Sosyalist İşçi 247 (30 Aralık 2005)

Sayfa 6:

Kaçın! Bush demokrasi getiriyor
Irak'ta 15 Aralık'ta gerçekleşen seçim sonuçları henüz açıklanmadı. Fakat seçim sonuçları açıklanmadan birkaç gerçeği hemen görebiliriz.
Ortadoğu'da demokrasi mi doğuyor?
Bush, neredeyse Irak seçimlerinin yapılıyor olmasının, ABD'nin en büyük rüyası olduğunu söylemek üzere. Seçimlerle ilgili konuşmasına, "bölgede çoğulcu bir demokrasinin doğuşuna tanıklık ediyoruz" diyerek başladı. ABD'de kendisini sorgulayanların, ABD askerlerinin Irak'ta ne iş yaptığından şüphelenen ve askerlerin derhal evlerine geri dönmesini isteyenlerin sayısı çoğaldıkça, Bush da binbir çeşit illüzyon yaratmak zorunda kalıyor.
Seçimlerin yapılıyor olmasını başlı başına bir başarı olarak anlatan Bush yönetimi gerçekte Irak'a istikrar gelmeyeceğini, sorunun seçimlere katılımdan çok daha farklı ve derin çelişkilerden kaynaklandığını pek ala biliyor.
Bombalı demokrasi
ABD Merkez Komutanlığı'nın açıkladığı son rakamlar, Irak'ta demokrasinin doğumundan çok, hala insanların ölümlerinin gerçekleştiğini kanıtlıyor. Komutanlığın yaptığı son açıklamaya göre, Irak'taki hava saldırılarında büyük bir artış olduğu görülüyor. Amerika karadan saldırmaya devam ettiği kadar, havadan da Iraklıları bombalamayı sürdürüyor.
Yine aynı rapora göre, ABD hava ve deniz kuvvetleri ve donanması sonbahar aylarında Amerikan kara kuvvetlerini desteklemek için çok sayıda füze fırlattı. Hava operasyonları Eylül ayında 1111 iken, Kasım ayında 1492'ye ulaştı. Amerika'nın hava saldırıları özellikle geçen Perşembe günü yapılan seçimlere yakın günlerde arttı, geçen yaz ayda ortalama 35 olan saldırı sayısı, Eylül ayında 60'ı ve Ekim ve Kasım ayında 120'yi geçti.
Raporlar, seçimler yaklaştıkça, Balad, Ramadi ve Bağdat çevresi gibi direnişin güçlü olduğu bölgelere yönelik bombardımanlarda artış yaşandığını gösteriyor.
ABD'de geçen yıl yapılan seçimlerden bir hafta önce New York ve Teksas bombalansaydı, istikrar ve demokrasiden ne ölçüde söz edilebilirdi?
İstikrar imkansız
Bush, kendi kamuoyuna küçük de olsa Irak işgalinin sonucunda bazı iyi gelişmelerin yaşandığını kanıtlamak zorunda. Çünkü tam bir kıskaçta. Amerika'da en popüler medya organları, Bush ve Beyaz Saray'ı yılın yalancısı seçiyor. Bush'un kendisi, Irak'a saldırmak ürettikleri tüm gerekçelerin yanlış bilgilere dayandığını söylemek zorunda kaldı. Devletin telefonları istediği gibi dinlemesi yönündeki baskısı hiçbir işe yaraması ve yasanın süresi sadece bir ay uzatıldı. Ajangate skandalı ve CIA uçaklarının yarattığı yankı çok taze ve ABD egemenlerini köşeye sıkıştırıyor.
İşte Irak'ta demokrasi ve istikrar rüyalarını bu yüzden abartmak ve anlatmak zorunda.
Ama daha önceki yalanları gibi, bu yalanını da çok kısa sürede açığa çıkacak.
Çünkü, seçimler Irak'ta tüm dengeleri alt üst edecek. Büyük ihtimalle Kürtler, işgalden ve özellikle bir önceki seçimden bu yana olduğu gibi kilit güç olamayacaklar. 275 sandalyeli Irak Ulusal Meclisi'nde 77 sandalyeye sahip olan Kürtlerin, son seçimlerle birlikte sandalye sayısı 50'li rakamlara düşecek.
Bu seçimlerde Sünniler, tüm kanatlarıyla seçimlere katılma çağrısı yaptılar ve halk bu çağrıyı çok güçlü bir biçimde kabul ederek yanıtladı. Sünniler, silahlı direnişe son vermek üzere değil, direnişi her açıdan yaygınlaştırmak üzere Meclise girmek istediklerini sık sık dile getiriyorlar. Önümüzdeki dönemde, Kürtlerin sandalye sayısına yaklaşık bir sandalye kazanacak Sünnilerin mecliste kilit güçlerden birisi olması çok büyük bir olasılık.
Öte yandan, sokaktaki direniş de devam edecek.
Tarık Ali'nin İngiltere'de 10 Aralık'ta düzenlenen Barış Konferansı'nda dediği gibi, "Irak'ta yapılan bütün kamuoyu yoklamaları, hatta emperyalistlerin yanında olanlar tarafından yapılanlar bile, halkın %60-70'inin işgale karşı olduğunu gösteriyor. Şiilerin çoğu, kendileri adına konuşan politikacıları desteklemiyor."
Şiilerin bile ABD işgaline karşı olması, seçimler sonrası Irak'ta yaşanacak direnişin ne kadar boyutlanacağını göstermesi bakımından çok önemli.
Aslolan direniştir
Dünya dengelerinde yarattığı tahribatla, Afganistan ve Irak'ta öldürdüğü onbinlerce insanın yarattığı acıyla, skandallar ve yalanlarıyla, Bush, gerçekten dipsiz bir batağa saplanmış durumda.
İşkence uçakları, dünyanın bir çok ülkesindeki hukuk dışı cezaevlerinde onbinlerce insanı tutsak etmesi, küresel işkenceyi yaygınlaştırması, Irak'ı her gün daha fazla tahrip etmesi, Suriye ve İran'a yönelik tehditleri Bush'un aczinin kanıtları.
Her türlü cinayet ve skandal, ertesi gün teşhir oluyor.
Bunun iki nedeni var: Birisi Irak halkının her geçen gün yaygınlaşan direnişi. Diğeri ise başta ABD ve İngiltere'de devam eden küresel savaş karşıtı hareketin gücü.
Bu güç, "Irak'ta seçimler demokrasi ve istikrar getiriyor" yalanlarına papuç bırakmayacak kadar uyanık ve güçlü olduğunu 11 Eylül'den bu yana gösteriyor.
Şenol KARAKAŞ



YORUM
İşkence sistemin bir parçasıdır

İşkence üzerine bu sıralar sürdürülen tartışma, gösterdiği teknolojik ilerlemeye rağmen bir medeniyetin ahlaki ve politik olarak nasıl çöktüğünü gösteren şaşırtıcı bir belirti.
18. yüzyıl Aydınlanma Çağı için işkence, büyük burjuva devrimlerinin silip süpürdü-ğü mutlakiyetçi rejimlerin barbarlıklarından biriydi. ABD Anayasası'nda 1791 yılında yapılan ve "vahşi ve olağandışı cezalandırmalar"ı yasaklayan 8. Değişiklik o dönemin bir ürünüydü. Bu-gün ise biliyoruz ki aynı ana-yasaya tabi bulunan başkan yardımcısı Dick Cheney, Se-nato'da CIA'in işkence yap-ma hakkını savunmak için amansız bir savaş veriyor.
George Bush ABD'nin "işkence yapmadığını" söylüyor. Ama Ağustos 2002'de (New York Times'ın konuyla ilgili haberine göre) Adalet Bakanlığı "'Organ kaybı, bedensel fonksiyon bozukluğu ve hatta ölüm'le karşılaştırılabilecek acılara yol açan sorgulama yöntemlerine işkence olarak görülmeksizin kabul edilebileceği" yönünde resmi bir karar yayınlıyordu. Önde gelen bir neo-con olan Charles Krauthammer ise daha az samimiyetsiz.
Weekly Standard gazetesinde yazdığı yazıda, terörizm şüphelilerine "bize ahlaki olarak izin verilen -aslında ahlaki olarak bizi buna mecbur kılan- pek çok gerçek durum vardır" diyor. Ayrıca, bir El Kaide lideri olan Halit Şeyk Muham-med'e yapılan işkence üzerine de oh olsun çekerek şöyle diyor:
"Bir su fıçısı var. Korkunç ve derin bir şok yaratan bir işkence tekniği. Mahkumun kafası boğulma hissi uyanana kadar suya batırılıyor. ABC News haberlerinde verilen CIA kaynaklarına göre, Halit Şeyik Muhammed 'itiraf etmek için yalvarmaya başlamadan önce bu işkenceye iki ya da ikibuçuk dakika kadar dayanabilmiş'". CIA'nın Ortadoğu, Orta ve Doğu Avrupa'daki sözde 'kara siteler'de -gizli hapishanelerde- işkence yapılacak mahkumları taşıyan uçaklar için aktarma noktası olarak Avrupa'da'ki havaalanlarını kullandığı yolundaki güncel haberlerin çıkması Bush yönetimi için en kötü zamanda gerçekleşti.
Hemen Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice aracılığıyla bir Avrupa turuna çıktılar. Bu, yeniden seçildiğinden beri Bush ve Rice'ın Avrupa hükümetlerini yanlarına kazanma çabalarının süreceği anlamına geliyordu. Bush yönetimi küçük ortak olarak Avrupa Birliği'nin (AB) yardımı olmadan dünyayı istediği gibi yönetemeyeceğini anlamış görünüyordu. Avrupa'nın liderliği altındaki NATO Afganistan'ın işgalindeki sorumluluğu üzerine almalıydı.
İşkence uçaklarına dair haberler AB ile ABD arasındaki ilişkilerin yeniden açılacağından ve mesafenin büyüyeceğinden korkuluyordu. Rice daha baştan, Avrupa istihbarat teşkilatlarının her şeyden haberi olduğunu ima ederek, müttefiklerinin egemenliklerine saygılı olduklarını söyledi.
Ama Ukrayna'dan yapılan bir açıklamada ABD personelinin, ister ülke içinde ister ülke dışında, BM'in işkenceye karşı konvansiyonuna uymak zorunda olduklarının söylenmesiyle geri adım atmak zorunda kaldı.
Daha önce Bush yönetimi bu konvansiyonun ABD dışarısında bağlayıcı olmadığını ilan etmişti. Beyaz Saray Cheney'den kurtulacak ve senatör John McCain'le bir uzlaşma sağlamaya çalışacak gibi görünüyordu. Senatör daha önce ABD personelinin işkence yapmasını kesinlikle yasaklayan bir yasa tasarısı sunmuştu.
Bush yönetiminin bu apaçık geri çekilişi ülkesindeki popülerliğini giderek yitirmesinin ve uluslar arası plandaki yalıtılmışlığının bir yansıması. İklim değişimi üzerine yapılan Montreal Konferansı'nı sabote etmedeki başarısızlıkları gibi, bu da ABD'nin muhtaç olduğu uluslararası meşrutiyet krizinin ne derece derinleştiğini gösteriyor. Ancak politik kayma gerçek. Rice açıklamasında yönetimlerinin kendilerini hala işkenceye karşı konvansiyona yasal olarak bağlı görmediklerini, ama bunu politik bir konu olarak ele almayı tercih ettiklerini söyledi. Yürütülen bütün o "olağanüstü görüşmeler"in tek amacı, acının, nasıl olsa ABD'li olmayan başka personel tarafından tattırılacağı diktatörlüklerdeki hapishanelere uçurulan mahkumlara işkence hakkını sözleşme altına almaktı.
İşkence ABD ve onun küresel egemenliği sürdürmek isteyen müşterilerinin uyguladığı emperyal kuralın bir aracıdır. Dünyayı bu barbarlıktan kurtarmanın tek yolu ondan sorumlu olan sistemden kurtulmaktır.
Alex Callinicos