Sosyalist İşçi 249 (21 Şubat 2006)

 

Sayfa 4 :

Nükleer tehdit yine kapımızda
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, 15 Şubat günü, İstanbul Teknik Üniversitesi Enerji Entitüsü’nde bir konuşma yaptı. Bakan konuşmasında “Nükleer enerji kalkınmada bir eşiktir. Türkiye kalkınmada ilk ona girmek istiyorsa mutlaka nükleer enerjiye geçmek zorundadır” dedi.
Tüm gelişmiş sanayi ülkeleri nükleer santrallerden vazgeçerken, Türkiye’de bir bakanın çıkıp bu sözleri etmesi ancak konu hakkında en ufak bir bilgisi bile bulunmayan insanları ikna edebilir.
Nükleer enerji konusu, daha geçtiğimiz aylarda, Çernobil kazasının yarattığı etki sonucu kanserden yaşamını yitiren sanatçı Kazım Koyuncu dolayısıyla yeniden gündeme gelmişti. Ama alışık olduğumuz üzere, konu birazcık gündem dışına çıkar çıkmaz, daha doğrusu, kamuoyunun gündemindeki yeri birazcık geri plana düşer düşmez, hemen yeniden su yüzüne taşındı.
Yalnızca Çernobil’in etkisiyle bile yedi milyon insanın doğrudan etkileneceği nükleer enerji dünyanın en tehlikeli enerji kaynağı. Ayrıca silahlanma açısından da büyük bir tehdit. Bakanın bu tehditlerden hiç bahsetmeden, yalnızca kalkınma önceliğini gündeme getirmesiyse kapitalist sistemin insan hayatını ne kadar dikkate aldığını gösteriyor.
ABD elçisi geldi
Bu arada, uzun zamandır İran’ı nükleere yöneldiği için tehdit eden ABD’nin Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu temsilcisi Gregory Schulte, tam da bakanın bu açıklamayı yaptığı gün Ankara’ya geldi. Temsilci İran için “İran’ın nükleer faaliyetlerinin masum olmadığı artık ortada” şeklinde bir açıklama yaptı.
Peki bu ikiyüzlülük neden? Bir yandan İran’a nükleer enerji yüzünden tehditler savuracaksın, öte yandan, müttefik olarak gördüğün ve İran’a saldırıda üslerini kullanmayı plandığın Türkiye’nin Enerji Bakanı, hem de aynı gün, nükleer enerji santralleri kurmaktan bahsedecek.
Madem İran sırf bu yüzden tehdit ediliyor, sınır komşusu Türkiye’ye neden ses çıkarılmıyor? Yarın ABD Türkiye’ye de saldırmak isterse sayın bakan bugünkü sözlerinin sorumluluğunu taşıyabilecek mi?
Son dakika
Sosyalist İşçi matbaaya giderken toplanan hükümet nükleer santralların her halükarda yapılacağını ve gerekirse ihale edilmeyip kamu kuruluşları tarafından inşa edileceğini açıkladı.
Küresel Eylem Grubu
[email protected]


Radikal gerçekten 'radikal' mi?
Radikal gazetesi Türkiye'deki büyük basın içerisinde nispeten solda yer alıyor. Sol liberal bir yayın organı denilebilir. Pek çok konuda diğer yayın organlarından daha ilerici tutum alıyor.
Örneğin Susurluk kazasından sonra ortaya saçılan kirli ilişkilerin bir kısmı bu gazete sayesinde kamuoyunun gündemine girebildi. "Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık" eylemine destek verdi.
Kimi yazarları, gazetenin genel politikasından daha solda yer alıyor. Savaş karşıtı harekete açıktan destek veriyor. Seminerlere, panellere konuşmacı olarak katılıyor, savaş karşıtlarının yüreğine su serpiyorlar.
Yolsuzlukların üzerine en çok gidenler arasında en fazla Radikal yazarları bulunuyor. Ayrıca, hazırladıkları dizi yazılarla, azınlıklar gibi, toplumsal yara haline gelmiş konulara çare arayanlara bir tartışma zemini sunuyorlar. Örneğin, son günlerde yayınlanan Aleviler dizisi gibi yazı dizileri bu sorunlara bir nebze olsun çözüm önerileri sunabiliyor.
Bunları 'Avrupa Birlikçiliği' perspektifiyle yaptıkları öne sürülebilir. Ya da, örneğin Alevî meselesini gündemde tutmaları, gazete sahibinin de Alevî olmasına bağlanabilir. Ama yine de işe yarar tutumlar oluyor bunlar genelde.
Ancak Radikal gazetesi, sonuç olarak, burjuva medyası sınırları içinde kalmaktan kurtulamıyor. Bu da, hadi ikiyüzlülük demeyelim ama, bir çifte standart durumu yaratıyor. Son günlerin gündeminde yer alan bir olayda bu olgu çok net göze çarptı.
Bilindiği üzere Ermeni Konferansı'nın ertelenmesine karşı çıkanlar arasında bazı Radikal gazetesi yazarları da vardı. Daha sonra bu yazarlar hakkında dava açıldı. Yazarlar dava duruşmasına giderken ülkücü faşistler dışarıda her zamanki saldırganlıklarıyla protesto gösterisi yaptılar.
Ertesi günkü Radikal'in manşeti "Ülkücüler terör estirdi" oldu. Buraya kadar bir sorun yok. Bu başlık gayet iyi. Sorun Radikal'in, ülkücü faşistlerin daha önceki gösterilerinde neden bu manşeti atmadığı.
Ermeni Konferansı yasaklansın diye gösteri yapanlar ülkücü faşistler; konferans toplandığında kapıda uluyan yine ülkücü faşistler… Ee, o zaman!?
İnsan, "Acaba Radikal böyle manşetleri atmak için, yani ülkücü faşistlere ülkücü faşistler demek, kimliklerini kamuoyuna açıkça duyurmak için, hep kendi yazarlarının duruşmasında terör estirmelerini mi bekleyecek" diye sormaktan kendini alamıyor.
Bu çifte standardı uygulamaktan vazgeçerlerse Radikal yazarlarının duruşmalarında "terör estiren" ülkücü faşistlerin karşısına, o yazarları savunan insanların çıkması da daha kolay hale gelir.
Zeynep YILMAZ


Mardin’de mayın temizleme ihalesi
Türkiye’de devlet 20 yıl boyunca Kürt halkına karşı kirli bir savaş yürüttü. Bu kirli savaşta pek çok silahın yanısıra, yalnızca sınır boylarına değil, sivil insanların geçiş yolu olarak da kullandığı bölgelere kara mayınları döşendi.
Kara mayınları bugüne dek yüzlerce insanın canını aldı, binlercesinin kolunu bacağını kopararak sakat bıraktı. Şimdi, savaşın görece yatıştığı bir döneme girildiğinden olsa gerek, devlet bu kara mayınlarını temizlemeyi planlıyor.
Temizlik için bir ihale açıldı ve iki yerli bir yabancı firma ihaleye girdi. Yani devlet önce mayınlara para ödüyor, sonra kendi eliyle döşediği mayınları toplatmak için bir kez daha para ödüyor. Üstelik mayınları temizlemenin maliyeti yerleştirmekten daha fazla. Silahlanmanın nasıl bir saçmalık olduğunu gösteren güzel bir örnek bu aslında.
Bu faaliyetin bir yönü daha var. Daha önce devlet mayınları yerleştireceği toprakları istimlak etmiş, yani bölgede çiftçilik yapan insanların topraklarına el koymuştu. Şimdi bu topraklar ihaleyi kazanan firmaya 49 yıllığına teslim ediliyor.
Yani yörenin zaten yoksul olan çiftçisi açlığa mahkum ediliyor. Mardin Ziraat Odası ise yapılan uygulamanın haksızlık olduğunu ve toprakların yeniden hak sahiplerine iade edilmesini istediklerini duyurdu.


Komplo teorileri
Yarının öcüsü değil, bugünün işçi düşmanı
Recep Tayyip Erdoğan, kadın erkek işçilerin ve yoksulların anasını ağlatmakla kalmıyor; artık analara küfür de etmeye başladı.
Bu kez bir çiftçi başbakandan azar işitti. Hem de ne azar! "Ananı da al git buradan, terbiyesizlik etme!"
Türk-İş kongresinde işçileri beleşçilikle, KESK eylemine katılan kamu çalışanlarını teröristlikle suçlamıştı.
Polisin, bana mısın demeden, tekme, yumruk, cop, panzer ve biber gazıyla saldırdığı öğretmenlerin eylemini yasa dışı ilan etmiş ve polisi haklı bulmuştu.
Tıpkı, aynı polisin dünya kadınlar gününde saçlarından yerlerde sürüklediği kadınları, provokatör olmakla itham etmesi gibi.
Başbakan, SEKA işçileri, özelleştirmelere ve işsizliğe karşı çalıştıkları işyerlerini işgal ettiklerinde, sabrının sınırının zorlandığını beyan etmişti.
Recep Tayyip'in bir sabır problemi var!
Bazılarının ağrı eşiği düşük olur, başbakanın sabır eşiği düşük.
Bu sabırsızlık terbiye sınırları dışına çıkan başbakanın ve partisi AKP'nin takıye yapmadığını da kanıtlıyor.
Statükocular, milliyetçiler, her tondan kemalistler ve giderek bilcümle laik-yurtsever cephe mensubu, ısrarla, AKP'nin takıye yaptığını anlatıyor.
Bu teoriye göre, bugün görmüyoruz ama Erdoğan'ın sırtında aslında kara bir cüppe var.
Farkında değiliz ama sımsıkı elinde bir tespih gizli.
Belki bugün değil ama yarın, çember sakal uzatması yakındır.
Başlarında sarıkları, ellerinde tespih, sırtlarında cüppeyle, aslında çember sakallı mollalardan ibaret olan bu insanlar, gününü bekliyorlar.
Neyin?
Laik cumhuriyeti devirmenin.
Gizli işaret bekleniyor, o gün geldiğinde kadınlar türbanlarını cüretkârca takıp tüm " kamusal alan"ları işgal edecekler.
Atatürk'ün laik işaret parmağının işaret ettiği muasır medeniyet tüm heybetiyle, takıyecilerce çökertilecek.
Başını İşçi Partisi ve CHP'nin çektiği bu paranoyak teori hiçbir zaman doğrulanmayacak.
Çünkü yanlış.
Çünkü bu teori, hepimizi aldatmaya çalışan zavallı bir statükoculukla malul.
İktidara geldiğinden beri AKP'nin takıyesini açığa çıkartmaya çabalayarak bir öcü yaratanlar, gerçek AKP öcüsünü görmemizi engelliyorlar.
Gerçek AKP: İşçiye, çiftçiye, kamu çalışanına küfür eden AKP.
Kadınları, gençleri provokatör ilan eden AKP.
Öğretmenleri terörist, anadilini konuşmak isteyenleri bölücü ilan eden AKP.
Gerçek AKP sağlığı, eğitimi paralı hale getiriyor.
Kazanılmış sosyal hakları çökertiyor.
Özelleştiriyor, satıyor, pazarlıyor.
Sendikal özgürlüklere kulağını tıkayıp, yüz binlerce öğretmenin örgütlü olduğu sendikayı kapatmaya çalışıyor.
Bir milyon kişi aç! Milyonlarca emekçi işsiz. 15 Milyon kişi günde iki dolarla geçinmek zorunda.
Küresel sermaye ve Türk büyük sermayesi memnun. IMF ve TÜSİAD memnun. Çünkü AKP onların partisi.
Şeriatçı değil, neo liberal politikaların partisi.
Yarının öcüsü değil, bugünün işçi düşmanı.