Sosyalist İşçi 249 (21 Şubat 2006)

 

Sayfa 2 :


Maliye Bakanı ile bir röportaj
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ile son günlerin popüler mevzuu mal varlıklarının açıklanması konusunda ropörtaj yaptık..
Zırrrrrn… zırrrrrnn... zırrrrnn…
Sekreter: Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın ofisi. Nasıl yardımcı olabilirim?
Gazeteci: İyi günler hanımefendi. Halkın Gözü gazetesinden arıyorum. Sayın bakanımızla kısa bir görüşme yapmak istiyoruz.
Sekreter: Konu neydi efendim?
Gazeteci: Mal beyanı hakkında.
S: Sayın bakan şu an toplantıda. Daha sonra arayın.
G: Kendisi hakkında önemli bilgilere ulaştık. Eminim sayın bakan da duymak isteyecektir.
S: Bi saniye bakiim, toplantı bitmiş mi..
Maliye Bakanı: Buyrun sayın basın mensubu. Neymiş ulaştığınız 'çok önemli bilgiler'?
G: Sayın bakanım, kabineniz son günlerde mal beyanında bulunmama ısrarıyla gündemde. Maliyeden sorumlu bakan olarak, halka örnek olmak için, siz mal beyanında bulunacak mısınız? Kamuoyu merak içinde efendim.
Maliye Bakanı: Bu mu ulaştığın 'çok önemli bilgi'? Kamuoyunun başka işi yok mu kardeşim!? Hem sen nerden biliyosun kamuoyunun neyi merak ettiğini? Kamuoyu şu aralar Polat Alemdar'ın Irak'ta kaç kelle aldığıyla meşgul ne güzel. Uyandırma kerizi bulandırma denizi.
G: Nasıl? Son cümleyi alamadım efendim.
MB: Benim denize nazır iki kulübeciğim var Çamlıca sırtlarında diyorum. "Çamlıcaa yolunda, aşığııı kolunda, işleri yoluundaa"
G: Biz de o konuya gelmek istiyorduk zaten. İsabet oldu.
MB: Tühhuğğhark!!
G: Nası efenim?
MB: Bu ara biraz üşütmüşüm de üzerinize afiyet. Malum balgam yapıyor. Onu şeettim.
G: Efendim, Çamlıca'daki villalarınız için imar iznini %6'dan %15'e çıkardınız. Bundan böyle yasalar kişilerin menfaatine göre mi çıkacak acaba?
MB: Ne alakası var kardeşim! Biz bütün milletimiz faydalansın istedik. Herkesin evi genişlesin, millet ferah ferah otursun. Hem de çoluk çocuk yer darlığından evden ayrılmak zorunda kalmasın. Geleneksel Türk mutfağını, şey yani geleneksel Türk aile yapısını korumak için ööle bi karar aldık yani.
G: Sizin kulübecik dediğiniz yerde iki tane koç gibi villa yükseliyor ama. Üstelik orası SİT alanı değil mi?
MB: Sittir!!
G: Nası yani!?
MB: Doğrudur; SİT alanıdır orası diyorum.
G: Eeee?
MB: Eee..benin! Eee, yani benim, bu olayda bir kusurum yok. Villarımın, yani benim fakirhanelerin olduğu yeri SİT alanı yapmışlar. Başka yer mi yok SİT alanı yapacak şu cennet vatanda? Bunlar gündemi saptırmak için yapılan siyasi oyunlardır. Biz babalar gibi iş yapıyoruz, ona bakın siz. Anket sonuçlarına bakın.
G: Efendim mal beyanına dönecek olursak…
MB: "Mal beyanı, mülk beyanı, hani bunun ilk beyanı?"
G: Beyanda bulunacak mısınız?
MB: Değerli basın mensupları…
G: Şu an tek başıma karşınızdayım sayın bakan.
MB: Sayın basın mensubu; dünya malı dünyada kalır. Asıl öbür taraf önemli. Hükümet olarak bizim alnımız açık. Beyanı öteki tarafta veririz.
G: Beyanda bulunmayacağım diyosunuz yani?
MB: Yiğidin malı meydanda yiğidim, beyana ne hacet!
G: Bulunmayacaksınız?
MB: Ööle bi şey demedim.
G: Bulunacağım da demediniz?
MB: "Paranın ne önemi vaaar, mühim olan insanlıııık"
G: Sakladığınız bi şey mi var?
MB: Ulan sayın basın mensubu! Asabımı bozma benim, alırım paçanı aşağı! Sana ne ulan benim malımdan, mülkümden!? Servet düşmanı mısın sen? Mal bulmuş mağribi gibi ne didikleyip duruyosun elalemin malını!?
G: Ne alakası var sayın bakan? Ben gazeteciyim. Kamuoyu sizin…
MB: Tamam, tamam sakin olalım. Konuya açıklık getirelim. Şimdi, kamuoyunu ikiye ayırmak lazım. Şööle ki: böl kamuoyunu ortadan ikiye… Ne buldun?
G: Ne buldum?
MB: Ebenin…!! Bak sakin olalım dedikçe sen üstüme geliyosun, olmuyo ama! Neyse, ikiye böldük, ne çıktı, kamu ve oy. Biz daha çok ikinci kısmıyla ilgileniyoruz bu hadisenin. Zaten siyasi geleneğimizde de böyledir bu. Yaa! Kamu bize oyunu vermiş mi, vermiş. O zaman malı götürürüz babalar gibi!
G: Efenim?
MB: Öhhö, öhhö, öhhömm! Soğuk algınlığı malum. Ne diyodum? Ha, konuyu maliyeye götürürüz gerekirse. Bu maliyenin meselesi.
G: Eee, zaten siz de Maliye Bakanı değil misiniz?
MB: Ben de şimdi o konuya açıklık getirecektim zati. Benim göreve başlama mazbatamın yazımında bir hata olmuş. Şöyle ki; görev yeri kısmına "Maliye Bakanlığı" yazarken 'i'nin üzerindeki nokta silik çıkmış, okunmuyor. Bi de 'ye' eki ayrı yazılmış yanlışlıklan. "Yanlışlık olduğu belli değil mi?" dersin sen şimdi, çakal seniii! Acar gazeteci hesabı ha!? Ne malın gözüymüşsün sen!.. Cahil cahil konuşma. Sen daha gençsin evladım, toysun. Devletin resmi evrakı bu, itiraz mı etseydik yani bunca senelik bakanlığın ismine? Kendim de düzeltemem. Maazallah, resmi evrakta sahtecilikten atarlar adamı içeri. Bu yaştan sonra elalemin maskarası mı olaydım yani? Biz de evrakın gereğini yerine getiriyoruz harfiyen işte!
Gazeteci: Anlaşıldı sayın bakan. Teşekkür ederiz. Çok aydınlattınız kamunun oyunu.
Malı Ye Bakanı: Eee, boşuna koymadık o ampulü oraya. Ne zaman merakın kabarırsa çekinme ara evladım. Kemal ağabeyiniz kurban olsun sizin gibi kamunun oyuna! Selametle yavrum!
Cengiz ALĞAN


Mal beyanı:
Çalınan emeğin dökümü

Başka mevzu bulamayan CHP'nin salvolarıyla başlayan mal beyanı tartışması aslında tek bir şeyin kanıtı: kapitalist sistemdeki çürümüşlüğün boyutları. Bu piyasa sisteminde 'malı' sadece patronlar götürmüyor. Onların işçinin artı değerini sömürmek yoluyla yaptığı soygun bilimsel olarak da kanıtlanabiliyor. Ama sırtımızdan kan emerek beslenenler patronlarla sınırlı değil ki!
Halktan oy toplayarak tepemize çöreklenen burjuva siyasetçileri de iktidara gelir gelmez soyguna başlıyorlar. Boşuna değil milletvekili adayı olabilmek için akıtılan yüz milyarlar. Nasıl olsa iktidar koltuklarına bir kez kurulunca kat be kat fazlasıyla geri alacaklar yatırdıklarını.
Mal beyanında bulunma ısrarına uzun süre direnen Maliye Bakanı Unakıtan ve Başbakan Erdoğan'ın açıkladıkları mallar dudakları uçuklatacak nitelikte. Üstelik cumhuriyet tarihinin gördüğü en küstah ve terbiyesiz dile sahip kabine üyeleri mallarını pişkin pişkin savunmaktan da çekinmiyorlar.
Her hal ve hareketiyle kendi kendini harcamaya meraklı görünen Unakıtan kaçak villalar için "parasını verdim aldım, kaçaksa kaçak; herkesinki kaçak değil mi?" diyebiliyor. Çıkarılan bir kanunla bütün yumurta kullanan imalathanelerin mecburi müşterisi olduğu pastörize yumurta şirketinin parasının nereden geldiği belli değil. Bandırma'daki şirketlerinin atıkları gölü kirletiyormuş, ne gam. Başbakan 'esrarengiz' servetini oğlunun düğününde 'eşin-dostun taktığı takılar'la açıklayabiliyor. Başbakan ayrıca sevgili Maliye Bakanı'na çok babacan davranıyor. Tıpkı bir zamanlar, Cavit Çağlar'ın aleniyet kazanmış hırsızlıklarına ve kirli ilişkilerine "aile fotoğrafı"yla dokunulmazlık kazandırmaya çalışan Demirel gibi. Unakıtan, hakkında verilen gensoru önergesi karşısında "içim rahat" diyor ve mecliste göğsünü gere gere oturuyor. Nasılsa Başbakanı onu kollayacak; nasılsa soyguncu arkadaşları gensorunun görüşülmesini,, meclisteki oy çokluklarıyla önleyecekler. Öyle adam harcamaya başlayınca bunun sonu gelmez; sıra size de gelebilir.
Baykal'ın onlardan aşağı kalır yanı yok. Onun da ruhsatsız bir dairesi var. İş Bankası hisseleri birden görünmez oluyor. 'Atatürk'ün mirası' yalanına sığınarak servetini gizleyebiliyor.
Ama biliyoruz ki Unakıtan'ın ne kaçak villaları, ne pastörize yumurtası, ne tavukları, ne de mısırları yenidir. Kapitalist sistem var olduğu sürece onun iktidara getirdiği politikacıların bu kirli servetleri de var olacaktır. Daha önce iktidara gelmiş ANAP, MHP, DSP, DYP, RP… gibi partilerin lider kadrolarının yolsuzluk, rüşvet ve haksız kazanç konularında haklarında ayyuka çıkan şaibeleri hatırlayalım. Hiçbiri bu soygundan arınmış değil. Çünkü soygunu yaratan onlar değil, bu soyguncuları da yaratan sermaye iktidarıdır. Büyük sermayenin zaman zaman yolsuzluğun önlenmesi yolunda yaptığı çağrılar da kendi kârlarından eksilen paralara yakılan ağıtlardan başka bir şey değildir.
Aşağıda, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün servetinin bir bölümünden CHP'ye bağışladığı malların bir bölümünün 'beyanı' bulunuyor. Bu dökümü, kendisinin basit bir çiftçi ailesinden geldiğini, asker maaşıyla geçinirken Osmanlı sarayından ayrılınca bu maaşın da kesildiğini ve 'vatanı kurtarmak için' her şeyini feda ettiğini bir an bile akıldan çıkarmadan okumanız önerilir. Belki Atatürk'ün izinden gidenlerin mal beyanı daha iyi bir anlam kazanır. Buyurun listemize:
Ankara'da Ulus Matbaası ve çevresindeki bütün bina ve arsalar,
1 milyon 664 bin nakit (sene 1938),
154 bin dönüm arazi,
45 daire,
7 ağıl,
6 mandıra,
8 ahır,
7 ambar,
4 samanlık,
6 hangar,
4 lokanta ve gazino,
2 fırın,
2 sera,
1 bira fabrikası,
1 malt fabrikası,
1 buz fabrikası,
1 gazoz fabrikası,
1 tarım aletleri fabrikası,
2 pastörize süt fabrikası,
2 yoğurt imalathanesi,
16 traktör,
13 biçerdöğer,
5 kamyon,
2 otomobil,
19 araba,
1 deniz motoru,
13 bin koyun,
443 sığır,
69 at ve
2450 tavuk


Kulp'taki toplu mezar
Kayıplar değil, kaybedenler açıklansın

Diyarbakır'ın Kulp ilçesindeki toplu mezarda bulunan kemiklerin 13 yıl önce bölgede gerçekleştirilen operasyon sırasında kaybolan 11 köylüye ait olduğu kesinleşti. Adli Tıp Kurumu köylülerin 'ateşli silahla öldürme ve yakılma' sonucu öldüklerini açıkladı. DNA testi sonucu soruşturmayı yürüten Kulp Başsavcılığı'na gönderildi. Kulp Cumhuriyet Savcılığı'nın ilçede görev yapan dönemin üst düzey askeri yetkililerinin ifadesine başvurabileceği bildirildi.
Arazide yağmur ve heyelan sonucu açığa çıkan toplu mezarı rastlantı eseri bulan köylüler, 2004 yılında İnsan Hakları Derneği'ne başvurmuştu. Toplu mezarla ilgili soruşturma başlatan Kulp Cumhuriyet Savcılığı, kemiklerin kime ait olduğunun belgelenmesi için, 2004 yılında Adli Tıp Kurumu'na gönderdi. Bir buçuk yıl süren ve baştan savma bir biçimde yapılan incelemenin ardından, 11 köylünün 2'sinin kimliği yine de tespit edildi.
Asker ve polisin bütün engellemelerine, mahkemelerin bütün ayak sürçmelerine ve Adli Tıp Kurumu'nun baştan savma tutumlarına rağmen gerçekler gizlenemedi.
Ancak savcılığın, olayda parmağı bulunan Bolu Tu-gayı ya da komutanlığını yapan general Yavuz Er-türk hakkında soruşturma başlatacağına güvenmek için ortada bir neden yok.
Daha önce de, JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan, bir grup JİTEM tetikçisiyle beraber 10 Haziran 1994'te kaçırıp işkenceyle katlettikleri ve cesedini Silopi'nin Körtük (Çukurca) mezrası Bozamir Deresi kenarında yakarak gömdüklerini söylediği Murat Aslan'ın kemikleri 10 yıl sonra bulunmuştu. Yapılan DNA testi de bulunan cansız bedenin Aslan'a ait olduğunu kanıtladı. İHD, konuyla ilgili dönemin OHAL Valisi Hayri Kozakçıoğlu ve Ünal Erkan ile jandarma yetkililerinin de aralarında bulunduğu 30 kişi hakkında suç duyurusunda bulundu. Ama bir soruşturma açılmadı.
Yine, Aygan'ın açıkladığı bir başka toplu mezarda da iki kişinin cesedi çıkmıştı. Mahkemeler bu konuyla ilgili de bir soruşturma açmamıştı.
Devletin bu katliamlarına dur demenin ve sorumluları yargılatıp cezalandırmanın yolu bu gibi olayların üzerine cesaretle gitmekten geçiyor. Kayıp yakınlarını yalnız bırakmamak, onların Kürt illerinde yürüttükleri demokrasi mücadelesine bulunduğumuz her alandan destek vermek gerek. Sosyalist İşçi gazetesi tüm barış ve demokrasi güçlerini kayıp yakınlarının mücadelesine destek vermeye çağırıyor.
Bu arada, Kayıplara Karşı Uluslararası Komite (ICAD) 16-20 Mayıs 2006 tarihinde Diyarbakır'da 5. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı'nı gerçekleştireceğini açıkladı. Kürt kayıp yakınlarının mücadelesi sonucu kurulan Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (YAKAY-DER) ile birlikte yapılacak kurultayda, "Toplu mezarlar açılsın, 1000 operasyon açıklansın", "Susurluk'tan Şemdinli'ye failleri biliyoruz. Kaybedenler yargılansın" talebini dile getirecekleri açıklaması yapıldı.