Sosyalist İşçi 246 (8 Aralık 2005)
Şemdinli'den sonra mücadele
Susurluk'tan beri biliyoruz ki, bu tür kirli işler bizzat devlet eliyle gerçekleşmektedir. Asıl büyük sorumlular hiçbir zaman yargı önüne çıkmaz, çıksalarda hiçbir şekilde ceza almazlar.
Kasım ayında Şemdinli'de yaşanan devlet terörü hala önemini koruyor.
Bilindiği gibi, başta Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt olmak üzere, bir dizi devlet görevlisi saldırganları savundu. Saldırganlar da elbet kendilerini savundu. Örneğin bombayı attığı kesinleşen jandarma astsubay "O gün tesadüfen oraya loto kuponu yatırmaya gitmiştim" ifadesini verdi. Demek loto kuponunu yatırmak gibi tehlikeli bir eylemi gerçekleştirdikten sonra koşarak loto bayiinden kaçmak ve içinde rütbeli iki asker bekleyen bir jandarma istihbarat otomobiline atlamak gerekiyormuş. Bunu da öğrenmiş olduk.
Cezalandırılanlar
Tüm bölgede (ve daha küçük çaplı da olsa pek çok kentte) halkın sokaklara dökülmesinin ardından, hükümet bazı adımlar attı. Hakkari valisinin görev yeri değişti, iki astsubay hakkında da dava açıldı. Şimdi yargılanıyorlar.
Hükümetin olaylara yaklaşımını iki şekilde değerlendirmek mümkün. Birincisi, artık Türkiye'nin egemen büyük sermaye grupları sırtında kambur gibi gördüğü bazı unsurlardan kurtulmak istiyor ve bunun için bazı 'temizlik' harekatlarına girişiyor. Avrupa Birliği'yle entegrasyonun güçlendirilmesi sürecinde böyle davranmak zorunda kalıyorlar diye de düşünülebilir. Atılan adımlar küçük de olsa derin devlet kavramından kurtulmanın başlangıcı yönünde bir çaba olarak da görülebilir. Sonuçta hiçbir şey yapılmamasına alışkın olduğumuz bu ülkede iyi bir gelişmedir denilebilir.
Başka bir açıdan, atılan adımlar göstermeliktir de diyebiliriz. Örneğin vali görevden alınmadı, yalnızca yeri değiştirildi. Ayrıca yargılanmıyor. Ordu mensuplarına el uzatıldı ama yalnızca düşük rütbeli iki astsubaya 'dokunuluyor'. Oysa başta Büyükanıt olmak üzere, pek çok askere ve JİT denilen kontgerilla teşkilatına hiçbir şey yapılmıyor. İçişleri Bakanı Aksu hiçbir şeyin hesabını vermeye zorlanmıyor. Yakalananların karışmış olduğu başka onlarca olay olduğu anlaşılıyorken bu olayların üzeri örtülmeye çalışılıyor.
'Vatan hainliği'
Üstelik iki astsubay vatan hainliğini düzenleyen maddeye göre yargılanacaklar. Yani Abdullah Öcalan ile aynı maddeden. Bu haber bazı televizyonlardan sanki büyük bir ilerlemeymiş gibi verildi (Bazı kanallar ise buna şiddetle muhalefet etti). Bu sayede hükümet bir taşla iki kuş vurmuş oluyor: "Bakın sorumluların üzerine gidiyor ve en ağır cezalarla yargılıyorum" diyerek hükümete duyulan güveni tazeliyor ve eski hükümetlerden farkını ortaya koyuyor. Öte yandan, olaylara karışanların devlet içinde yuvalanmış bir grup vatan haini olduğunu göstererek aslında bu işleri devletin yürütmediğini anlatmış oluyor. Oysa en azından Susurluk'tan beri biliyoruz ki, bu tür kirli işler bizzat devlet eliyle gerçekleşmektedir. Asıl büyük sorumlular hiçbir zaman yargı önüne çıkmaz, çıksalarda hiçbir şekilde ceza almaz-lar.
Üstelik, 9 Kasım saldırısına kadar geçen iki ay içinde 14 ayrı bombalı saldırı yapıldığı tüm basında yer almasına rağmen, bunlarla ilgili hiçbir şey yapılmaması da, yalnızca açığa çıkan ve büyük tepki gören bazı olaylarda, mecburen adım atıldığı izlenimini güçlendiriyor. Hükümet gerçekten inandırıcı olmak istiyorsa pek çok başka sorumluyu da yargı önüne çıkarmalı ve cezalandırmalıdır.
Kısacası, AKP hükümetinin Şemdinli olayında attığı adımlar küçük ama olumlu adımlardır, doğru. Ama öte yandan bunlar hükümetin biraz da zorunda kalarak yaptığı (bu açıdan lokal) 'münferit' durumlardır. Susurluk kazasını hatırlarsak, o zaman devletin derinliğinin nerelere kadar uzandığı, yüksek bürokratlar, milletvekilleri, bakanlar, ordu ve polisin üst düzey yetkilileri olmaksızın, bunların yardımına başvurmadan, devlet içinde yuvalanılamayacağı gerçeği pırıl pırıl ortaya çıkmıştı.
Bugün hiçbir Susurlukçu 'içerde' değil. Susurluk'taki bağlantıları en çok açığa çıkanlardan ve ifadelerinde "Devlet için bin gizli operasyon yaptık, gerekirse gene yaparız" diyen Mehmet Ağar bugün DYP Genel Başkanı ve Elazığ milletvekili olarak mecliste kurulmuş oturuyor.
Üstelik partisi devletten dokuz trilyon yardım alıyor.
Susurluk kazasını ve sonrasında ortaya saçılan kirli ilişkileri bir an olsun akıldan çıkarmadan, hazır devletin bir kez daha köşeye sıkıştırılma fırsatı ortaya çıkmışken, derin devletin geriletilmesi ve demokrasi taleplerinin yayılması ve kazanılması için mücadele etmek önem kazanıyor.
Barış ÇALIŞKAN
Susurluk'ta kim ne yaptı?
1993'te dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar bir general ile birlikte Siverek'te Sedat Bucak ile buluştu, Bucak aşiretini "devletin yanında yer almaya" ikna etti ve aşire-te bin 500 silah dağıttı.
Dönemin başbakanı Tansu Çiller "bundan sonra durmayacağız, biz de vur kaça vur kaçla cevap vereceğiz" dedi.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş Çiller'le ilişkilerini "tak diyor, şak yapıyorum" diye açılkladı.
Artık strateji değişikliğine gittiklerini söyleyen Güreş'in bu sözleri Adapazarı, Sapanca civarında bulunan cesetlerle, gazete binalarında patlayan bombalarla doğrulandı.
Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir Çatlı için "Çatlı 1977 midir, 78 midir. 79 yılında işlenmiş bir suçtan aranıyor. O kadar taze aranan suçlular vardı ki... Emniyet Müdürü'nün zaten kimin arandığını bilmesi mümkün değil" diyordu
Eski ülkücü faşist Oral Çelik "Mesela Fransa'da 18 eylem yaptık veya yaptırdık. Hollanda'da, Kanada'da, Amerika'da, Beyrut'ta, Yugoslavya'da, Yunanistan'da eylem yaptık, yaptırdık. Aklınıza gelen envai türlü herşeyi yaptık bütün ülkelerde... Ha, bize orada söz verilirken şunu da dediler: ‘Türkiye'ye geldiğiniz zaman size hiçbir kanuni işlem yapılmayacak’" diyordu.
Em.Gen.Müd. İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı "Emniyet içerisinde, Ağar'a bağlı Özel Harekat Dairesi'nde İbrahim Şahin başkanlığında bir grup polis, Korkut Eken'e bağlı bir grup sivil insan, yatmış çıkmış bir grup ülkücü insan birleştirilerek bu dediğim yöntemlerle çalışan bir grup oluşturuldu... İstanbul'da bütün zengin işadamlarına müdahale ediyor, bütün yabancı azınlık olan işadamlarını haraca tutuyorlar. Basına intikal etmeyen 13 kat daha olay var" diyordu.
Ne olacak?
TÜSİAD'ın temsil ettiği büyük sermaye ve onun sesi olmaya gayret eden AKP 'derin devlet' yükünden kurtulmak istiyor. Çünkü yıllardır kendisine kapalı olan yatırım alanlarının açılmasını istiyor, yakalanan ekonomik istikrarın sürdürülmesi için bunun şart olduğunu görüyor.
Burada Roni Margulies'in tespiti yerinde: "Ancak bu kurtulma süreci düz bir süreç olmayacak. Birincisi, her egemen sınıf gibi buradakinin de açık ve gizli silahlı güçlere, açık ve karanlık devlet örgütlenmelerine ihtiyacı var elbet. Bu nedenle, derin devleti dağıtırken, devlet güçlerini tümüyle demoralize etmemeye, zayıflatmamaya, devlet mekanizmasını deşifre etmemeye çalışacaktır." (Sosyalist İşçi, Sayı: 245, sf.9)
Öyleyse akla yatkın en iyi çözüm, açılan çatlaktan içeriye daha fazla ışık sızmasını sağlamak için, AKP'nin yapmamaya çalışacaklarını yaptırmaya çalışmak, somut demokrasi taleplerini genişletmek ve bunlar etrafında bir mücadele birliği örgütlemektir.
KİM NE DEDİ?
"Düzeni yeniden kurmak en önemli önceliktir.".
(Paris ve diğer kentlerdeki ayaklanmalardan sonra yayınlanan FKP bildirisinden)
"İşin şakası yok, buzullar eriyor."
(İngiltere veliaht prensi Charles)
“Türkiye’de ifade özgürlüğü yok demek hak-sızlık.”
(Abdullah Gül, Dış İşleri Bakanı)
"Türkiye’de ifade özgürlüğünün de hallolacağını umuyoruz."
(Tony Blair, İngiltere Başbakanı)
“Yayınladığı kitapla Türklüğe ve orduya hakaret ettiği için 6 yıl hapsine...”
(Yayıncı Ragıp Zarakolu hakkındaki savcılık iddianamesi)
“Işık yok. Elektrik yok. Ellerinizi yıkamak için su yok”
(Afganistan’da Larkhabi kentinde bir sağlık ocağında çalışan bir doktor)
“Irak’ta yenilip ordumuzu mahvedebiliriz ya da saedece kaybedebiliriz.”
(Irak’tan yeni dönen ABD deniz kuvvetlerinden bir albay)
`Bir kaç oportünist savaşa bir yalan için gönderildiklerini söylüyor.”
(Dick Cheney, ABD Başkan Yardımcısı)
“Sen de, ben de bu savaşın asıl amacının ne olduğunu biliyoruz. Petrol.”
(Tony Blair’in eniştesi Tony Booth)
Eğer Blair dikkatli olmazsa Hitler’in son günlerinde yaptığı gibi aslında olmayan orduları sağa sola yollamaya başlayabilir.
(Peter Kilfoyle, İngiliz Milletvekili)
“Bu zatın Türkiye meselelerinde söz sahibi olmasını kabullenemiyorum”
(Süleyman Demirel, Abdullah Öcalan üzerine konuşmasından)