Sosyalist İşçi 247 (30 Aralık 2005)
Kemalizmin son çırpınışları
Ve sol, ezbere tepki verdiği, hiçbir şey değişmemiş gibi davranmaya devam ettiği için, hem durumu doğru yorumlamakta zorlanıyor, hem değişimin daha da hızlanmasına katkıda bulunma fırsatını kaçırıyor.
Orhan Pamuk'un kılına bile dokunamayacaklar. Yine de, Pamuk'un (veya herhangi bir kişinin) basit bir tarihsel gerçeği dile getirdiği için mahkemeye verilebildiği, duruşma salonunun önünde Hrant Dink'e (ve diğerlerimize) "vatan haini" diye bağırıldığı, Adliye'nin karşısında faşistlerin toplandığı bir ülkede yaşamak insanı karamsarlığa sürükleyebiliyor bazen. Üstelik bu sahneler Dink'in altı ay ceza yemesinin, Güneydoğu'da savaşın sertleşmesinin, Şemdinli olaylarının ardından yaşanınca, hiçbir şeyin değişmediği hissini yaşamamak zor oluyor.
Oysa, değişti, değişiyor. Ve sol, ezbere tepki verdiği, hiçbir şey değişmemiş gibi davranmaya devam ettiği için, hem durumu doğru yorumlamakta zorlanıyor, hem değişimin daha da hızlanmasına katkıda bulunma fırsatını kaçırıyor.
Değişim süreci
Türk egemen sınıfı bir zamandır Kürt sorununu, Kıbrıs sorununu, Ermeni soykırımının kabul edilmesi sorununu ve, bunlardan bile daha temkinli bir şekilde de olsa, demokrasi ve insan hakları sorunlarını çözmeyi amaçlıyor. Uzun zamandır amaçlıyor, ama yakın zamana kadar çok çeşitli engellere takılıyordu: kemalizm duvarına çarpıyordu, devletin hem sığ hem derin kesimlerine söz geçiremiyordu, hiçbir hükümet bu konularda adım atmaya cesaret edemediği için ciddi bir girişimde bulunamıyordu (zaten Özal'dan Erdoğan'a kadar uzun süre parlamentoda çoğunluk sahibi doğru dürüst bir hükümet yoktu), üstelik egemen sınıfın kendi içinde bu konularda görüş birliği sağlanmamıştı.
Şimdi bütün bu engeller, tek bir istisnayla, şu veya bu ölçüde ortadan kalkmış bulunuyor ve egemen sınıf hızla adım atıyor. En önemlisi, yaklaşık yirmi yıldan beri ilk kez her istediğini yapabilen bir çoğunluk hükümeti var ve bu hükümet en kısa şekliyle TÜSİAD hükümeti olarak nitelendirilebilir. Takiye yapan, ilk fırsatta Türkiye'de şeriat düzenine geçmek için fırsat kollayan bir hükümet olduğuna inananlar Deniz Baykal ve çevresi, Cumhuriyet yazarları ve İşçi Partisi'nin bir avuç üyesinden ibaret artık sadece. Gerçekte ise, AKP hükümeti egemen sınıfın tüm çıkarlarını doğrudan uygulayan, TÜSİAD'ın ilk ANAP hükümetinden bu yana arayıp da bulamadığı hükümet.
Hem kendisi kemalist olmadığı (ve kemalizm'den düşmanlık gördüğü) için, hem de kemalist bir seçmen tabanına hesap vermek, hoş görünmek zorunda olmadığı için, bu hükümet Kürt, Kıbrıs ve Ermeni sorunlarına "devletin bekası" açısından değil, egemen sınıfın bekası açısından yaklaşma yeteneğine sahip.
Egemen sınıfın bekası, bu sorunların çözülmesini gerektiriyor. TÜSİAD üyeleri demokrat ve eşitlikçi oldukları için değil elbet. Bu tür sorunlar herhangi bir egemen sınıf için gereksiz ve saçma sapan sorunlar olduğu için. TÜSİAD'ın çok uzun zamandır habire insan hakları ve demokrasi raporları yayınlaması, egemen sınıfın has temsilcileri olan Özal, Çiller, Boyner gibilerinin zaman zaman Kürt sorununun barışçı yöntemlerle çözülebileceğini çekingence de olsa dile getirmesi tesadüf değil. Avrupa Birliği'ne girmek istiyorlar, bir. Dünya egemen sınıfı içinde saygın bir yer edinmek istiyorlar, iki. Kürdistan'a rahat rahat yatırım yapıp kâr etmek istiyorlar, üç. Kıbrıs'ta sadece kuzeyde değil, adanın her yanında top koşturup kârlarına kâr katmak istiyorlar, dört. Bu sorunlar çözüldüğünde kaybedecekleri hiçbir şey yok, kazanacakları çok şey var.
Kemalizmin direnişi
Çözmelerinin önündeki engeller, bir istisnayla, kalktı, dedim. İstisna, kemalizm. Hem kurumsal kemalizm, hem ülkedeki düşük yoğunluklu, gündelik, sıradan kemalizm, Türk milliyetçiliği. Açık ki, Kürt, Kıbrıs ve Ermeni sorunlarının çözümü, ne kadar az da olsa, ne kadar çaktırmamaya çalışarak da olsa, Türkiye devletinin ödün vermesini gerektirir. Bu ödünleri vermek, 70 yıldır egemen olan, resmî ideolojinin çimentosunu oluşturan kavram ve inançların gevşemesi, zedelenmesi demek. Bu da, bir yandan faşistleri, bir yandan, çok daha gülünç duruma düşerek kendini solcu zanneden İlhan Selçuk, Doğu Perinçek ve Yekta Güngör Özden gibi azgın kemalistleri galeyana getiriyor elbet.
Tarihin ne ilginç bir cilvesi: egemen sınıfın 1920'lerde iktidarını kurması ve pekiştirmesi için gerekli olan ideoloji, yani kemalizm, bugünün gelişmiş, pekişmiş ve dünya egemen sınıfı içindeki yerini almış olan egemen sınıfı için artık geçerli ve gerekli değil, ama birileri bunu solculuk ve ilericilik zannedip hâlâ savunuyorlar!
Doğal olarak, direniyorlar. Bu direniş, geçen Mart ayında patlak veren 'bayrak krizi'nden beri, milliyetçi bir dalganın yükseldiği izlenimini yaratıyor. Oysa, izlenimin yüzeyi biraz kazındığında altının boş olduğunu görmek mümkün. Hiçbir çaba, ne bayrak krizi, ne linç girişimleri, ne Bozüyük, kitleselleşmiyor, halka yayılmıyor, pogromlara dönüşmüyor, bir avuç faşistin eylemi olmaktan öteye geçemiyor. Yüksekova'da 100.000 Kürt gösteri yaptığında, bunu televizyonlarında izleyen Türklerin büyük çoğunluğunun "Yahu, bu sefer herifler haklı vallahi" dışında bir tepki duyamadığına eminim.
Milliyetçilik yükselmiyor, yaygınlaşmıyor. Hem milliyetçiliği kışkırtma çabaları, hem Şemdinli, mağara adamlarının şahlanışının değil, son debelenişinin işaretleri. Egemen sınıfın programını tıkır tıkır uygulayan, kemalizmin tüm kutsal ineklerini kesen bir hükümetin uygulamaları karşısında, elbette tepki verecekler. Başka türlüsü garip olurdu. Ama tüm çırpınmalarına rağmen kitlesel tepki veremiyorlar. CHP'nin, MHP'nin hali ortada. Yarın seçim olsa AKP'nin alacağı oy ortada.
Bütün bunlardan, milliyetçilik ve kemalizm bitmiştir sonucu çıkmaz elbet. Bitmeleri daha çok uzun sürecek. Daha çok direnecekler. Barış sürecini sabote etmeye çalışacaklar, çok çeşitli girişimlerde, saldırılarda bulunacaklar. Beş sene sonra ne olacağını kimse bilemez, değişim sürecinin tersine dönmesi bile mümkündür. Ama bugün, bu dönemde, süreç hızla işliyor, bize sonsuz fırsatlar sunuyor.
Bütün bunlardan, egemen sınıfın sorunları çözmesini beklememiz gerektiği sonucunu da çıkarmamak gerek. Egemen sınıf, tabandan baskı gelmediği taktirde, bu sorunları kendi çıkarları için gerekli asgari düzeyde çözecek. Kürt kimliği artık inkâr edilmeyecek, ama Kürtler özgür de olmayacak; Ermeni soykırımı reddedilmeyecek, ama tüm azınlıklara karşı ırkçılık devam edecek; demokrasinin sınırları genişleyecek, ama sınırsız olmayacak.
Ya sol nerede?
Şu anda yaşanan değişim tablosundaki en çarpıcı eksiklik, solun yokluğu. Sol ezbere bildiği bir avuç dar konu dışında hiçbir şeyle ilgilenmiyor. Kürt Sorunu deyince sadece "Apo'ya Özgürlük", demokrasi deyince sadece "19 Aralık direnişimiz", mücadele deyince sadece "özelleştirme ve sendikal haklar", hareket deyince sadece DİSK, KESK, TMMOB geliyor akıllara. Örneğin, Orhan Pamuk'u (yani ifade özgürlüğünü, Ermeni haklarını koruma özgürlüğünü, 'Kürtler öldürülmüştür' deme özgürlüğünü) koruma görevini niye sol değil de başkaları yapıyor? Başkalarının yapmasına itirazım yok elbet, ama sol nerede? Ben duruşmaya gittim. Yüzlerce insan dayanışma göstermeye gitmişti (faşistlerden kat kat daha kalabalıktık), ama örgütlü gitmek çabası yoktu.
Oysa, egemen sınıfın açtığı kapılara çok daha zengin bir talepler dizisiyle ve çok daha geniş bir talepçiler kitlesiyle hücum etmek mümkün. Egemen sınıf bu kapıları sadece sınırlı bir ölçüde açmayı umuyor. Oysa geniş bir alanda geniş bir kitleyle tabandan saldırırsak kapıları sonuna kadar açma olanağımız var.
En ılımlı sosyal demokratlardan DSİP'e kadar hepimizin eski alışkanlıklarımızdan vazgeçip değişim sürecine uygun bir şekilde çalışmamız gerek. Küçük, dar, sekter gözlüklerimizi çıkarıp Pamuk davasından cem evlerine, türbandan soykırıma, sendikal haklardan sınırsız düşünce özgürlüğüne kadar uzanan çok çeşitli konularda birleşik, popüler, kitlesel hareketler yaratmamız gerek. Yoksa, Türkiye değişmesine değişecek, ama olabileceklerin en azı olacak.
Roni MARGULİES