikler ortaya çıkıyor.
Karbondioksit
Karbondioksit gazının fazladan atmosfere salınımının küresel ısınma içerisindeki payının % 55 olduğu söyleniyor. İnsan faaliyetiyle açığa çıkan 20 milyar ton karbondioksitin % 85 'i fosil yakıtların kullanımı sonucu doğuyor. Geri kalan % 15 lik kısım ise kerestecilik, büyük ölçekli hayvancılık, tarım vs gibi amaçlarla ormanların yok edilmesi ile ortaya çıkıyor.
Atmosfere bu hızla karbondioksit bıraklıması halinde ortaya çıkacak sonuçlar canlı yaşamının sonlanması noktasına ulaşabilir. Halihazırda atmosferdeki karbondioksit miktarı ise önümzdeki 200 yıl boyunca ısınmanın devam etmesine yetecek miktarda.
Metan
Küresel ısınma içerisindeki payı % 15 olan metan gazı ormanların yok edilmesi, atıkların ayrışması, pirinç ve büyük baş hayvancılık sonucunda ortaya çıkıyor.
En büyük tehlike ise buzulların erimesi sonucu kutuplarda açığa çıkabilecek metan gazı stokları . Bu durumda ortaya çıkabilecek metan gazı miktarının atmosferde halihazırda var olan metan gazı miktarından fazla olduğu söyleniyor.
Diazot Monoksit.
Küresel ısınmaya katkısı % 5 civarında. Esas olarak tarımda kimyasal gübre kullanımından kaynaklanır.
Kloroflorokarbonlar
Küresel Isınmaya katkısı % 25 civarında. İlk olarak 1930 lu yıllarda buzdolabı ve havalandırma cihazlarında kullanılmaya başlanan bu gazların günümüzde çok yaygın kullanım alanı var. Hemen şu anda bu gazların kullanımından vaz geçilse bile mevcut miktar binlerce yıl boyunca zarar vermeye devam edebilir.


Paris yanarken

Paris'in varoşları 27 Ekim'den beri yanıyor. On gündür binlerce genç her gece polisle meydan muharebeleri sürdürüyor, etrafı yakıp yıkıyor, arabaları, dükkânları ateşe veriyor. Birinci haftanın sonunda olaylar yatışmak bir yana dursun, Paris'ten taşarak Lille, Rouen, Rennes, Toulouse, Marseille kentlerinin varoşlarına yayıldı. Şu ana kadar 900 otomobil yakıldı, 500 kişi tutuklandı, polise karşı tek tük silah kullanılmaya başlandı.
İçişleri Bakanı Sarkozy, çatışan gençleri "pislik serseriler" olarak tanımladı, "basınçlı suyla temiz-leyeceğiz sokaklardan hepsini" dedi. Paris savcısı gençlerin "örgütlü" olduğunu, "örgütlü bir strateji" kullanıldığını iddia etti, ama bunun ne örgütü olduğu, kimin örgütlediği sorularını cevaplayamadı. Bakanla savcının sözlerinin ardından olaylar daha da şiddetlendi, yaygınlaştı.
Olayların şiddeti ve yaygınlığı, başlamalarına yol açan nedenin fersah fersah ötesinde. İki delikanlı polisten kaçarken bir trafo istasyonuna girmiş, elektrik çarpmış, ölmüşler. Paris ve Londra'nın varoşlarında polisin göçmen delikanlıların ölümüne sebep olması, alışılagelmiş demeyelim, ama alışılmamış bir olay da değil.
Alışılmış bir olayın böyle bir tepki doğurması, olayın kendisiyle ilgili değil. Dahası, göçmenlerin yaşadıkları varoşların yoksulluğu ve sefaletiyle de ilgili değil sadece. Batı Avrupa'nın bütün büyük kentlerinde, söz konusu ülkenin eski sömürgelerinden ve dünyanın çeşitli savaş, iç savaş ve kıtlık bölgelerinden gelen göçmenlerin yaşadığı varoşlar var. Onyıllardır var. Ve bunların hepsi, Paris'te çatışanların yaşadıkları bölge gibi, işsizliğin %20 ile %50 arasında olduğu, belediye hizmetlerinin ulaşmadığı, yoksulluğun, umutsuz-luğun, çaresizliğin, uyuşturucu maddelerin ve şiddetin kol gezdiği bölgeler.
Son yıllarda bu bölgelere sırasıyla Kürdistan'dan, Somali'den, Afganistan'dan, Kosova'dan, Arnavutluk'tan, Zimbabwe'den ve Afrika'nın daha pek çok ülkesinden akınlar oldu. Açlıktan, baskıdan ve ölümden kaçanlar, inanılmaz zorlukları aşarak ulaştıkları Avrupa ülkelerinde umut değil, ırkçılık, aşağılanma, yine yoksulluk ve, zaman zaman, yine ölüm buldular.
Buna rağmen, yine de bir umut besledikleri için, örgütsüz oldukları için, toplumun en zayıf kesimini oluşturdukları için, ayaklanmaları, şiddetli tepki göstermeleri nadir olmuştur, olduğu zaman da saman alevi gibi parlayıp sönmüştür.
Bu kez öyle değil. Tüm izleyenleri şaşırtan, Fransız devletini adeta çaresiz bırakan bir öfke, nefret ve şiddet var. Nedeni sadece yoksulluk ve işsizlik değil. Ayaklanan bölge, Kuzey Afrikalı göçmenlerin, büyük çoğunluğu Arap ve Müslüman olanların oturduğu bölge. Bu kitle yoksulluğa da, işsizliğe de, ırkçılığa da alışık. Ama 11 Eylül 2000'den beri, Avrupa'da yaşayan tüm Müslümanlarla birlikte, öyle bir saldırı altındalar ki, bugüne kadar ayaklanmamış olduklarına şaşmak gerek. Irak'ta ve Filistin'de olanları gün gün izliyor olmalarının yanı sıra, bizzat kendileri beş yıldır barbar, bombacı, ırz düşmanı, gerici, yamyam muamelesi görüyorlar. İnandıkları, değer verdikleri her şey ayaklar altına alınıyor.
Korkarım Avrupa'daki son yangın olmayacak bu. Irak işgalinin yarattığı vahşet Irak'la sınırlı değil çünkü.
Roni MARGULİES