Sosyalist İşçi 249 (21 Şubat 2006)
"Morales için
iki kere çok yaşa"
Immanuel WALLERSTEIN
Evo Morales'in Bolivya başkanı seçilmesi Latin Amerika'nın ne kadar sola gittiğine ya da daha doğrusu, Latin Amerika'da (ya da başka bir yerde) "solda olmanın" ne anlama geldiğine dair kapsamlı bir tartışmayı uyandırdı. Bana göre, Morales'in seçim zaferini değerlendirmenin dört farklı politik sosyolojiyi yansıtan dört farklı yolu vardır.
Bir tarafta, Morales'in seçilmesini hevesle selamlayan büyük bir grup Latin Amerikalı sol entelektüel ve onların dünyanın diğer yerlerindeki sempatizanları var.
Bunlar durumu şöyle analiz etmekte: Morales bir Aymara'dır, yani nüfusun %60'ından fazlasının yerli olduğu Bolivya'da başkan seçilmiş ilk yerlidir. Bu, toplumsal ve politik bir zafer, hatta bir sosyal devrim ve her halükarda sosyal adalet demektir. Morales'in kendisi de resmen başkanlık görevine başlamadan önce geleneksel bir İnka töreninde yer alarak bu unsuru vurgulamıştır. Bunun yanında, Bolivya'nın yerli nüfusu onun seçilmesini sevinçle karşıladı.
Fakat Morales kampanyasında aynı zamanda ekonomik konulara değindi. Koka üretimini yok etme amaçlı ABD onaylı programa karşı çıktı. Suyun özelleştirilmesine karşıydı ve doğalgaz kaynaklarının sömürülmesi için yabancı firmalarla yapılmış sözleşmelerin yeniden pazarlık konusu yapılmasındansa gaz yataklarının ulusallaştırılmasını talep etti. Bunlar, son on yıldır Bolivya'nın gündemini oluşturan konulardır. Morales yeni kabinede, bu konulardan sorumlu olarak halk mücadeleleriyle tanınan kişileri görevlendirdi.
Son olarak jeopolitik bir taahhüt vardır. Morales, ABD emperyalizmine saldırdı. Seçilmesinden sonra ilk uluslararası ziyaretlerini, liderleri tarafından sıcak şekilde kucaklandığı Küba ve Venezüella'ya yaptı. Daha sonra, yine heyecanla kabul edildiği Fransa, Çin, Güney Afrika ve Brezilya'ya uçtu.
Bununla birlikte, bir de Morales'e açık bir soğuklukla yaklaşan daha küçük bir grup Latin Amerikalı entelektüel ve aktivist vardır. Onu, son beş yıl içindeki hiçbir halk hareketine/mücadelesine (koka çiftçileri hareketi dışında) liderlik etmemiş fakat diğerleri dövüşüp kazandıktan sonra dikkatlice masaya oturmuş biri olarak görüyorlar. Onu, Bolivya'nın kaynaklarını gerçekten ulusallaştıracak biri olarak değil, sadece kiraların artırılmasıyla yetinecek biri olarak ve yeni bir Lula, yani sosyal konularda halkın beklentilerini karşılamada başarısız olacak biri olarak görüyorlar.
Sonra, aslında ilk grubun analizlerine katılan ABD sağı geliyor. Bunlar Morales'i Chavez'e hizmet eden, ABD karşıtı düşünceyi kışkırtacak ve yabancı yatırımları engelleyecek tehlikeli bir uşak olarak görüyorlar. ABD hükümeti önceki seçimde, Morales'in seçilmesi halinde Bolivya'ya tüm yardımı kesmekle tehdit etmişti. O zaman Morales seçilmedi. Fakat bu kez, ilk turda %54 gibi afallatıcı bir oy alınca, ABD hiç mutlu olmasa da resmi olarak sessiz kaldı.
Ve daha sonra, ikinci grupla tabii ki aynı görüşten olmasalar da bu gruba temelde katılan, solcu olmayan Latin Amerikalı entelektüeller gelir. Seçimlerden sonra, Peru'dan Mario Vargas Llosa ve Meksika'dan Jorge Castaneda'nın, Morales'in bir Chavez'den çok bir Lula olacağını ve bu nedenle ABD hükümetinin düşmanlığının dozunu ayarlayarak ona yaranmaya çalışması gerektiğini savunarak ikinci gruba katılan op-ed yazılar yazmaları dikkat çekicidir. Financial Times da bu çizgidedir.
Morales'in seçilmesi, son yıllarda Latin Amerika genelindeki tüm seçimler bağlamında düşünülmelidir. Sadece Brezilya'da Lula ve Venezüella'da Chavez değil, Uruguay'da Tabare, Arjantin'de Kirchner, hatta Şili'de Bachelet, bunların yanında Meksika'da bu yıl seçim olursa Lopez Obrador, ve belki Nikaragua'da Ortega. Bunların hepsi, ABD'nin, sonuçlarından mutsuz olacağı seçimler. Bu örneklerin her birinde Washington, daha muhafazakâr bir muhalifi tercih ederdi. Şurası kesindir ki, seçilenlerden hiçbiri bir Che Guevara değildir. Fakat bunların toplamı Latin Amerika'yı aşırı sola olmasa da sola taşımaktadır.
Radikal sola değil de merkez sola gidiş gerçekten solun zaferi sayılabilir mi? Bu, eğilimin hız kazanıp kazanmadığına göre değişir. Ve bir miktar da Latin Amerika'nın ötesinde, uzaklarda -Ortadoğu'da, Avrupa'da, Birleşik devletlerin kendisinde- neler olduğuna bağlıdır. Evo Morales göreve başlarken yaptığı çok açık sözlü ve militan konuşmasıyla görkemli bir başlangıç yaptı. Latin Amerika'da ya da diğer yerlerdeki solcular için, Morales'in zaferi iki kere çok yaşa denecek bir olay. Ve Morales'in tasarladığı programı gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini görmek için bekleniyor ki, gerçekleştirirse üçüncü "çok yaşa"yı da alacak.
Bu yazı www.sendika.org'dan
alınmıştır
Bolivarcı devrimin
kalbindeki iki olasılık
Mike GONZALES*
Hugo Chavez, ilk kez Venezüella'nın başkanlığına seçildiğinden bu yana geçen 7 yıl içerisinde 3 farklı olayla karşılaştı. Her fırsatta denenen askeri darbeler, patronların basıncı ve başarısızlığa uğramış bir karşı referandum. Chavez, onu savunan sıradan Venezüellalıların yarattığı büyük hareket ile her defasında zafer kazandı.
Bütün bunlarda kaçınılmaz bir mantık var. Chavez Bolivarcı devrimde önemli yollar kat etti. Ancak bu zafer, büyük yığınların hareketinin yarattığı basıncın sonucu olarak, sağın geriye çekilmesiyle mümkün oldu.
Daha önceleri Chavez Bolivarcı devrimin sosyalist olduğunu söylemişti. Bu, Bolivya ve Ekvador gibi bir çok ülkede, kitleleri cesaretlendirdi.
Petrol fiyatlarındaki artıştan sağlanan büyük gelirler, sosyal programlara aktarılarak sağlık ve eğitim geliştirildi ve yine toprak reformları örgütlendi.
Endüstrinin önemli bir kısmı yerel kişilere devredildi ve yeni televizyon istasyonları kuruldu. Bütün bu olan bitenler Bolivarcı devriminin gözüyle televizyona aktarıldı.
Ancak bunun yanında Venezüella bankaları özel mülkiyetin elinde kaldı ve bu bankalar devletin dış borçlarından nemalandılar.
Toprakların ve fabrikaların özel mülkiyeti Chavez için korkutucu görünmüyordu. Ayrıca sağın etkisinde bulunan medya şirketlerine de dokunulamıyordu. Böylece Chavez eski Venezüella politikalarını "yıkan" böyle bir hükümetin içinde geçmişte bazı ayrıcalıklara sahip olan kimi unsurları da tutabildi.
Chavez'e olan destek kesintisiz biçimde, gitgide büyüyerek sürerken kitle örgütleri de büyüdü. Sıradan insanlar ve kitle örgütleri Bolivarcı devrimin içinde yaşanan hayal kırıklığı ve hoşnutsuzluğu, sınırlı da olsa dışarı vurmaya başladılar.
Bu güçler "devrimin" içinde hareket kabiliyetine sahip değil. Çünkü iktidar kitlelerin değil, hükümetin elinde.
CTV (Venezüella İşçi Konfederasyonu) ile UNT'nin (Ulusal İşçiler Birliği) yaptığı tasfiye ve ikame tartışması çok acil bir tartışmadır. CTV Chavez'in 1998 yılında verdiği sözleri tutmadığı gerekçesiyle yoğun muhalefet yapmış bir sendika. UNT, CTV'nin petrol sektöründeki sabotaja verdiği desteğe tepkinin ürünü olarak kurulmuş ve bir anda 1 milyon üyeye ulaşmış bir sendika.
Haziran ayında yapılan toplantıya UNT'den 400 delege katıldı. Delegeler, sosyalist bir sürece geçilmesi için, iktidarın işçi sınıfının eline geçmek zorunda olduğunu savundular.
Ancak bu tartışmada tabii ki sosyalizme başka bir anlam yükleyen ve bu doğrultuda perspektif savunanlar da var: Unutulmamalı ki, İspanya başbakanı Zapatero da Chavez'in destekçisi olduğunu söylüyor ama onun sosyalist partisi kapitalist bir reformun ve sermayenin destekçisidir.
Venezüella devrimi içinde sosyalizmin iki olasılığı mevcut. Birisi kapitalizmi reformlarla ıslah etmek ve insanileştirmeye çalışmak. Dünya sermayesiyle bağlantıyı koparmadan daha güçlü biçimde dünya pazarında rekabete girişmek.
Diğer olasılık ise üretenlerin, kaynakları doğrudan yönettiği, kontrol ettiği ve hiçbir özel mülkiyetin milyonların yaşamlarını şekillendirmediği bir olasılıktır. Bu iki olasılık arasındaki savaş Bolivarcı devrimin gerçeğidir.
Çeviren:Tolga Şirin
Kaynak: Avusturya'daki kardeş gazetemiz olan Linkswende.
(*)
İskoçya Sosyalist Partisi üyesi olan ve Glasgow Üniversitesinde İspanyolca/Latin Amerika Kültürü Profesörü olan Mike Gonzales'in Türkçede Z Yayınları'ndan çıkan "Küba, Kastro ve Sosyalizm" isimli bir kitabı bulunmaktadır.