Sosyalist İşçi 246 (8 Aralık 2005)

Sayfa 6:

Petrol İmparatorluğu:
“Kapitalizmin
en yüksek aşaması”

İklim değişikliğinin önüne geçilebilmesi için, fosil yakıtların kullanımından radikal bir şekilde vaz geçilmesi gerekiyor. Çözüm, fosil yakıtların kullanılmadığı, rüzgar, güneş ve akarsu gibi 'temiz enerji' kaynaklarında. Çözüme ulaşmak için çokuluslu şirketlerin hakimiyetine son vermek ve militarist yapılardan kurtulmak gerekiyor.

11 Eylül'ün üzerinden dört yıldan fazla zaman geçti. ABD'nin savaşı sürüyor. Peki niye? Çünkü savaşın gereği geçerliliğini koruyor. Savaş, teröre karşı demokrasi ve insan hakları için değil, petrol ve hegemonya için sürüyor. Petrolün ve enerji kaynaklarının denetimi, rakiplerden önce enerji ulaşım yollarının denetiminin ele geçirilmesi ve bu sayede elde edilen üstünlük… İşte savaşın arkasında yatan, yüksek sesle dile getirilmeyen asıl gerekçeler.
21. yüzyılın başı, paradoksal olarak bir yandan petrol savaşlarının ve enerji ulaşım koridorlarının kontrolü için verilen savaşların sürdüğü, öte yandan petrol ve kömür gibi fosil yakıtların yol açtığı iklim değişikliği ve bunun sonucu olarak gezegeni hızla bir felakete sürükleyen sorunlarının yoğun yaşandığı bir dönem.
Çevre ve kapitalizm
Kapitalist üretim, doğanın sınırlarını dikkate almayan bir tarz ve anlayışla gerçekleşiyor. Yeryüzünde geçtiğimiz yüzyıl boyunca hava kirliliği 5 kat, su kullanımı 9 kat, enerji kullanımı 16 kat, sülfür gazı emisyonu 13 kat, karbon dioksit emisyonu 17 kat, sanayi üretimi 40 kat arttı. Bunlar, doğanın kendini yenileyebilmesine olanak vermeyecek ölçüde büyük ekonomik 'büyüme' rakamları.
Doğanın yok edilmesinin başlıca sorumlusu kapitalist üretim. Bununla doğrudan ilişkili olarak, sanayileşmiş ülkelerdeki yaşam tarzları da buna büyük katkı sağlıyor. Günümüzde dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 10'u, dünyadaki tüm etlerin yüzde 45'ini, çoğunun fosil yakıtlardan elde edildiği elektriğinin yüzde 68'ini, kağıtların yüzde 84'ünü ve otomobillerin yüzde 87'sini tüketiyor. Günümüzde dünyanın en zenginleri, en yoksullarına oranla kişi başına 25 kat daha fazla enerji kullanıyor. Dünya nüfusunun yaklaşık üçte biri elektrik ya da diğer enerji hizmetlerinden yoksunken, ortalama bir Amerikalı, dünyadaki diğer insanların ortalama tüketiminin beş katı, bir Çinlinin 10 katı ve bir Hintlinin yaklaşık 20 katı daha fazla enerji kullanıyor.
ABD, dünya nüfusunun ancak yüzde 5'ini barındırmasına karşın, yeryüzündeki tüm sera gazları emisyonunun yüzde 22'sinden fazlasından tek başına sorumlu. G8 ülkeleri birlikte, atmosfere salınan tüm emisyonun yarısından fazlasını gerçekleştiriyor. Buna karşın, tüm Afrika kıtasının saldığı emisyon, dünya toplamının ancak yüzde 5'i oranında.
Atmosferin gaz dengeleri içinde önemli bir rol oynayan karbon dioksit, küresel ısınmada yüzde 64 paya sahip ve bu gazların emisyonunun yüzde 77'si, petrol, kömür, doğal gaz gibi fosil yakıtların yanmasıyla oluşuyor.
Günümüzde karbon dioksitin atmosferdeki seviyesi, doğanın kabul edebileceğinin bin katı daha hızlı artıyor. Yeryüzünün ortalama sıcaklığı geçtiğimiz yüz yıl içinde 0.6 C derece arttı ve bu artışın önümüzdeki yüzyıl boyunca 1.4 ile 5.8 derece daha olması bekleniyor.
İklimle ilgili araştırmalar, son iki milyon yıl boyunca küresel ısının bugünkünden 2 ile 4 dereceden fazla değişmediğini gösteriyor. Yani yüzyılın sonunda ısı, insan türünün gelişimi boyunca olduğundan daha fazla değişmiş olacak.
Çokuluslu şirketler sorumlu
Dünyadaki 122 çokuluslu şirket, karbon dioksit emisyonlarının salınımında yüzde 80 pay sahibi. Petrol üreten dört büyük şirket, Shell, Exxon-Mobil, BP-Amoco-Arco ve Chevron-Texaco tüm karbon emisyonlarının yüzde 10'undan sorumlu.
Petrol şirketi Shell, aralarında Kanada, Brezilya ve Meksika gibi büyük ülkelerin de olduğu birçok devletten daha fazla karbon üretiyor. BP-Amoco'nun karbon üretimi, anayurdu olan Britanya'dan daha fazla. Exxon-Mobil'in üretimi, tüm Afrika ve Güney Amerika'daki ülkelerin toplamının yüzde 80'i düzeyinde.
Yeni liberal dünya düzeni fosil yakıtları destekliyor. Hava kirliliğine ve dolayısıyla küresel ısınmaya en fazla katkıda bulunan fosil yakıtlarını üreten sanayiler, sanayileşmiş ülkelerin yönetimleri tarafından yılda 70 milyar dolardan fazla sübvanse ediliyor. 1992-2000 yılları arasında Dünya Bankası, 37.5 milyar ton karbon dioksit üretecek olan fosil yakıt projelerine, toplam 13.6 milyar dolar destek verdi.
Dünyada savaşmaktan başka işe yaramayan ulusal silahlı güçler dünyanın en büyük tüketicileri. Dünyadaki tüm jet yakıtlarının yüzde 25'inin askeri amaçlı tüketildiği tahmin ediliyor. Dünyada tüm askeri birliklerin tükettiği benzin, gelişmiş ülkelerin toplam tüketiminin yarısı düzeyinde. Pentagon, dünyada en büyük benzin tüketicisi konumunda. Pentagon'un 12 aylık enerji tüketimi, ABD'deki tüm kent ulaşım siteminin 14 yıllık tüketimine eşit. Tüm dünyadaki askeri birliklerin neden olduğu karbon dioksit emisyonunun, dünya toplamının yüzde 10'u kadar olduğu tahmin ediliyor.
İklim değişikliğinin önüne geçilebilmesi için, fosil yakıtların kullanımından radikal bir şekilde vaz geçilmesi gerekiyor. Çözüm, fosil yakıtların kullanılmadığı, rüzgar, güneş ve akarsu gibi 'temiz enerji' kaynaklarında. Çözüme ulaşmak için çokuluslu şirketlerin hakimiyetine son vermek ve militarist yapılardan kurtulmak gerekiyor.
Ne yapmalı?
Petrol ve otomobil şirketleri, sanayileşmiş hemen her ülkede merkezi ekonomik güçleri oluşturuyor. Ancak küresel ısınma ve buna bağlı sorunlara çözüm üretmenin önündeki en önemli engellerin başında, tüm kamu harcamalarının azalmasını öngören yeni liberal politikalar geliyor. Sorun, tüm insanlığa ve gezegen üzerindeki tüm canlılara bir tehdit oluşturan küresel ısınmanın devlet müdahalesiyle, insanların çıkarına bir şekilde çözümünü engelleyen yeni liberal ideolojide.
Hükümetlerin bu konuda adım atmamasının iki nedeni var. Birincisi, kapitalizmin eşitsiz ve bileşik gelişen bir sistem olması. İlk adımı atacak ulusal kapitalist sistem ve bu sistem içindeki kapitalist işletmeler, dünyanın geriye kalan kısmındaki rakipleri karşısında dezavantajlı olacaklarını düşünüyor. Yani, rekabeti dikkate almayarak kârlarını düşürmektense, gezegenin yok oluşunu sürdürmeyi tercih ediyorlar. İkincisi, şayet devlet müdahalesiyle bu sorun çözülürse, insanlar dönüp, "bakın kamu yararına müdahaleyle akılcı çözümler üretilebiliyor, öyleyse yoksulluk gibi diğer sorunları da böyle çözelim" diye düşünmeye başlayabilir korkusu. Yani insanların gözü açılabilir, piyasa kurallarının her şey olduğu ideolojisi kırılabilir. Bu ise yeni liberallerin hiçbir zaman istemeyeceği bir şey.
Bu iki gerçek, fosil yakıtları ve ona bağlı sorunların piyasa ekonomilerinin mantığı içinde çözülemeyeceğini gösteriyor. Küresel ısınma sadece bir çevre sorunu değil, bir sistem sorunu. Gerçek ve kalıcı çözüm için, piyasa sistemi ortadan kalkmalı. Elbette, bugünden yapacağımız çok şey var. Çözüme doğru atılacak her adım önemli. Kyoto Protokolü'nün imzalanması çözümün kendisi değil, ancak çözüm yönünde atılacak önemli bir adım. Protokol piyasa mantığına göre oluşturulmuş olmasına karşın, Bush'un imzalamaktan çekinmesinin bir realitesi var. Kyoto ABD'li çokuluslu şirketleri acıtacak ölçüde kesintiye zorluyor. Kyoto'yu savunalım, ancak bu yetmez, daha radikal adımlar atılması zorunlu.
Öte yandan, bireysel düzeyde geri dönüşümlü maddelerin tüketimine dikkat etmek, daha az enerji üretmek, daha az araba kullanmak gibi tedbirler olumlu ve desteklenmesi gerekli olmakla birlikte, küresel ısınmayı ve doğanın kirlenmesini durduracak bir iyileşme sağlamaktan uzak. Bunun temel nedeni, kapitalist toplumun örgütlenme biçimi.
Toplum o kadar atomize olmuş ve bölünmüş ki, yeterli düzeyde bir iyileşmeyi sağlayacak şekilde birlikte hareket edilmesi çok zor. Bunun yanı sıra, medya ve eğitim kurumlarındaki kapitalistlerin egemenliği de büyük bir engel oluşturuyor. Tek tek bireyler olarak insanlar yaşamlarının her alanında sorumsuzca bir tüketime ve bireyselliğe itiliyor. Toplumsal yaşam, insanların otomobil ve fosil yakıt tüketimini besleyen bir alt yapıya sahip. Bu kapitalizm açısından rasyonel, doğa ve insanlık açısından sürdürülemez olan durumun değişmesi, toplumsal yaşamın altyapısının bütünüyle değişmesine bağlı. Bu ise radikal bir toplumsal değişimin önünü açacak olan politik bir örgütlenme olmadan mümkün değil.
Bugün atılan küçük adımların daha büyük ve kalıcı çözümlerle ilişkilenmesi gerekiyor. Bu noktada, ABD'nin Afganistan'da ve Irak'ta yürüttüğü savaşlar ve Ortadoğu'ya yönelik planları ile petrol şirketlerinin savaşlardaki rolü ve yeni liberal politikalar arasındaki ilişkiyi kavramak önemli. Bunun yolu, kitlesel ve organize uluslararası bir hareketin inşasından geçiyor.

F. Levent ŞENSEVER



Baku - Ceyhan Boru Hattı
Doğal felaketlerin yeni adresi
2003 yılının mayıs ayında başlayan Baku-Ceyhan Boru Hattı (BCBH), geçtiğimiz günlerde petrol pompalamaya başladı. Hattan günlük 1 milyon varil ve yılda 50 milyon ton petrol taşınacak. BCBH yoluyla taşınacak petrolün dünya talebinin yaklaşık yüzde 1'ini karşılaması bekleniyor.
Boru hattının 1.070 km'si Türkiye'den geçiyor. Borular 3.000 kez kara ve tren ulaşım yolu ya da diğer kullanım hattıyla, 1.500 kez akarsularla kesişiyor. 40 yıllık bir ömür tanınan borulardan, geçtiği suyolları üzerinde ya da toprak altında meydana gelecek sızıntılar çevreye büyük zarar verebilir. İşletilmekte olan birçok boru hattında benzeri çevre felaketleri yaşandı. BCBH'nin geçtiği bölgenin büyük bir kısmı deprem kuşağında yer alıyor. Hat, Azerbaycan'da üç, Gürcistan'da dört ve Türkiye'de yedi aktif fay üzerinden geçiyor.
Proje konsorsiyumunun başında bir Anglo-ABD şirketi olan BP var. Şirket dünyanın üçüncü büyük petrol şirketi ve dünyanın çevreyi en çok kirleten şirketleri listesinin başlarında yer alıyor. BP son zamanlarda çevre dostu olduğu imajı vermek için büyük çaba harcıyor. Ancak şirket dünyanın belli başlı petrol ve doğal gaz üreticisi olma konumunu güçlendirerek sürdürüyor.
BCBH tam kapasiteyle çalışmaya başladığında, yılda 365 milyon varil petrol taşıyacak ve bu petrolün yanması sonucu her yıl atmosfere 160 milyon ton karbon dioksit yayılacak.