Sosyalist İşçi 247 (30 Aralık 2005)

 

Sayfa 5 :

Latin Amerika
Bolivya seçimlerini sol kazandı

Bolivya seçimlerini, tam da beklendiği gibi, Evo Morales kazandı. Böylece Latin Amerika'da bir ülkede daha kitleler solu iktidara getirdi. Evo Morales 1825'te bağımsızlığını kazanan Bo-livya'nın ilk yerli başkanı.
Evo Morales koka üreticilerinin başlattığı "cocaleros" hareketinin de önderlerinden. Partisinin adı Sosyalizme Doğru Hareket. Hareketin talepleri arasında gaz ve petrolün devletleşti-rilmesi de var. Bolivya Latin Amerika'nın ikinci büyük rezervlerine sahip. Bu da çokuluslu şirketlerin iştahını kabartıyor.
Bolivya Latin Amerika'nın en yoksul ikinci ülkesi. Nüfusun %60'ı günde 1 dolardan az gelirle yaşıyor. Yine nüfusun üçte ikisi yerli ve pek çok haktan yoksunlar. Hareket yerli hakları için anayasal düzenlemeler istiyor. Çünkü yüzyıllardır ırk ayrımcılığına maruz kalıyorlar. Ancak ülke köklü bir devrimci geleneğe de sahip. Che Bolivya dağlarında yürüttüğü gerilla mücadelesi sırasında katledilmişti.
Yakın zamana kadar halk pek çok kez ayaklanarak devlet başkanları devirdi. Yoksulluktan kıvranan halk koka üretiminin yasaklanmasına karşı çıkıyor, çünkü tek geçim kaynakları koka yaprağı.
Ama önceki hükümetler neo liberal programın uygulanması çerçevesinde su ve doğalgazı yabancı şirketlere satıp özelleştirmeye çalışmakla kalmadılar, bir de koka üretimini sınırlandırmaya çalışınca birer birer devrildiler. Şimdi iktidara gelen Morales'in, küçük üreticilere ilk verdiği söz de koka üretiminin serbest bırakılacağı oldu.
Diğer iki başkan adayı seçimlerde neo liberal politikaların devamını savunuyorlardı ve Morales karşısında varlık gösteremediler. Çünkü bu yılın Mayıs ve Haziran aylarında halk bu politikalara karşı ayaklanmış ve başkent dahil pek çok şehirde yüzbinlerce insan sokaklara dökülmüştü.
Muhalif gruplardan birine üye olan Jorge Churac şöyle diyor: "Daha öncekiler hep zenginlerin ve ordunun hizmetinde oldu. İlk defa bir yerli adayımız var. Yerli halkın ülkeyi değiştireceğine inanıyoruz."
Yani artık Bolivya'da başkan adayları değil tüm bir politik sistem tartışılıyor. Seçimlerden hemen önce muhalifler "Morales engellenirse harekete geçip yürüyeceğiz, gösteriler yapıp greve çıkacağız" diyorlardı. Şimdi de "Eğer Morales hareketin programını uygulayamazsa 6 ay bile dayanamaz" diyorlar. Halk hareketi sayesinde iktidara gelen ve halk ile IMF, Bolivya zenginleri, ABD ve çokuluslu şirketler arasında seçim yapmak zorunda kalacak olan Morales'in önümüzdeki dönem politikalarını hep birlikte izleyeceğiz.
Ayrıca Bolivya ABD gücünü defetmek isteyen tek Latin ülkesi değil. Morales, hepsi de Bush’a muhalif olan Latin sol bloku içinde yer alacağını duyurdu. Bu blokta Brezilya, Şili, Arjantin, Uruguay ve Venezüela bulunuyor.


Şili'de işkence mağduru başkan oluyor
Michelle Bachelet, 54 yaşında üç çocuklu, bekar bir anne. 10 Ocak 1975'te, 23 yaşında bir eczacılık öğrencisiyken, General Pinochet'in gizli polisince, annesiyle birlikte tutuklandı ve üç hafta boyunca işkence tezgahlarından geçti. Bayan Bachelet bir sosyalist ve ABD'ye kafa tutuyor.
Daha önce pediatrist olarak sağlık ve savunma bakanlığı yaptı. Şimdi ise önü-müzdeki ay yapılacak seçimlerde devlet başkanı olması kesin. En çok tartışılan olasılık %50'nin üzerinde oy alarak başkan seçilmesi. Seçildiğinde Michelle Bachelet, aynı zamanda Latin Amerika'nın ilk kadın devlet başkanı olacak.
Çok uzun yıllar askeri, faşizan bir diktatörlük altında yaşayan ve Türkiye'den de alışık olduğumuz faili meçhul cinayetler ve yargısız infazlar gören Şili de Latin Amerika'da esen sol rüzgardan nasibini alıyor. Yoksulların temsilcisi olarak rejimin işkence kurbamlarından bir kadının başkanlığı tüm Latin Amerika'da örnek oluşturacak.


New York işçilerinden zafer
New York'ta 33 bin ulaşım işçisi 20 aralık'ta greve gitti. En son 25 yıl önce, 1980de greve giden ulaşım işçilerini New York Belediye Başkanı Bloomberg "açgözlü ve bencil" olarak niteledi. Bloomberg, sendikaya dil uzatma gücünü neoliberal zihniyetten alıyor. Ama başka bir dizi unsur daha biraraya geldi. Öncelikle, grevin zamanlaması çok talihsizti; tüm metro ve belediye otobüslerinin kontak kapatmasıyla birlikte milyonlarca New York'lu -ve ziyaretçi- Noel öncesi soğukta yaya kaldı. (Bu arada Bloomberg soğukta işe yürüyerek giden New York'lulara eşlik ederek "sendikanın mağdur ettiği halkla" dayanışma şovu yapma fırsatını kaçırmadı).
Görüşmeler tıkanınca Ulaşım İşçileri Sendiikası (TWU) genel başkanı Michael O'Brien grevi onaylamadığını açıkladı.
ABD'de Taylor Kanunu çerçevesinde kamu emekçilerine grev hakkı tanınmıyor. Bu kanun uyarınca, grevde oldukları herbir gün için kamu emekçilerinden iki günlük ücret kesilebiliyor, sendikaları da 1 milyon dolar cezaya çarptırılabiliyor. Sendika sorumlularına da hapis cezası verilebiliyor. Kısacası, Türkiye gibi, ABD kamu çalışanları da sadece "grevsiz toplu sözleşme" hakkına sahip.
Tüm bu elverişsiz koşullara ve yasal yaptırımlara rağmen New York'un ulaşım emekçileri nasıl greve çıktılar? Medyada mağdur yolcular, Bloomberg'in hakaretleri, greve verilecek cezalar vb. tartışılırken grevin gerekçelerinden hiç bahsedilmedi. Şehrin en çok satan iki gazetesinden biri olan New York Post grevcilere manşetten "Sizi Fareler!" diye sesleniyordu. New York Times ise grevcilerin görüşlerine doğru dürüst yer vermedi.
Çoğunluğunu siyah ve Latin Amerikalı emekçilerin oluşturduğu TWU-NY Şubesi, işveren konumundaki MTA (Metropol Ulaşım İdaresi) yönetiminin saldırısı emeklilik ve sağlık haklarınaydı. Ulaşım işçiler MTA'nın tam emeklilik yaşını 55'den 62'ye çıkarma ve bundan böyle işe alınanların ücretlerinden %2 sağlık kesintisi yapma teklifine yanaşmadılar. Sendikadan bu kadar büyük bir ödün koparamayacağını anlayan MTA yönetimi bu sefer yeni işe başlayacakların emeklilik kesintilerini %4 artırmak kaydıyla emeklilik yaşını 55'te tutma önerisinde bulundu. Fiilen ücretlerin %4 azalması anlamına gelen bu öneri sayesinde MTA'nın toplu sözleşmeye bahis üç sene boyunca yapacağı toplam tasarruf miktarı 20 milyon dolar. MTA'nın bu sene kendi açıkladığı bütçe fazlası ise 1 milyar dolar!
Sonuç olarak ulaşım emekçileri taleplerini kazandılar ve tıpkı İrlandalı feribot işçileri gibi, haklarını kararlı bir grevle kazanacaklarını kanıtladılar.



“Çocuklarımızı, ülkemizi içine soktuğun bataklıktan geri getirmek için son nefesimize kadar bağıracağız”

Oğlu Irak'ta ölen asker annesi Cindy Sheehan'ın ABD Başkanı George Bush'a yazdığı açık mektup, halkların katili Bush'a bakışın nasıl değiştiğini çok iyi anlatıyor ve yoruma gerek bırakmıyor:

Sevgili George,
Umarım sana George dememe aldırmazsın, çünkü, oğlum Casey Sheehan'ın Irak'taki yasadışı ve haksız savaşta ölümünden sonra başsağlığı mektubu yazarken sen de bana "Cindy Sheehan" diye hitap etmiştin. O yüzden artık birbirimize ilk isimlerimizle hitap ettiğimizi düşünüyorum.
George, pervasız ve ahlaksız dış politikaların oğlumu, ilk çocuğumu, en iyi dostumu; Casey'i öldüreli 7 ay oluyor. Cehaletin ve kibirin oğlumu benden alalı tam 7 ay geçti. Ülkeni kandırdığın için kendinle gurur duyuyor ve insanları körleştirdiğin için kendini çok zeki sanıyorsun değil mi? hatta her istediğini yapmak için sana tanrıdan vahiy geldiğine bile inanıyorsun George. Bu ülkenin 56 milyondan fazla vatandaşının sana ve senin programına karşı oy kullandığını görmüyor ve umursamıyorsun bile. Ve bu ülkeyi birleştirmek için değil, dağıtmak için çalışıyorsun George...
2000 seçimlerini çaldığında ve demokratlar yenilgiyi kabul ettiğinde, ben de mücadeleyi bırakmıştım. O dönemde, "Bu adam 4 yılda bize ne kadar zarar verebilir ki?" diye düşünmüştüm. Şimdi aileme, ülkeme ve dünyaya verdiğin zararı biliyorum. Bu yüzden senin cezalandırılman için çalışacağım. Tabii yardımcın Dick Cheney'in de.
Tüm bu yalanlar, kandırmacalar ve ihanetler çok zor bir iş olmalı George. Sen zor işin ne demek olduğunu bildiğini sanıyorsun değil mi? izin ver sana zor işin ne demek olduğunu anlatayım George. Zor olan en büyük oğlunun, o cesur ve onurlu adamın, gerçekte hiçbir dayanağı olmayan bir savaşa gitmesini izlemektir. Zor olan sürekli endişe içinde olmak ve çocuğunun güvende olup olmadığını bilmediğin için, iki hafta boyunca uyuyamamaktır. Zor iş, bir pazar akşamı CNN'de oğlunun öldürülmesini izlemek ve önündeki yemeğin gerçekten tad alarak yediğin son yemek haline gelmesidir.. Zor iş, ilk göz ağrını, tatlı bebeğini 25. doğum gününden 46 gün önce gömmektir. Zor olan, abilerini toprağa indirirken diğer üç çocuğuna tutunmaya çalışmaktır. Asıl zor iş, oğlunla birlikte o mezara girmek isteyip de girememektir.
Ama George, en zoru nedir biliyor musun? Ailenin uğruna savaştığı ve öldüğü ülkenin liderinin, nesiller boyu yalan söylediği, oğlunun gururuyla oynadığı, cesaretine ve silah arkadaşlarına karşı sadakatine ihanet ettiği gerçeğini hazmetmektir. Asıl zor iş, ülkenin seni, oğlunun ölümünden sonra yüzüstü bırakmasıdır. Zor iş, oğlunun gelecekten mahrum edildiğini ve bu gelecekle birlikte doğmamış torununun senden çalındığını görmektir.
Zor iş, dünyada oğlunun ölümüyle zenginleşen insanlar olduğunu bilmektir. Çocuklarımızı, ülkemizi içine soktuğun bataklıktan geri getirmek için son nefesimize kadar bağıracağız George... Bunu bütün aileler birlikte yapacağız. Sana şükürler olsun ki biz zor işin ne demek olduğunu biliyoruz ve korkmuyoruz.
Seni ve programını onaylamayan 56 milyondan fazla insan bana, yolumda yürümem için destek verdi. Kaldı ki, sana teşekkür borçluyum, çünkü yanlış politikaların yüzünden işsizim ve bütün bunlar artık benim tek uğraşım olacak. Oğlumun, şimdiye kadar ölmüş 1.125 cesur Amerikalının ve yalanların yüzünden ölen onbinlerce Iraklının hesabı böyle sorulacak.
Bu arada George, Saddam'dan daha iyi olduğunu kanıtlamak için daha kaç Iraklı ölecek? Onlara özgürlük getirdiğine inanmak için daha kaç tane şehri yerle bir edeceksin? Eğer ahlaki değerlerin olsaydı, eğer onurlu bir adam olsaydın, çoktan istifa ederdin. Oğlum Casey'i ölene kadar umutsuzca özleyeceğim. Bunun için sana teşekkür ederim George.
Tanrı Amerika'yı korusun... Buna kesin ihtiyacımız var...
Cindy SHEEHAN