Sosyalist İşçi 245 (24 Kasım 2005)

 

Sayfa 12 :

Milliyetçilik
"Muhtaç olduğun kudret
damarlarındaki asil kanda mevcuttur"

19 Mayıs 1919 ile 15 Ekim 1927 tarihleri arasında geçen bağımsızlık savaşı ve cumhuriyet dönemi inkîlaplarında yaşanan somut olayları anlattığı, Nutuk adıyla kitaplaştırılan konuşmasını Mustafa Kemal bu sözlerle tamamlar. Günler süren konuşmanın sonunda Mustafa Kemal 'Türk bağımsızlığını ve cumhuriyeti koruma ve kollama' görevini Türk gençliğine emanet etmiştir. Gençliğin bu zorlu mücadelede ihtiyaç duyacağı gücün bulunduğu sihirli sandığın yerini de tarif etmiştir: damarlar. Bu sihirli sandığın içindeki hazine de bilinmektedir: Türk'ün asil kanı.
Bu yazının 'derdi' anılan dönemin sorunları ve bu sorunlarla başetmede izlenen yol ve yöntemin tartışılması değildir. Yalnızca, var olan sistemden memnun olmayanların izleyecekleri mücadele rotasını çizerken, Mustafa Kemal'in verdiği referansların günümüz dünyasında ne derece geçerli olduğunu tartışmaya açmaktır.
Küresel dünya
Bugünün dünyası özde 1920'lerin dünyasından pek de farklı değil. Rekabet, kâr ve birikime dayalı kapitalist sistem, oturduğu zemini değiştirmeden sürüyor. Toplumsal yaşama egemen olan temel çelişki halâ iki temel sınıf, işçi sınıfı ve büyük burjuvazi arasında sürüyor.
Kâr güdüsüyle büyük sermayeler arasında girişilen rekabet halâ büyük sermaye birikimlerine ve bu birikimin giderek daha az sayıda elde toplanıp merkezileşmesine yol açıyor. Kürede halâ büyük yığınlar devasa bir yoksulluk altında inlerken küçük bir azınlık bu dünyanın nimetlerinden sınırsızca faydalanıyor.
Büyük sermaye grupları kendi devletleri aracılığıyla istedikleri ülkeleri işgal ediyor, savaşlar çıkarıyor, bu ülkelerin yeraltı ve yerüstü zenginliklerine el koyuyor. Yurttaşlarının yıllık milli gelirden aldıkları kişi başına ortalama pay 500 dolar olan ülkeler varken aynı rakamı 30 bin dolara çıkarmış ülkeler bulunuyor. Üstelik bu ülkeler 1920'lerdeki ülkelerle, üç aşağı beş yukarı aynı: G8 ülkeleri (ve bunlara eklemlenmiş birkaç ülke daha).
Enformasyon çağı
O günün dünyasından farklı olduğu söylenen bazı şeyler de var: artık dünyada tek süper güç var; sermayenin serbest dolaşımı önünde engel kalmadı; iletişim teknolojileri ve medya imparatorlukları karşısında ezilenlerin hiç şansı yok; Marks döneminde adres gösterilen sanayi işçi sınıfı artık yok; marksizmin köhnemiş fikirleri bu dünyayı açıklamaya yetmiyor; zaten Sovyetler de yıkıldı, kimse sosyalizme yüz vermiyor; dolayısıyla yeni arayışlara girilmeli...
Söylenenlerin bazılarında haklılık payı var. Örneğin iletişim gerçekten de çok hızlandı. Para transferi artık ülkeden ülkeye gemilerle değil banka talimatlarıyla saniyeler içinde gerçekleşiyor. Sermaye güvenli yatırım alanları elde etmek için fizibilite çalışmasını daha rahat gerçekleştiriyor ve hükümetlere daha kolay basınç uygulayabiliyor. Daha kolay işçi çıkarılabiliyor. Sendikalara daha çok baskı var, vb.
Ulusalcılığa sarılış
Ancak küreselleşen dünyanın olanaklarından yalnızca egemen sınıflar değil ezilen sınıflar da faydalanıyor. Örneğin internet sayesinde dünyanın her yanında dayanışma ağları kuruluyor ve bunlar sayesinde yeni yeni direniş odaklarının çekirdekleri atılabiliyor. Sıradan insanlar artık bilgiye eskisinden daha kolay ulaşabiliyor. Dünyanın en ücra köşelerinde olup bitenlerden hemencecik haberimiz oluyor.
Arjantin'de ayaklanma olduğunda izliyor ve (kimilerimiz) benzerini yaratmak için ne yapmak gerektiğini tartışıyoruz. ABD Irak'ı işgal ettiğinde anında haber alıyor ve protesto gösterileri düzenliyoruz. Üstelik dünyanın her köşesinde aynı anda...
Ama yine de henüz egemen sınıflar kadar yararlanamıyoruz dünya nimetlerinden. Bütün ipler dünyadaki bir avuç zengin, sanayileşmiş ülkenin egemen sınıflarının ellerinde gibi görünüyor. Bunun karşısında umutsuzluğa düşen bazı çevreler (bir asırlık, iç ve dış düşmanlar söyleminin de etkisiyle), gelişen dünyaya uygun yeni mücadele yöntem ve araçları kurmak yerine, eski bir limana, milliyetçiliğe sığınıyorlar.
Bu durum emperyalizmle mücadeleyi kapitalizmle mücadeleden ayrı gören bu anlayış sahiplerini, ister istemez, milli mücadele yıllarının nostaljik romantik havasını yeniden canlandırmaya itiyor. Yeniden Milli Mücadele, İkinci Kurtuluş Savaşı, Kızılelma Koalisyonu gibi gruplanmalar peydah oluyor. Bu anlayışın doğal sonucu olarak, bu gruplar kemalizme ve onun kurucu ideolojisi olan Türk milliyetçiliğine kayıyor. Ve bu milliyetçiliğin söyleminde yer alan 'asil kan' referansı onların da referansı oluyor.
Uluslararası dayanışma
Oysa emperyalist saldırganlığın karşısında milliyetçi çizgilerin hiçbir şansı yok. Örneğin 11 Eylül sonrasında başlatılan 'terörizme karşı savaş' tehdidinin karşısına dünyanın bütün ülkelerinden direnişçiler yerine yalnızca yoksul Afgan ve Iraklılar çıksa, diğer ülkelerin emekçileri "bize ne canım" diye burun kıvırsaydı, bugün ABD'yi bataklığa sürükleyen Irak direnişi üç yıl dayanabilir miydi?
Oysa, savaşın iki baş mimarı olan ABD ve İngiltere'de bile Irak savaşı ve işgaline karşı çıkanların sayısı giderek artarken Türkiye'de milliyetçiliğe batmış sol işi Misak-ı Milli'yi tartışmaya, Musul ve Kerkük'ü geri almaya kadar vardırabiliyor. Hatta ABD işgaline 'Irak'taki Türkmen kardeşlerimiz öldürülüyor' diyerek karşı çıkanlara bile rastlanıyor.
Ekonomik bağımsızlık
Milliyetçilik yalnız siyasi ve sosyal alanda değil, ekonomik alanda da mantık dışı bir ideoloji. İçiçe geçmiş ve unsurlarının birbirinden ayrılması imkansız hale gelmiş bir ekonomik sistemden tek başına kopuş da imkansızdır.
Diyelim ki büyük bir apartmanın bir dairesinde ailecek biz yaşıyoruz. Ve diyelim ki domates ve bulgur üretiyoruz; bilgisayar, televizyon, taşıt araçları, çamaşır makinesi, vb teknoloji ürünlerini üretemiyoruz. Bunları ve hayatı kolaylaştıracak başka bir sürü ürünü ise diğer apartman sakinleri üretebiliyor.
Diğer tüm komşulardan bağımsız yaşamaya kalkarsak haberleri izleyemez, çamaşırları elimizde yıkar, her yere yürüyerek (ya da yüzerek) gider ve iletişim olanaklarından asla faydalanamayız. Sadece bulgur ve domates yiyerek önünde sonunda yetersiz beslenmeden hasta düşeriz (tabii ilaç ve tıbbi malzeme de üretemediğimiz için hastalığımız pek uzun da sürmez). "Olsun biz onurumuzla yaşayalım, yeter!" deyip bütün ailenin hayatını tehlikeye atacaksak başka. Ama bu biraz riskli. Üstelik aile reisinin aldığı bu karara tüm aile fertlerinin katılacağının garantisi de yok.
Anti kapitalist dayanışma
Son 6-7 yıldır dünyanın sokaklarını kuşatan, kapitalizme her yerde meydan okuyan, üstelik bunu artık küresel çapta haberleşip dayanışma ağları kurarak, eşzamanlı gerçekleştiren anti kapitalist direnişçilerin ise başka bir önerisi var: enternasyonalizm. Bu direnişçilerin çizgisi Fransa'da göçmen gençlerin ayrımcılığa karşı mücadelesini, Bolivya'da yoksulların suyun özelleştirilmesine karşı direnişini, Meksika'da Zapateroların neo liberal saldırıyı durdurma çabalarını, Almanya'da grevci işçileri, Güney Koreli öğrencilerin eğitim mücadelesini, Türkiye'de Kürtlerin özgürlük ve kültürel haklar savaşını aynı anlayışla, ayrım gözetmeden destekliyor.
Çünkü kendisine saldıran düşmanın bir ve aynı amaçla dünyanın dört bir yanındaki horlanmışlara da saldırdığını görüyor. Bundan da önemlisi, düşmanın gücünün farkında ve onu tek başına alt edemeyeceğinin bilincinde. Bu yüzden kendi küçük ülke sınırları içinde değil uluslararası planda mücadele ediyor. Mücadele konuları sayısız olduğu için de giderek her kesimden ezilen insanları bünyesinde sindirebiliyor.
Ulusal-evrensel
Ulusalcı bir çizgiyi savunanlar ise kendi dar çevreleriyle sınırlı kalmak zorundalar. Çünkü Musul-Kerkük'ü işgali savunduğunuzda Irak halkı sizin yanınızda olmaz. 'Belçika işçisi Türk işçisinin sömürülmesinden pay alıyor' dediğinizde Belçikalı işçiyle dayanışamazsınız. Bir Fransız aydını benimle kendisi arasında, bir Türk olduğum için değil, Türkiye'de ezilen sınıflar arasında bulunduğum için paralellik kurar. Aynı şekilde ben de, o aydına Fransız olduğu için değil, ezilenleri savunduğu için saygı duyarım.
.............
Türk milliyetçiliğinin zeminine daima varoluşunun devamı kaygısı oturmuştur. Bu yüzden, Türkiye Cumhuriyeti devletinin batıyla ilişkisi endişe duygusundan paranoyaya uzanan bir yelpazede tarif edilebilir. Türk solunun büyük bir kesimi de bu hâlden etkilenir ve esinlenir. Bu yüzden toplumların tarihini oluşturan sınıfsal mücadele ulusal mücadeleye indirgenir ve mücadele azmi, çoğunluğu A Rh+ olan 'asil' kanda aranır. Halbuki muhtaç olduğumuz kudret tüm dünya şehirlerinin damarlarında dolaşan sıradan kalabalıklarda mevcuttur.

Cengiz ALĞAN