Sosyalist İşçi 248 (4 Şubat 2006)

 

Sayfa 2 :

Ağca ve medyanın ikiyüzlü soytarılığı
Kesin olarak herkesin bildiği bir cinayet (Abdi İpekçi'nin katli) ve bir suikast girişiminden (Papa) cezaevinde yatmakta olan biri tahliye edildiğinde medya neyin peşine düşer? Aslında tartışma katilin yeterince 'içerde' kalıp kalmadığı sorusuyla başladı. Sonunda kalmadığı ve 2014 yılına kadar cezaevinde kalması gerektiğiyle sonuçlandı. Ama biz yine boyalı basının ağır bir magazinel bombardımanına tabi tutulduk. Kafamız çorba oldu.
Adamın nişanlısından (Ortadoğu gazetesi yazarı bir ülkücü faşist, üstelik tüm ailesi de öyle) ayrılmasından giydiği mavi kazağın gizemine (!) kadar her ayrıntı didik didik edildi. Tahliyesinden sonraki ilk geceyi geçirdiği Özbey sitesinden yola çıkıp suç ortağı Yalçın Özbey'le ilgili şifreler çözüldü (!). Magazin haberciliğinin ardı arkası kesilmedi. Yok efendim cep telefonu diye bir şeyi görünce nasıl şaşırmış, yağmurda nasıl ıslanmış, hangi sahilde nasıl çay içmiş, günün ilk ışıklarına kadar Boğaz'da gemileri nasıl seyretmiş…
Hatta Türkiye'nin en büyük gazetelerinden Hürriyet, Ağca'nın ağzından "Bırakın beni, gidip Bin Ladin'i getireyim" cümlesini sürmanşet yaptı. (Nasıl oluyorsa Ağca Bin Ladin'i ve dahi yerini biliyor, onu 'alıp getirme' kudretine sahip; ama cep telefonunun icadından habersiz!). Nihayet zat-ı muhterem Mesih olduğu için namaz kılması gerekmediğini açıkladığında medyanın gündeminden düştü; onu destekleyen İslamcı gazeteler sustu; MHP Genel Başkanı'nın "bize bulaşmasın" tarzı bir açıklamasıyla da ülkücüler sırt çevirdi.
Cezaevi çıkışı bindiği Mercedes, yabancı basının ilgisi, bunların bazılarının yabancı ajan olup olmadığı şüphesi vb. tonlarca spekülatif haber(!)in arasında Ağca'nın örgütlü bir ülkücü faşist katil olduğuna dair tek satır bulamadık boyalı basında. Oysa bu hâl vurgulanmaksızın Ağca ve daha yüzlerce MHP'li ülkücü faşist katilin işlediği hiçbir cinayetin, MHP'nin halka verdiği zararların hiçbirinin aydınlatılması mümkün değil.
Mehmet Ali Ağca tescilli bir ülkücü faşist katildir. Abdullah Çatlı, Oral Çelik ve Haluk Kırcı ile aynı kuşaktan bir MHP'li tetikçidir. Bugün altı yıldır avukatlığını yapan Doğan Yıldırım da ülkücü bir faşisttir ve Ağca ile birlikte cezaevinde yatmıştır. Bakmayın Devlet Bahçeli'nin "bize bulaşmasın" demesine. Şu anda MHP Genel Başkan Yardımcılığı koltuğunda oturmakta olan Mehmet Şandır Ağca'nın yurtdışına kaçırılışında pasaport sağlayan kişidir. Ama koltuğunda pişkin pişkin oturmaya devam etmektedir. MHP yönetimi katilliği tescilli ve bu kadar popüler birini teşkilatına, kamuoyunun gözü önünde almaya elbette yanaşmaz.
1980 öncesinde en az beş bin solcu, sendikacı, sanatçı, aydın ve emekçinin katlinden; 1980 sonrası da daha çok Kürt halkının katledilmesinden sorumlu faşist çetelerin örgütü MHP'nin bir üyesi Ağca'nın yalnızca kişisel özelliklerinin ön plana çıkarılması Türk medyasının ikiyüzlü karakterine güzel bir örnek. Bir yandan MHP'yle ilişkisi gizlenerek derhal kapatılması gereken bu partinin üzerine gidilmiyor; öte yandan artık ciddi haberleri mumla aradığımız medya sayfalarının basit, kolay tüketilen, eğlencelik magazin haberleriyle süslenmesine devam ediliyor. Halkımıza beyinsiz koyun sürüleri muamelesi kesintisiz sürüyor. Soytarı bir şov yıldızı haline getirilen bir katil kendisine en yaraşan mekanda, soytarıların şov dünyasında eşi bulunmaz bir yer ediniyor.
Tahliyesinin yapıldığı gün Milliyet Ankara temsilcisi Fikret Bila'nın telefonla katıldığı bir TV programında yaptığı açıklama, eksik de olsa iyi bir medya eleştirisi oldu. Bila basının "şu kadar yıl yatmalı" sorununu merkezine aldığı saatlerde asıl meselenin Ağca'nın üç-beş sene daha yatıp yatmayacağı değil, bu tip cinayetlerin arka planı ve planlayıcılarının açığa çıkarılması olduğunu belirttikten sonra şöyle dedi: "Ağca'yı bir magazin malzemesi haline getirmemek basının sorumluluğu olmalı. Bir 'şov yıldızı' haline getirilmemeli. Reyting aracı olarak görülmemeli. Bir katil olduğu unutulmamalı. Basın kamuoyunun ilgisini bu cinayetlerin aydınlatılması üzerine yoğunlaştırmalıdır. Ağca magazin dünyasının bir yıldızı değil, Abdi İpekçi'nin tetikçi-katilidir". Ağzına sağlık Fikret Bila. Ama eksik bırakmışsın. Gerisini, üzerine bir kez daha basa basa, biz söyleyelim: Ağca yalnızca basit, sıradan bir katil değil, halk düşmanı MHP'nin üyesi, örgütlü bir gücün içinde yer almış, ülkücü faşist bir katildir. Konuşturulmalı ve faşist çetenin diğer cinayetlerinin çözülüp tüm sorumlularının cezalandırılması sağlanmalıdır. MHP halka hesap vermelidir.
Zeynep ÇALIŞKAN


Bush gribi
Yoksulların kapısını çalan yeni bela kuş gribi hakkında çok konuşuldu, çok yazılıp çizildi. Kimileri komplo teorileri üretti: aslında bu bir "bioterör" saldırısıydı. NATO Genel Sekreteri, FBI ve CIA başkanları ve İsrail Savunma Bakanı'nın ziyaretlerinin hemen ardından ortaya çıkması tesadüf değildi. İkinci bir 'teori' de perde arkasında ilaç tröstlerinin bulunduğuydu. Gribe karşı etkili olduğu söylenen Tamiflu adlı ilacın fiyatı bir anda ikiye, üçe katlandı ve stokları hızla eridi. 2.5 milyar dolarlık bir pazara sahip olan beyaz et sektörünün yabancı sermayenin iştahını kabartması üçüncü teoriye kaynaklık etti. Buna göre IMF politikalarıyla önce Türk tarım ve hayvancılığı çökertildi, sonra sıra beyaz et sektörünü yabancı ellere teslim etmeye geldi. Dördüncü bir teori ise asıl büyük darbenin henüz gelmediğini, kuşların bahar göçlerinin başlayacağı Şubat ayında geleceğini öngörüyor.
Bunlardan biri ya da birkaçı belki doğru da olabilir. Kâr ve rekabet güdüsüyle işleyen bir sistemin sahiplerinden her türlü 'Bizans oyunu' beklenir. Ama bazıları milliyetçi bir söyleme sahip olan ve doğruluklarını kanıtlayamayacağımız teorileri bir kenara bırakalım..
Elbette kuş gribinin gösterdiklerinden yola çıkarak söylenecek çok şey var. Türk devleti, bu konuda da, bir kez daha beceriksizliğini kanıtladı. Sağlık Bakanı bir türlü Van ve çevresine gidemedi. İnsanlara ilaç dağıtılmadı, hastalık doğru dürüst anlatılmadı. Önlem olarak kuş gribine kuş gribi denilmesi genelgeyle yasaklandı. Zavallı hayvanlar diri diri yakıldı veya toplu mezarlara gömüldü.
Hastalığın yayılmasının suçu tek geçim kaynağı üç beş tavuk olan yoksullara yıkılmaya çalışıldı. Radyasyonlu çay döneminde olduğu gibi, ülkenin başbakanı TV kameraları önünde tavuk yedi.
Kuş gribi gerçekten de çok büyük bir tehlike olabilir. Bir hesaplamaya göre önü alınmaz ise bir anda tüm dünyada yüzmilyonlarca insanın patır patır ölmesi işten bile değil. Ayrıca sonuçlarının yaratacağı maddi kayıplar 800 milyar doları bulabilir. Gerçekten de ürkütücü rakamlar. Ama bu hastalığın şu ana kadar öldürdüğü insan sayısı 100 civarında. Türkiye'de ise bunun onda biri kadar. Üstelik alınacak çok basit önlemlerle hastalıktan korunabiliyor. Hatta şu aralar aşısının bulunduğu da söyleniyor. Örneğin Çin altı milyon tavuğu aşılayarak gribi durdurmuş görünüyor. Keza Rusya aynı işlemi yapıyor. Yumurtayı musluk suyuyla yıkayıp normal pişme ısısında pişirince risk ortadan kalkıyor. Kendi adıma ben, uçan ve koşan canlıları zaten yemediğim için, etten bulaşma riskinden de daha baştan kurtuluyorum. Yani bir şekilde sorun giderilebiliyor.
Gündemimizi bir süre yoğun biçimde meşgul edip geçen kuş gribi şu an popülerliğini yitirdi gibi. Ama dünyanın başındaki asıl büyük bela, yani savaş halâ gündemin en başındaki yerini koruyor. Ve uzun süre 'top list'te bir numaralığı başka hiçbir soruna bırakacak gibi de görünmüyor. ABD emperyalizminin başına bugüne kadar geçen en saldırgan hükümetlerden birinin tepesinde oturan Bush zehirli soluğunu dünyanın her köşesine üflemeye devam ediyor.
11 Eylül saldırılarından beri savurduğu tehditleri Afganistan ve Irak'ta gerçeğe dönüştürdü. Bu ülkelerden ilkinde 10 bin, ikincisinde 110 bin insanı katletti. Şimdi sıra İran'a geldi. Saldırırdı-saldıramazdı tartışmalarının arasında dışişleri katili Rice'ı bölgeye yolladı, fizibilite çalışmalarına başladı bile. Rice'ın Türkiye'ye de gelmesi hayra alamet değil. Yine üslerin kullanımı söz konusu edilecek. Ve biz yine meydanlara dökülüp yeni 1 Mart'lar yaratacağız.
Ama, eğer tehlikenin büyüklüğünü görüp hazırlanmaya şimdiden başlamazsak bize kulak asacaklarını sanmayalım. Bush ve ekibinin azgın savaşçılıklarının sınırı yok. Dünya hegemonyasını kayıtsız şartsız elde edip tüm rakiplerine diz çöktürünceye dek bu savaş çılgınlığını sürdürecekler. Bu kesin. Çünkü Irak saldırısından önce kullandıkları bahaneleri neredeyse kelimesi kelimesine İran için kullanıyorlar. Sırada başka ülkeler olacak. Bush gribi kuş gribinden çok daha hızlı ve kanlı biçimde yayılacak. Neyse ki son altı-yedi yıldır tüm dünyada barış ve adalet talebiyle sokaklarda direnen milyonlarca insan bu ölümcül hastalığın aşısını biliyor. Bize kalan yegâne iş bu aşıyı olabildiğince çok insana zerketmekten ibaret!
Cengiz ALĞAN


KİM NE DEDİ?
“Beni bırakın 1000 Ladin getireyim.”
Mehmet Ali Ağca, katil

“Ben Tanrı değilim, ben mesihim!”
Mehmet Ali Ağca, mesih

“Bunların MHP içinde yeri olamaz.”
Devlet Bahçeli, MHP lideri, Ağca'yı kast ediyor. (Ağca'nın avukatı MHP Pendik belediye başkanı adayı, eski avukatı ise 12 Eylül davasında MHP avukatı ve hapishaneye silah sokmaya çalışırken yakalandı.)

“Sanırım bize hoş geldin diyorlar ama bu pek barışçı bir hoş geldin değil.”
George Bush, 12 Aralık 2005

“Benim gördüklerimi görürseniz bir daha hiçbir savaşı desteklemezsiniz.”
Robert Fisk, gazeteci

“ İranlılar bir silah istiyoruz dediler. Ama onların silah sahibi olması dünyanın yararına değil.”
George W Bush

“Hayırlı olsun, inşallah ülkeye faydalı hizmetler yaparsınız.”
(Abdullah Çatlı, katil, BBP’nin kuruluşunda Muhsin Yazıcıoğlu’na çektiği mesajdan)

“Tahliye müvekkilimin hakkı”
(Haluk Kırcı’nın avukatı)

"Başbakan mal varlığı konusunda kıvırtıyor" (CHP Grup Başkanvekili Haluk Koç)

“Hayvancılık hakkında konuşmaktan memnun olurum ama filmi görmedimç”
(George Bush, Brokeback Dağı filmi üzerine)

“Onu çok beğeniyorum. Benimle ilişkisinin evinde sorun yarattığına eminim. Birlikte aldığımız zor kararlar oldukça sorunlu. Bu nedenle Tony’i beğeniyorum.”
(George Bush, Tony Blair’i savunuyor.)