Sosyalist İşçi 245 (24 Kasım 2005)
BAŞYAZI
Demokrasiyi ve çözümü tercih etmek
Şemdinli’de yaşanan bombalama olayı ve ardından bomnayı koyanların halk tarafından ele geçirilmesi fakat savcılık tarafından serbest bırakılmaları son derece önemli bir gelişme.
Karakuvvetleri Komutanı’nın şahsen tanıdığı ve sayısız karanlık olaya karışmış bir Jandarma assubayı işin içinde ama hala işin karanlık olup olmadığı tartışılıyor.
Hükümet ise olayın üstüne gideceğiz diyor. Göreceğiz.
Fakat daha önemli olan gelişmeler Şemdinli’nin ardından Yüksekova ve Hakkari’de yaşananlar ve özellikle de Yüksekova’daki cenazede yaşananlardır.
Bilindiği gibi bu kentlerdeki gösterilerde 4 kişi güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu öldü. Resmi makamlar “terör örgütü işe karıştı” falan deseler de 4 kişi güvenlik güçlerinin ateşi ile öldü.
Ölenlerden üçünün cenazesine 100 bin kişi katıldı. Yüksekova’nın nüfusundan kat be kat daha fazla insan.
Resmi makamlar gene “terör örgütü işe karıştı”, “bölücü sloganlar atıldı” dese de bu kez cenazeye katılanların üzerinden F16 savaş uçakları uçtu.
Kara Kuvvetleri Komutanı F16’lar için “rutin uçuş” diyor. Adam durumu kurtaracağım derken daha büyük gaf yapıyor. demek F16’lar rutin olarak halkın üzerinde, şehirlerin üzerinde alçaktan uçuş yapıyor. Bu adam derhal görevinden alınmalıdır.
Halk Erdoğan’a Hakkari ve Yüksekova’da “Vali istifa” diye bağırdı. Erdoğan ise ülke “sloganlarla yönetilmez” diye vecap vermiş. Ama halkın bütünü valiyi istemiyorsa o vali hala orada duracak mı? Hani demokrasi halkın kendiş kendisini yönetimiydi?
Hakkari valisi derhal görevinden alınmalıdır.
Eğer demokrasi ve çözüm tercih ediliyorsa o vakit halka güven vermek için adımlar atılmalıdır. Bombalamaya karışanların hepsi yargı önüne çıkmalıdır. Derhal Kara Kuvvetleri Komutanı ve Hakkari Valisine işten el çektirilmelidir. F16’lara uçma emri veren subay/subaylar işten el çektirilmelidir.
Yok eğer demokrasi ve çözüm istenmiyorsa o vakit söyleyecek fazla birşey yok. sadece yalan söylenmesin. Komutanlar ve hükümet yetkilieri çıksın ve savaşacağız desinler.
Ancak bu tutum bir yarar getirmez. Önceki savaş döneminin yarattığı sorunlar biliniyor. 30 bin ölü ve yıkılmış bir ekonomi. Eğer ekonomik ve siyasal istikrar isteniyorsa çözüm için çalışmak gerekir, çözüm ise siyasaldır.
İşçi sınıfı perspektifi
İşçi sınıfının ‘artık’ değiştiği çok sık tartışılan bir konudur. Egemen sınıfın yazarları bu değişimin sonunda işçi sınıfının artık devrimci olamayacağını söylerler ve kapitalizmin nihai zaferini ilan ederler.
Solda da önemli bir tartışmadır işçi sınıfının değişimi. Burjuvazinin iddiasını soldan tekrarlayanlar da vardır, onlar da artık devrimler çağının kapandığını, reformlar için mücadele etmek gerektiğini söylerlerler. Soldan başkaları ise işçi sınıfının yeni tür sendikalara ihtiyacı olduğunu anlatırlar ve aslında işçi sınıfının devrimci rolü bitmiştir argümanını başka bir biçimde tekrarlarlar: İşçiler halkla beraber örgütlenmelidir. Örneğin Türkiye’de bazı çevreler “toplumsal hareket sendikacılığı” adlı bir öneriye sahiptirler.
İşçi sınıfı elbette değişir. Kimi sektörler ortadan kaybolurken yeni sektörler ortaya çıkar. Örneğin gelişmiş kapitalist ülkelerde madencilik ve bir kısım sanayi işçileri ortadan kaybolurken yerlerine yeni sanayiler gelmiştir. İşçi sınıfına eski yapısıyla bakan herkes işçi sınıfının eridiğini, azaldığını iddia edebilir ama gerçekte durum böyle değildir.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde “servis hizmetleri” denen alanlarda giderek yoğunlaşan bir işçi sınıfı var. Bunlar kendilerinden önceki maden işçileri veya tersane veya çelik işçileri kadar kol emeğine dayalı bir işgücüdürler.
Kimilerinin iddia ettiği gibi bu ‘beyaz yakalı’ iş gücü orta sınıf, küçük burjuva değildir. Çok zaman işçilerin mavi yakalı olmaktan beyaz yakalı hale gelmesi sadece bir isim değişikliğidir.
Türkiye’de bir çok işkolunda bunu çok net olarak görmek mümkün. Örneğin TCDD’de trenleri çalıştıranlar ‘beyaz yakalı’ kabul ediliyorlar ve bu nedenle memur kategorisine giriyorlar fakat biletleri kontrol edenler veya tren amirleri ‘mavi yakalı’ kabul edilerek işçi olarak kabul edilmekteler. Benzer gerçekten komik durumları çok işkolunda görmek mümkün.
Bundan 20-30 sene önce çok zaman bir erkek çalışan matbaadaki dizgi makinasını kullanıyordu ve mavi yakalı işçi olarak görülüyordu. Şimdilerde ise çok zaman kadın bir dizgici aynı işi yapıyor fakat o beyaz yakalı işgücü olarak görülüyor.
Eskiden bazı işlerde çalışanlar ayrıcalıklıydı. Örneğin öğretmenler, öğretim görevlileri, hemşireler gibi. Ancak şimdi bu kesimler aynı durumda değil. İşe yeni başlayan bir öğretmen ya da hemşire hiçte yüksek bir ücret almadığı gibi oldukça ağır koşullarda çalışmakta. Çok zaman ücretlerini arttırmak için eylem yapma ihtiyacı duymaktalar. Bu alanlarda yüzbinlerce işçi çalışmaktadır.
Bütün bu insanları topladığınızda işçi sınıfının ortadan kaybolması bir yana giderek ve hızla çoğalmaktadır. Kimi gelişkin sanayi ülkelerinde işçi sınıfı artık toplumun yaklaşık üçte ikisini oluşturmaktadır.
Gerçekten orta sınıf sayılması gereken, baş öğretmenler, müdürler, yöneticiler iş gücünün sadce yüzde 10 kadarını oluşturmaktadırlar.
Kimileri ise içi sınıfını yaşam tarzına göre tarif etmeye çalışmaktadır. Giyim tarzı, belki ücret düzeyi, oturduğu böl-geye bakarak işçi olup olmadıklarına karar vermeye çalışılmaktdır.Oysa bütün bunlar işçi sınıfının tarifi için geçersiz olan kriterlerdir. Oysa kapita-lizmde sadece üretim araçlarını kotrol edenlerle yaşayabilmek için onlar için çalışmaktan başka çareleri olmayanlar arasındaki ayrım işçi ile işçi olmayanı ayır eder.
Kapitalizm 250 yıl önce İngiltere ve Belçika’da başladı ve oradan bütün dünyaya yayıldı ve hakim oldu. Bu süreç içinde kapitalist sınıf için çalışanların sayısında muazzam bir artış yaşandı. İşçi sınıfının sayısı bir-kaç yüz binden bugün 800 milyona ulaştı.
Kapitalizmin gelişmesinin her aşamasında yeni sanayiler öne çıktı. Bu her değişimde alışılmış işçi tarifi de değişti. 19’uncu yüzyılın başında tekstil işçileri tipik işçiler olarak görülürdü. 1880’lerde bu kanı değişmeye başladı ve yerine liman işçileri ve madenciler geçti.
1910 ve 20’lerde ağır sanayide çalışan işçiler tipik işçi tanımını oluşturmaya başladılar. 1950’lerde ve 60’larda otomobil işçileri ve hafif sanayi işçileri öne çıktı.
Bu her değişim aşamasında daima birileri yeni işçilerin ‘gerçek’ işçi olmadığını iddia ettiler ve işçi tanımını eski, alıştıkları işçi kesimi üzerinden yapmakta israr ettiler.
İşçi sınıfının yeni kesimleri çok zaman eski kesimlerin yenilgisinin ardından ortaya çıkıyorlar. Bu 1850’lerde ve 1930’larda olduğu kadar bugün de geçerli.
Bu durum genellikle mücadelenin mümkün olmadığı kanısını yaratıyor. Eski işçiler yenilirken yeni işçiler ise mücadeleye o kadar da istekli olmuyorlar. Bu yenilgici hava genellikle sermaye sınıfına kollektif olarak karşı koymanın mümkün olmadığı kanısının yaygınlaşmasına neden oluyor.
Ama insanlar sisteme karşı mücadele etmek istemeseler dahi sistem onlara karşı mücadele etmekten geri durmuyor. Ne zaman ulusal ya da uluslararası ölçekte rekabet artsa sistem yükü daha çok çalışanların sırtına vurmaya çalışı-yor.
Bugün uluslararası rekabet artıyor. Hem de çok hızla. Bu nedenle her yerde kapitalist sınıf ‘değişimden’ ve ‘reformlardan’ bahsediyor. Onlar için değişim ve reform sosyal haklara, ücretlere, çalışma koşullarına daha fazla saldırı demek. Eğitimin, sağlığın özelleştirilmesi ve pazara açılması demek.
İşçi sınıfının en küçük kazanımlarına bile saldırıyorlar. İş güvenliğini ellerinden alıyorlar, hatta 5 dakikalık molalarına bile göz dikiyorlar. “Çünkü” diyorlar, “rekabet var”. “Rekabete karşı değişmeli” ve “fedakarlıklar” yapmalıyız.
Bu noktada işçiler üzerindeki basınç artıyor. Ta ki bir direniş başlayıncaya kadar. Daha önce uysalca çalışan işçi kesimleri bir noktadan sonra direnmeye, sermayenin saldırısına karşı koymaya başlıyorlar. İnsanları bir noktaya kadar itebilirsiniz, ondan sonra direnç gelir.
Genellikle ilk direnen kesimler militan olmadıkları söylenen, hatta işçi sınıfının parçası olarak dahi görülmeyen kesimlerden gelir. Bunun sayısız örneği var. Bu arada kuşkusuz işçi sınıfının eski kesimleri arasında da mücadeleci çıkışlar olur. Ne var ki genel bir mücadele dalgasının parçası olmadığı sürece bu işçi mücadelelerinin başarılı ve diğer işçiler için sürükleyici olmasını beklemek anlamsızdır.
İşçi sınıfının direnmeye başlayan yeni kesimleri dirençlerinin etkisini gördüklerinde, işte o zaman yoğun bir sınıf mücadelesi dönemi başlar. Dünya için olduğu kadar Türkiye için de bu yeni mücadele dönemi çok uzakta değil.