Sosyalist İşçi 247 (30 Aralık 2005)
2005 yılı boyunca emperyalizme ve yeni liberalizme karşı direniş gerilemeden sürdü
Yeni liberalizme ve emperyalizme direniş sürüyor
Amerikan ve İngiliz ordularının çok önemli güçlerinin Irak’a batmış olması ise dünyanın her yerinde emekçilerin soluk almasına yol açıyor. Dünyanın her yerinde bütün emekçiler emperyalizme karşı direnişin en önemli cephesinin Irak olduğunun farkındalar ve kendi mücadeleleri ile Irak direnişini birleştirmeye çalışıyorlar...
Latin Amerika yeni liberalizme
direniyor
2005 yılı boyunca emperyalizme ve yeni liberalizme karşı direniş gerilemeden sürdü. Ve hatta bir çok yeni mevzi kazanıldı.
Latin Amerika yeni liberalime karşı emekçilerin en ileri adımlar attıkları kıkta durumunda. 2000’lerde Latin Amerika’da başlayan mücadele dalgası 2005 yılında Bolivya ve Ekvator’da ayaklanma düzeyine ulaşırken Bolivya’da Evo Morales başkan seçilirken, Şili’de ise gençliğinde işkence görmüş bir kadın olan Michelle Bachelet başkanlık seçimlerinin ilk turunda rakiplerine büyük fark attı.
Bolivya’da başkent La Paz’ın emekçi bölgesi olan El Alto emekçilerinin ayaklanması Evo Morales’i başkan seçtirdi ama emekçiler onun da yeni liberal politikalara kaymaması gerektiğini açıkça ilan ediyorlar.
Bush’un Arjantin’de toplanan Amerika Kıtası z,rvesine katılımı sokaklarda emekçiler tarafında protesto edilirken Venezülla Başkanı Chavez Bush’u toplantıda yerin dibine soktu.
Bush daha sonra Uzak Asya gezisi sırasında da Çin hariç gittiği heryerde nefretle karşılandı.
Hong Kong’da toplanan Dünya Ticaret Örgtü toplantısı ise geleneksel yığınsal protestolarla karşılandı. Böylece Seattle ile başlayan sürecin esas olarak Batı Avrupa ile sınırlı olduğunu düşünen geleneksel Türk sol örgütleri bir kere daha yanıldıklarını gördüler.
Irak’ta direniş
Irak’ta işgale karşı süren direniş açık ki dünyanın bütün emekçilerine nefes aldırıyor. 160 bin Amerikan, 20 bin İngiliz askeri Irak direnişine batmış durumda. Direniş Irak halkının azınlığını kapsasa bile neredeyse bütün Irak halkının emperyalizme ve işgale karşı olması bu ülkede Amerikalıların karşısına yenilmesi hemen hemen mümkün olmayan bir direniş çıkarmakta.
Amerikan ve İngiliz ordularının çok önemli güçlerinin Irak’a batmış olması ise dünyanın her yerinde emekçilerin soluk almasına yol açıyor.
Emekçiler bütün dünyada bunun farkında ve bu nedenle Bush nereye gitse karşısına çıkan emek güçleri yeni liberalizme ve emperyalist savaşa karşı sloganlar atıyorlar.
Bütün emekçiler emperyalizme karşı direnişin en önemli cep-hesinin Irak olduğunun farkındalar.
Bush evinde
zorlanıyor
Irak direnişinin kırılamaması, savaş öncesi sürdürülen politikaların hergün bir kere daha teşhir olması ABD’de Bush’a karşı havanın giderek yoğunlaşmasına neden oluyor.
Bush bütün zamanların en düşük desteğine sahip. ABD’nin önde gelen yayın organlarından Newsweek dergisi Bush’u “yılın yalancısı” olarak seçti ve bunu kapağından duyurdu.
Cindy Sheehan’ın başlattığı hareket ise hızla güçleniyor ve yayılıyor. Savaş karşıtı hareket onun sayesinde yeni bir atılım içinde. 24 Eylül gösterileri hareketin bugüne kadar ki en büyük gösterileri oldu.
Bush’a karşı muhalefet artık sistemin kurumlarından da geliyor. Demokrat Parti’nin yanı sıra artık Cumhuriyetçi Parti içinden de muhalif sesler yükseliyor.
ABD ordusunun Irak’tan bir an önce geri çekilmesi şimdi en önemli konu haline geldi. Bush yönetimi bunun kaçınılmaz olduğunu biliyor ama diğer yandan da böyle bir adımın Vietnam etkisi yaratacağını da biliyor ve Irak’tan çekilmeyi meşrulaştırmaya çalışıyor.
Sosyal demokrasinin krizi derinleşiyor
Başını İngiltere!de Blair, Almanya’da Schroder ve Brezilya’da Lula’nın çektiği sosyal liberal çizgi 2005 yılı içinde ağır yaralar aldı.
İngiltere’de Blair yönetimi, Bush yönetimi ile aynı türden bir kriz yaşamakta ve aşağıdan muhalefetin yanı sıra sistemin içinden gelen bir muhalefetle de karşı karşıya.
Bu ülkede Respect’in kurulması ve seçimlerde Blair’in Yeni İşçi Partisi’nin karşısına çıkması Blair’in işini iyice zorlaştırmakta.
Almanya’da Linkspartei’ın muhteşem çıkışı Schroder’in devrilmesine yol açtı ve uzun bir aradan sonra Alman parlamentosuna ilk kez sosyal demokratların solunda bir güç girdi.
Brezilya’da ise Lula’nın İşçi Partisi bölündü ve P-Sol kuruldu. P-Sol’un en az Respect ve Linkspartei kadar başarılı sonuçlar elde etmesi şaşırtıcı olma-yacak.
Yeni bir sol
yükseliyor
Yükselen mücadeleye paralel olarak yeni bir sol dünyanın her köşesinde şekilleniyor. Büyük kazanıomlar elde ediliyor.
Bunların içinde belki de en önemli gelişmelerden birisi Fransa’da Avrupa Birliği Anayasası için yapılan referanduma soldan hayır diyen güçlerin elde ettiği muazzam başarıdır. Fransa’daki sol kampanya sayesinde AB Anayasası şimdilik çöpe gitmiş durumda.
Fransa’da referandum kampanyasında bu ülkedeki en eöenmli devrimci sosyalist örgüt olan LCR’ın (Devrimci Komünist Birlik) Fransız Sosyalist Partisi’nin bölünmesinden oluşan kanatla Fransız Komünist Partisi’ni ve ATTAC’ı kampanyada bir araya getirebilmiş olmasıdır. Şimdi bu birlik önümüzdeki dönemde devam edebilirse Fransa’da solda önemli gelişmeler görmekmümkün olacak.
Bunların yanı sıra Portekiz’de Sol İttifak, Danimarka’da Kızıl Yeşil Koalisyonu önemli kitlesel sol çıkışlar oldu.
Bu arada Seattle’da başlayan süreç içinde başından beri etkin olan otonomcu hareket ise giderek güç kaybediyor.
Nasıl bir sol birlik?
Türkiye’de de olduğu gibi dünuyanın her yerinde nasıl bir sol birlik tartışması devam ediyor. Ama daha önemlisi tartışmanın yanı sıra pratik, fiili adımlar atılıyor.
Bir tarafta eski sol güçleri yeni bri form altında birleştirme çabaları var. Türkiye’de en yaygın anlayış bu. Dünyada ise İskoçya Sosyalist Partisi böylesi bir adım ve başarısız olduğu açık.
Eski sol güçlerin birleştirilme çabası eskinin üzerini boyayarak yeni diye ileriye sürmeye benziyor.
Oysa bugünün ihtiyacı çok daha farklı.
Sosyal demokrasi çökmüş durumda. Geleneksel reformist partiler artık yığınların reform taleplerine cevap veremiyorlar. Dolayısıyla günümüzün acil ihtiyacı yığınsal emek partileri inşa etmektir.
Yığınsal emek partileri ise sınırlı ve sekter eski sol güçleri bir araya getirerek değil, harekete yepyeni güçlerin katılmasının olanaklarını yaratarak mümkün olabilir.
Bu nedenle hareketin inşası büyük bir öncelik taşıyor.
Ancak devrimci partilerin bu süreç içindeki önemi de çok açık.
Fransa’da antikapitalist hareketin gelişiminde çok önemli bir rol oynayan LCR’ın Anayasaya Hayır Kampanyası’ndaki rolü son derece belirleyici idi.
İngiltere’de Sosyalist işçi Partisi’nin (SWP) savaş karşıtı hareket içinde ve Respect’in inşasındaki rolü son derece önemli ve belirleyici.
Devrimci marksistlerin Almanya’da Linkspartei ve Wahlalternatif, Portekiz’de Sol Blok, Brezilya’da P-Sol içinde oynadıkları rol Fransa ve İngiltere ölçüsünde olmasa da gene de çok önemli.
Türkiye’de de gerek DSİP’lilerin egrekse DSİP dışındaki bazı çevrelerin ve ÖDP’nin savaş karşıtı hareket içinde oynadığı rol son derece belirleyici.
Bu durumda kitlesel sol partilerin inşası kadar devrimci partinin inşası da önem kazanmakta.
Türkiye’de
yeni sol parti
Türkiye’de yeni sol parti fikri iki kanattan yürümekte. Bir tarafta akademisyenleri bir araya getirerek yeni sol parti adımları atmaya çalışan DİSK var, diğer yanda ise geleneksel Türk solunu bir kere daha yanyana getirerek çözüm arayanlar var.
DSİP’e ve Sosyalist İşçi’ye göre bunların her ikiside aslında çözümsüz-lük. Bugün gerekli olan hareketi oluşturan yepyeni güçleri yanyana getirmek ve genç, dinamik bir sol alternatifi inşa etmektir.
Görüldüğü kadar bunun kısa, kestirme bir yolu yok. Aşağıdan, mücadele içinde örgütlenmek tam bir zorunluluk.
GÖRÜŞ
2005'in en tuhaf seçimleri
Tüm dünya İngilizleri tuhaf, melon şapkalı, şemsiyeli, soğuk insanlar olarak düşünür, kendileriyse her durumda serinkanlılığını muhafaza eden, adil, özgürlük düşkünü insanlar olduklarını düşünürler. Bu genellemelerin ne biri, ne öbürü doğrudur. Tüm ada halkları gibi biraz kendilerine özgü olduklarını teslim edebiliriz belki, ama o kadar.
Bu yıl, İngilizler Tony Blair'i yine, üçüncü kez, başbakan seçtiler. Bu, tuhaflıklarına verilebilir, ama başka ne yapabilirdi ki İngiliz seçmeni? Blair'in sağcı siyasetlerine itiraz eden çoğunluk daha da sağcı bir partiye oy verecek değildi ya! Pek çoğu oy kullanmadı, Blair'in parlamentodaki çoğunluğu azaldı, ama Muhafazakâr Parti'nin oylarında kayda değer bir artış olmadı. Irak savaşına, işgale ve neoliberalizme itiraz eden bir nüfus daha net bir mesaj veremezdi herhalde.
Bunun bilincinde olan Muhafazakâr Parti 1997 seçimlerini kaybeden John Major'dan bu yana dördüncü kez lider değiştirdi, partinin değişmesi gerektiğini, daha kapsayıcı, insancıl ve Türkiye'deki ifadesiyle "halktan yana" bir imaj yaratması gerektiğini savunan, genç, güleryüzlü David Cameron'u seçti.
Ama kamuoyunun genel eğilimleri değişmedikçe, Muhafazakârların kuzu postuna sarınmaya çalışmalarının bir yararı olmayacak. Bu genel eğilimleri, BBC'nin yaptığı, 2005'in en önemli veya çarpıcı sahnesini saptamayı amaçlayan çevrimiçi anket çok iyi yansıtıyor. Beş seçenek verilmiş. İlk ikisi beylik sahneler: Blair'in seçimleri kazanması ve Cameron'un parti lideri seçildikten sonra parlamentodaki ilk konuşması. Ama diğer üçü ilginç. Biri, seçimlerde Blair'e karşı adaylığını koyan, oğlu Irak'ta ölmüş olan Reg Key'nin seçim sonuçları açıklandığında yaptığı savaş karşıtı konuşma. İkincisi, İşçi Partisi'nin yıllık kongresinde Blair Irak hakkında konuşurken "Yalancı!" diye bağıran, 60 yıl önce Nazi toplama kamplarından kurtularak İngiltere'ye göçmüş olan 80 yaşındaki delegenin derdest edilip salondan atılması. Üçüncüsü, 1946'dan beri, İşçi Partisi'nin solunda olup parlamentoya seçilen ilk milletvekili olan savaş karşıtı George Galloway'in Saddam'dan para aldığı suçlamalarına karşı Amerikan Senato'sunda yaptığı savunma. Irak savaşı 2003'te bitti; 2005'te BBC'nin seçtiği beş çarpıcı sahneden üçü savaşla ilgili!
Dahası, bu yıl İngiltere'de gerçekleşen en dehşet verici olay, Temmuz'da patlayan ve 50'den fazla insanın ölümüne yol açan bombalar da doğrudan Irak savaşıyla ilgili. Hükümet var gücüyle böyle olmadığını kanıtlamaya çalıştı. "Terörizm", "köktendincilik" gibi Irak'la ilişkisiz, soyut kötülüklerden kaynaklandığını anlattı. Belki de halkın korkusundan yararlanıp ikna edici olabilecekti ki, polis Brezilyalı genç bir elektrikçiyi metroya binerken kafasına silah dayayıp yedi kez vurarak öldürdü. Londra polis şefi Ian Blair (isim benzerliği tesadüften ibaret, ama anlamlı tesadüf diye buna denir herhalde) bir dizi yalan söyledikten sonra, "Öldürürüz vallahi, yerse!" dedi.
İngilizlerin "adil ve özgürlük düşkünü" olup olmadıkları tartışılabilir, ama bu kadarı hemen herkese fazla geldi. Blair'e artık kendi partisi bile gidici gözüyle bakıyor. İstediği yasaları parlamentodan geçirmesi giderek zorlaşıyor. 2006'da gideceği hemen hemen kesin. Ve 2005, Irak savaşının Blair'i nihayet hadım ettiği yıl olarak tarihe geçecek.
Roni Margulies