Sosyalist İşçi 249 (21 Şubat 2006)

 

Sayfa 10 :

Yalancının mumu yatsıya kadar yanar
Tolga ŞİRİN

1989'da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bu yana, insanlık tarihi açısından denizde bir kum tanesi sayılabilecek kadar zaman geçti. Tarihin artık nihayete erdiği ve kapitalizmin dünyanın mukadderatı olduğu söyleniyordu. Patronların bu mumu yatsıya kadar bile yanamadı.
Geçtiğimiz günlerde Caracas'ta yapılan Dünya Sosyal Forumu bu yalanı bizlere tekrar hatırlattı ve mumu söndüren sol rüzgârı şiddetlendirdi. Kapitalizm küresel krizini aşamazken, emperyalizm Irak'ta bataklığa saplanmışken, Latin Amerika'dan yükselen sınıf hareketi ve esen sol rüzgar bizleri motive etti. Bu coşku ve umudu paylaşmamak olmaz. Ancak bu coşku bazı gerçekleri görmemize engel olmamalıdır.
Unutmamalıyız ki Stalinist Rusya birçok devrimci ve işçi açısından umut ve inancı ifade ediyordu ve sosyalist olduğu iddia edilen devlet kapitalisti rejimin yıkılmasıyla, o emekçiler ve devrimciler savruldular ve şaşkına döndüler. O halde bugün tarihten ders alınmalı ve aynı yanlışlara düşülmemelidir.
Tarihte sözde sosyalist olan ve sosyalizmi tahrip eden çok fazla kişi ve hareket mevcut. Bugün Latin Amerika'da yükselen sınıf hareketi ve sol dalgayı desteklemek ve gelişmesi için çalışma-nın yanında, aşağıdan sosyalizm geleneğine inananların sormaları gereken bir soru var. Kır-mızı kazak ve atkı giyen, sıkılı yumruğunu kaldıran, sosyalist olduğunu iddia eden Hugo Chavez acaba gerçekten bir sosyalist midir?
Chavez tevatürleri
Bir çok "sosyalist" Venezü-ella'da bir devrimin gerçekleştiğini savunuyor. Bolivar 2000, Casiquire 2000 ve WASP programlarının içeriğinde olan sağlık ve okuma-yazma eğitimi çalışmaları birer reform, hatta devrim olarak ileri sürülüyor. Chavez' in ABD'ye kafa tuttuğu ve "onurlu bir lider" olduğu söyleniyor. Devletleştirmelerin var olmasının sosyalizme geçiş anlamına geldiği söyleniyor. Sosyalistim diyen bir liderin iktidarda olması sosyalizmdir deniyor. Soldaki bu tarz söylentilerin listesini arttırılabiliriz.
Dün cuntacı bugün devrimci
Öncelikle şu hususu belirtmekte yarar var. Venezüella'da belli başlı gelişmelerin olduğu açıktır. Ancak bu kazanımların Chavez'in sosyalistliği sayesinde olduğunu söylemek yanlış olur. Çünkü eski darbeci Chavez, Asya krizine kadar hem “milli” burjuvazisi ile hem de uluslararası sermaye güçleriyle ılımlı bir hattı izliyordu.
Yine Asya krizinden önce hiçbir sosyal uygulamaya yanaşmıyordu. Ancak Asya krizinden sonra yuvarlanılan uçurumdan kurtulmak için dayatılan IMF politikalarına karşı duran ve direnen kitle hareketinin söylemlerini (o zamana kadar sahiplenmezken) sahiplendi ve yeniden iktidar oldu.
Dahası yıllardır askeri darbe, açlık ve yoksullukla boğuşan emekçilerin aradığı çıkış, refor-mist bir liderin sola dönük söy-lemiyle buluştu ve %58’lik bir iktidar potansiyeline tekabül etti.
Söz konusu kazanımların sebebi dünyanın ve özellikle Latin Amerika’nın her yerinde verilen neo-liberalizm karşıtı mücadelenin yarattığı basınç ile ortaya çıkmıştır.
Venezüella işçi sınıfı kapitalist devlete karşı mücadelesinden reformlar koparabilmiştir. Söz konusu reform programları kitleler açısından yeterli değildir.
DSF'de doğruyu söyler, Venezüella'da şaşar
Chavez geçen seneki ve bu seneki Dünya Sosyal Forumu kapanış konuşmalarında kapitalizmin yıkılması (reforme edilerek değil) gerektiğini söylemesine rağmen, işçi sınıfı iktidarından ve özel mülkiyete ilişkin tartışmalardan hızla kaçınmaktadır.
Toprak ağalarına karşı görünmesine rağmen Chavez, toprak reformuna yanaşmamaktadır. Özel mülkiyete ilişkin net bir tavır takınmamıştır.
Venezüella'da finans kapital ile arayı açmamak adına bankaların özel sektörün elinde kalmasına göz yumulmaktadır.
Chavez, Venezüella'nın "milli burjuvazisi" ile mümkün oldu-ğunca karşı karşıya düşmekten kaçınmaktadır. İktidara gelmeden önceki söylemlerinin tersine halk milisleri örgütlenmesini rafa kaldırarak bilakis hükümetin tamamını asker ve polislerle doldurup, bürokrasiyi kuvvetlendirmektedir.
Rusya'da devlet kapitalizmi, Venezüella'da…(?)
Peki bunların yanında hiç mi olumlu şey olmamıştır? Tabii ki belli gelir kalemlerinden kamuya olan harcama arttırılmıştır. Ancak burada eğer sosyalist bir devletten bahsedeceksek, zaten mevcut petrol ve kaynakların işçi sınıfının olması gerekir ve bir devlet belli gelirleri kamuya aktardığında sosyalizm sıfatını kazanamaz
Sosyalist devletin iki temel özelliği vardır. Birincisi, özel mülkiyet ortadan kaldırılır; ikincisi, iktidar işçi meclislerinin elindedir.
Rusya'daki devlet kapitalizminde, özel mülkiyet göreli kalkmış olsa da iktidar işçilerin elinde değildi ve mevcut bürokratik iktidar kapitalist üretim ilişkisinin devamlılığını sağlayarak devletleştirilmiş mülkiyeti gerici kılmıştı. Kapitalizm devlet tekelin-de artı değer sömürüsüne devam etmişti.
Venezüella'da ise iktidar Chavez ve cuntacı ekibindedir. Özel mülkiyet mevcudiyetini korumaktadır. Sosyalizmin temel karakteristiğinden çok uzak olan bu yönetime, bazı solcularca böylesi abartılı manalar yüklenmesi, 80'li yıllardan bu yana çok büyük kazanımlar elde edemeyen sınıf hareketinin her kazanımının, coşku ve heyecanla, devrim olarak görülmesinden kaynaklanıyor.
Chavez devrimci değildir
Latin Amerika'da reformlar kazanılıyor ama iktidar milliyetçi ve reformisttir. Chavez aşağıdan bir örgütlenme ve işçi sınıfı mücadelesi içinde gelişmiş bir önder değildir. Başarısız "sol darbe" girişimleri yüzünden ordudan tasfiye edilmiş milliyetçi bir askerdir. Küba'nın diktatörü Fidel Castro'ya asker selamı çakan ve onu örnek aldığını söyleyen, ulusal kalkınmacı bir modelle reformizmin sınırları çerçevesinde "solcu" vizyona sahip bir asker…
Bizler biliyoruz ki işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseridir ve sınıfın yerine kendini ikame eden kurtarıcılara ihtiyacı yoktur.
Dünyanın 5. büyük petrol rezervi
Ancak Chavez diğer Latin Amerika ülkelerinde iktidara gelen reformistlerden biraz daha şanslı, çünkü ülkenin petrol rezervi dünyanın 5.inci büyük petrol rezervidir.
Bu sayede popülist de olsa geçici bir süre sosyal devlet (ancak bu kadar) uygulamalarına devam edebilecektir.
Venezüella ihracatının %80’i petrole dayanmakta ve petrol hükümet bütçe gelirlerinin %50'sini, ülke gayri safi yurtiçi hâsılasının da %30'unu oluşturmakta.
Satılan petrol ABD'nin petrol ihtiyacının %15’ini karşılıyor. Asya krizinden sonra uluslararası finans kapitalle arasının bozulmasıyla Chavez, ulusal finans kapitale gereğinden çok değer addetmiş ve yüksek faiz-lerle girdiği iç borçlarla (bankalardan) sosyal yatırımları karşılamaya çalışmaktadır.
Bunun sonucu olarak mevcut kamu borcu, dört yılda, milli gelirin 37’sine karşılık gelen 2 milyar dolardan 27 milyar dolara tırmanmış. İç ve dış borç bu hızla arttığı için Chavez milli bankalarla arasını bozamayacak duruma gelmiştir.
Bu durum özel mülkiyet ve uyguladığı sosyal politikasının sınırını bize göstermektedir. Özetle bu politika iki ucu kirli değnek olan bir durum yaratmıştır.
Bir yandan "sol milliyetçi" bakış açısıyla milli sermayeye önem atfeden ve temel kapitalist ilişkile-re dokunmamaya çalışan tutum, bir yandan da işçi sınıfının çıkarına bir ekonomi düzenleme iddiası kaçınılmaz bir krize neden olacaktır.
Reformist politikaların iflas etmesi kaçınılmazdır ama petrol rezervlerinin büyüklüğüyle orantılı olarak, bu politikaların biraz daha hayatta kalması söz konusu olabilecektir.
Reformizmin krizleri
Petrolün cazibesi ve Chavez iktidarının bazı çıkışları ABD'nin pek hoşuna gitmemektedir. ABD'ce örgütlenen olası bir darbe girişimine tekrar şahit olmamız da ihtimaller dahilindedir.
Chavez bundan korunmak için de asker bürokrasisini ve askerlerin politikaya katılımını yoğunlaştırmakta. Bu ikilem de bir başka çıkmazı ortaya koymaktadır: Bir yanda darbe tehlikesi, bir diğer yanda da sosyalist olma iddiasına ve halka rağmen devlet ve askeri bürokrasiyi güçlendirmek… Bu ikilemin aşılması da zor görünüyor.
Bütün bu hususlar bize tek ülkede sıkışmış politikaların çıkmazlarına karşı sürekli devrimi, reformizmin krizine karşılık devrimci ayaklanmanın önemini hatırlatmaktadır.
ABD darbesine hayır! Aşağıdan Venezüella'ya evet!
Son olarak unutmamak gerekir ki Latin Amerika'daki kitle hareketinin önemi gün be gün artmaktadır. Ve bölgedeki gelişmeler devrimci olasılıkları ortaya çıkarmıştır.
Neo-liberalizme karşı direniş artmaktadır ve bu mücadele Irak savaşıyla bağlantılı biçimde kaçınılmaz bir öneme sahiptir.
Yakın gelecekte ABD'nin darbe girişimlerine veya reformist politikaların iflasıyla ortaya çıkabilecek havaya rağmen, daha bugünden, hem Latin Amerika'da hem de diğer dünya ülkelerinde aşağıdan mücadelenin devrimci potansiyeline ve enternasyonalist birlikteliğine güvenmek gerekir.
Güvenmenin de ötesinde her yerde yeni kampanya-lar örgütlenmeli, Irak’taki zayıf halkayı kırabilmeli-yiz. Irak direnişinin ve dünya savaş karşıtı hare-ketinin her kazanımı aynı zamanda neo liberalizme; IMF'ye, özelleştirmelere, sosyal saldırılara karşı her kazanım da aynı zamanda emperyalizme atılan bir tokat anlamına geldiğini unutmamalıyız.
Bugün çok daha rahat şunu söyleyebiliriz: Başka bir dünya mümkün ve tek yol devrim!