Sosyalist İşçi 244 (10 Kasım 2005)
Milliyetçilik
Türk solunun çıkmazı-2
2005 yılı Türkiye'de milliyetçiliğin pek çok tezahürünün yaşandığı bir yıl olarak tarihe kaydedilecektir. Türk sermayesinin Avrupa Birliği'ne eklemlenme sürecinin hızlanmasıyla birlikte, her türlü yan örgütlenmesiyle ülkücü faşist MHP'den başlayarak, halâ sol etiketi taşımaya çalışan İşçi Partisi, Cumhuriyet Gazetesi, Kanal Türk TV, Türk Solu çevresi ve çoğu zaman CHP'nin de aralarında bulunduğu irili ufaklı gruplar, 'Atatürk milliyetçiliği' ekseninde biraraya gelip çeşitli platformlarda 'alternatif' politika üretmeye soyundular.
Kızılelmacılar
Bu gruplar işi birbirlerine "Biz yalnızca siz solcular sloganlaştırdığı için anti emperyalizme karşı çıkıyorduk. Çok haklıymışsınız" ya da "Gerçek yurtseverler milliyetçilerdir. Bugün tüm ulusalcı güçler ittifak halinde olmalıdır", şeklinde hayranlık bildirmeye kadar vardırdılar.
Bu ittifaka katılmamış olsa da kemalizm-stalinizm bayrağını göğsünü gere gere yükselten sol gruplar da (örneğin TKP'nin Yurtsever Cephesi) tartışmaya ulusalcılık, yurtseverlik gibi milliyetçilikten türetilmiş ve milliyetçiliğin sağın tekelinde olmasına karşı ortaya atılmış muğlaklaştırıcı kavramlarla dahil olarak Türk milliyetçiliğinin elinin güçlenmesine fiilen katkıda bulundular.
Kısaca hatırlarsak; artmaya başlayan asker cenazelerinin politik gösterilere dönüşmesi, 'Ermeni Konferansı'nın önce ertelenip sonra protesto edilmesi, Orhan Pamuk'a dava açılması, Hrant Dink'e hapis cezası verilmesi, 6-7 Eylül sergisinin basılması, Eğitim-Sen'in anadilde eğitim hakkını savunması nedeniyle kapatılmak istenmesi, 'Aydınlar Bildirisi'nin basında önemli bir yer kaplaması ve yöneltilen ırkçı-milliyetçi eleştiriler, MHP'nin Ankara'daki AB karşıtı büyük mitingi, linç girişimleri, taşrada Kürt göçmenlere saldırılar... gibi bir dizi olay, bu yıl hepimizi kaygılandıran gelişmeler oldu, olmaya da devam ediyor.
Dumanlı havalar
Bu gelişmelerin yarattığı milliyetçi havanın kamuoyunda önemli bir yer bulmadığı söylenemez. Pek çok TV kanalı, radyo ve gazeteler bu konuların herbiri üzerinde tartışmalar düzenledi, 'uzman' görüşlerine başvurdu, kamuoyunu yönlendirmenin her türlü aracını kullandı. Bir yandan da Türk milliyetçiliğini pompalayan çok-satar kitaplar yayınlandı. Örneğin edebiyatla ilgisi olmayan iki gencin yazdığı ve Türkiye üzerine dünya çapında bir komployu anlatan Metal Fırtına kitabı Eylül ayı rakamlarıyla 520 bin sattı. Turgut Özakman'ın, aslolarak 'ulusal onuru incinmiş Türk halkına' tarihten 'onurlu sayfalar' aktaran ve bu onuru okşama çabası içinde bir anlatıma sahip Şu Çılgın Türkler kitabı, aynı dönem içinde 200 baskı yaptı ve yaklaşık bir milyon insana ulaştı. Hitler'in Kavgam kitabına gösterilen ilgi uzun uzun tartışılırken kitap (yine aynı dönem içinde) 50 bin satışa ulaştı.
Ülkücü faşistler
MHP içindeki muhalif kanadın yayın organı Yeniçağ gazetesi satış rakamları çok kısa sürede 60 binlere vardı. Kanal Türk'te Ceviz Kabuğu programını yapan Hulki Cevizoğlu (Türk Ocakları'ndan ödüllüdür ve Kızılelma'nın basın ayaklarından biridir), programında, artık açık açık, Musul'un Misak-ı Milli sınırları içinde olduğunu ve alınması gerektiğini, ülkede sağlam ulusalcı bir önderlik bulunmadığı için bunca sorun yaşandığını anlatıp duruyor. MHP içindeki kırgınlıkların da yavaş yavaş giderilmeye başlandığı görülüyor. Prof.Ümit Özdağ'ın başını çektiği yönetime muhalif kanat merkeze yakınlaşarak buzları eritiyor. En son Attila İlhan'ın cenazesinde Devlet Bahçeli'yi Yeniçağ gazetesinin arabası taşıdı.
Egemen sınıf miliyetçiliği
İktidar bloğundaki her küçük/büyük sendelemede Türk milliyetçiliğini yükselten grupların yarattığı tehlike açık: egemen sınıfın sonu daima kanla yıkanan faşizan milliyetçiliğini güçlendirmek ve bunun en sahici savunucusu ülkücü faşistlere taban sağlamak. Bu durumun en tehlikeli yanı da henüz politik arenanın aktörleri olarak sahnedeki yerini almamış, siyasi arayış içindeki geniş yığınların kafasını karıştıran sol milliyetçilikler.
Türkiye'de, ister sağ, ister sol milliyetçilik olsun, kendisini daima (tüm kesimlerde ortak kabul gördüğü varsayılan) Atatürk milliyetçiliği zemininde meşrulaştırmaya ve güçlendirmeye çalışmıştır. Bunu soldan yapanlar millet yerine ulus, milliyetçilik yerine ulusçuluk, ulusalcılık veya yurtseverlik terimlerini kullanarak prim yapma gayreti içinde olmuşlardır. Ancak gerçekte bu devletin ideolojisidir.
Kuruluşun
ideolojisi
Tek parti diktatörlüğü döneminin henüz erken dönemlerinde milliyetçilik parti programına alınmıştır. 1927'deki Cumhuriyet Halk Fırkası Nizamnamesi'nde milliyetçilik ilkesi üçüncü sıradadır. 1931 yılında kabul edilen CHP'nin ilk programında ise, milliyetçilik resmi olarak ortaya konmuş ve Altı Ok içinde ikinci sıraya yükselmiştir.
Kavramın ulusçuluk olarak tanımlanması ise, 1935 kongresinde ve Öztürkçecilik akımının popülerleşmesiyle siyasi dile girmeye başlamıştır. 1937'de yapılan bir Anayasa değişikliğiyle, milliyetçilik ilkesi sadece partinin değil devletin de ilkesi olarak benimsenmiştir. Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya değişiklik önerisi konuşmasında şöyle der: "Zaten insanlık tarihi Türkle başlar. Türk olmasaydı belki tarih olmazdı ve muhakkak ki medeniyet de başlamazdı". CHP eski genel sekreterlerinden Recep Peker ve emekli general Refet Bele'nin konuşmalarında da sık sık milliyetçilik ile sınıf bilinci, milliyetçilik ile enternasyonalizm arasındaki ters orantıdan dem vurulur.
Mustafa Kemal'in ağzından
Daha yetkili bir ağızdan, daha önemsiz konularda bile aşırı milliyetçi, ırkçılığa varan sözler duyabiliriz. Örneğin 1926'da sporculara hitaben yaptığı bir konuşmada Mustafa Kemal şöyle der: "Bu kadar mühim olan spor hayatı, bizim için daha mühimdir. Çünkü ırk meselesidir. Irkın ıslah ve küşayişi meselesidir...". Ya da 1932 yılında Keriman Halis dünya güzeli seçilen ilk Türk kızı olduğunda Cumhuriyet gazetesi'ne verdiği demeçte, ırk vurgusunun hiç de azalmadığı görülür: "...Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihi olarak bildiğim için, Türk kızlarından birinin dünya güzeli intihap olunmuş olmasını çok tabii buldum."
Örnekler sınırsız. Yukarıda söylendiği gibi Anayasa'ya da yerleştirilerek milliyetçiliğin devletin resmi ideolojisi olduğu tescillenmiştir. Üstelik 1961 Anayasa-sı'nın başlangıcında da "Türk milliyetçiliğinden hız ve ilham almak" devletin genel ilkesi olarak yerini almış, 1982 Anayasası'nda çerçevesi "Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik anlayışı" olarak oturtulmuştur. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı ise bellidir.
Nihai hedefi, varolan kapitalist devlet aygıtını yıkıp yerine (geçelim dünya devrimini) emekçilerin tek söz sahibi olduğu geçici bir devlet kurmak olan sol, yıkmaya çalıştığı aygıtın anayasal ideolojisine sarılarak hedefine ulaşabilir mi? Bu durumdan çıkarılacak sonuç şu olabilir; Türk solunun geniş kesimlerinin dünya görüşünün temelinde marksizmin özümsenmemiş olması gerçeği yatar. Türk solunun ideolojik yaklaşımlarına ve siyasi pratiğine üstünkörü bir bakış bile, bu yaklaşım ve pratiğin özünde kemalizmi, bu özü çevreleyen kabukta ise çarpıtılmış marksizm yorumlarını görmeye yeter.
Cengiz ALĞAN