Sosyalist İşçi 250 (10 Mart 2006)

 

Sayfa 6-7: Orta Sayfa

İslam korkusu, Irak, İran ve ABD

Irak’a karşı sürdürülen kampanya şimdide İran’a karşı sürdürülüyor
ABD yönetimi her gün İran’ın nükleer silah yaptığı doğrutusunda açıklamalar yapıyor.
Birleşmiş Milletlerde de yoğun bir propaganda kampanyası sürdürülüyor. ABD bu kez mümkün olursa İran’a saldırısını Birleşmiş Milletler ile perdelemek istiyor.

Bush ve çetesinin İran’ı bombalama olasılığı her geçen gün artıyor. Son olarak Birleşmiş Milletler’deki ABD Büyük elçisi John Bolton Washington’ı ziyaret eden bir grup İngiliz milletvekili ile yaptığı görüşmede ABD’nin planlarını ayrıntılı bir biçimde açıkladı.
İngiliz milletvekili Eric Illsley’e göre John Bolton “Değişik noktalarıvurabiliriz. Nükleer programlarını bozmak için sadece bir parçasını vurmak yeterli olacaktır.” dedi.
John Bolton Vush tarafından geçen Mayıs ayında Birleşmiş Milletler’e Büyükelçi olarak atanan bir yeni muhafazakâr.
Bolton geçtiğimiz hafta İran’a karşı yoğun bir faaliyet içinde olan siyonist Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi’nde de konuştu. Burada yaptığı konuşmada “İran’ın oluşturduğu tehlikeye karşı ne kadar çok beklersek sorun o kadar zor çözülür bir hale gelecektir” dedi.
Daha sonra “ABD İran’ın nükleer programını durdurmak için elindeki bütün araçlarıkullanacaktır” diye ekledi.
Bu arada ABD Savunma Bakanlığı İran’a karşı yapılacaları saptamak için yeni bir bölüm kurdu.
Geçen hafta bir İsrail gizli servis elemanı bir İngiliz gazetesine verdiği demeçte İsrail gizli servis elemanlarının daha şimdiden İran’ın nükleer tesislerini tesbit etmek için operasyonlar yaptığını açıkladı.
İran’a karşı Beyaz Saray’ın yürüttüğü propaganda savaşı bütünüyle daha önce Irak’a karşı sürdürülen kampanyaya benziyor.
Üç yıl önce olduğu gibi bugün de ABD önderliğindeki bir saldırının meşrulaştırılması için bir yandan Birleşmiş Milletler’de yoğun bir diplomatik kampanya sürdürülüyor. Diğer yandan ise kitle imha silahlarına dönük yoğun bir çarpıtma kampanyası var.
Time dergisine göre Bush daha önce Colin Powell’ın Irak için yaptığı gibi CİA’nın hazırladığı bir raporu Birleşmiş Milletler’e kaynak olarak sunmaya hazırlanıyor. Bilindiği gibi CİA’nın BM’ye sunduğu kitle imha silahları ile ilgili rapor bütünüyle sahteydi.
İngiliz hükümeti ise Beyas Saray’a görer İran’a saldırmak konusunda daha az istekli. Ama gene de Blair son dakikada tutumunu değiştirerek bir saldırıda ABD’nin yanında tutum alabilir.

İran için senaryolar
İran’da uygulanmak istenen senaryo biraz Afganistan’ı andırıyor.
Bir taraftan Şahlık rejiminin kalıntıları ve bua rada Mücahidin adlı örgüt besleniyor. Mücahidin “ılımlı İslamcı” bir örgüt.
Şahlığa karşı da mücadele ede Mücahidin daha sonra da şimdiki rejime karşı mücadeleye girdi. Önce Irak’ta Saddam’ın desteğini aldı. Ardından İran-Irak savaşında ABD’den de aldığı destekle savaşa Irak’ın yanında katıldı. O sıralarda “kurtarıvcı” olarak tanınmaktaydı.
Şİmdilerde ise çeşitli Avrupa ğlkelerinde ABD’nin İran’a saldırmasına karşı çıkan savaş karşıtlarına saldırıyorlar.
Diğer taraftan ise İran’ın azınlıkları kışkırtılıyor. Azeriler, Kürtler, Beluciler, Türkmenler ve Araplar İran’da çoğunluk Acemlerin yanı sıra yaşıyorlar.
Bu azınlıkların hepsinin toprak bütünlüğü olan yaşadıkları alanlar var.
ABD şimdi azınlıkları İran rejimine karşı kışkırtıyor. Aynen Afganistan’da olduğüu gibi.


Asıl emperyalistler nükleer silahlardan arınmalı

İran’ın nükleer silah yapmaya hazırlandığını ileri süren ABD buna izin verilmemesi gerektiğini söylüyor. İran ise silah yapmadığını nükleer santral yapmak istediğini söylüyor.
Bu arada dünyanın en büyük nükleer gücü bilindiği gibi ABD. Aynı şekilde en büyük nükleer enerji kaynağına sahip olan ülke de gene ABD.
Öte yandan ABD dünyada nükleer silah kulanan tek ülke. İkinci Dünya savaşı’nın sonunda Japonya teslim olmaya hazırlanırken ve bu ABD tarafından bilinmesine rağmen gene de ellerindeki nükleer silahı denemek isteyen ABD yetkilileri Hiroşima ve Nagasaki’ye atom bombası atarak yüzbinlerce insanı öldürürken çok daha fazlasını sakat bıraktılar. Bugün Japonya!da hala çok sayıda çocuk bu nükleer patlamalar nedeniyle sakat doğuyor ve kalıcı kalıtımsal hastalıklara sahip.
İran’ın nükleer enerji santralı kurmasına karşı çıkan ABD ve diğer emperyalist güçler önce kendi hesaplarını vermeli. Ardından ellerinde Nükleer silahları olan bütün ülkeler en kısa zamanda bu silahlarını imha etmeliler.


Karikatür, haçlı seferi ve İran
11 Eylül’den sonra dünyanın gündemine oturan politik olgu emperyalizmin “teröre karşı savaş” çılgınlığıdır.
Teröre karşı savaş diye önce Taliban ve El Kaide’nin hedef alındığı söylenerek Afganistan’a saldırıldı. Bu ülke işgal edildikten sonra sıra Irak’a geldi.
Irak’ın El Kaide’ye yataklık ettiği söylenmesine rağmen bu doğrultuda hiç bir delil bulunamadı.
Irak’a saldırmanın ikinci nedeni ise bu ülkenin elinde olduğu söylenen kitle imha silahları idi. Bugüne kadar Irak’ta bu konuda da hiçbir kanıt bulunamadı ve artık zaten bu iddianın sahte olduğu ABD ve İngiliz yetkilileri tarafından da kabul ediliyor.
Sıra şimdi İran’a geldi. İran’a karşı da ikili bir propaganda sürüyor. Bir yandan İran’ın nükleer silahyaptığı söylenirken diğer yandan da İran’ın başında mollaların bulunması bir neden olarak gösteriliyor. Bu nedenle Müslüman dünya bir bütün olarak eli silahlı terörist olarak gösterilmeye çalışılıyor. Bu çaba asıl olarak batılı dünyanın desteğini kazanmaya çalışılıyor.
Türkiye’de de benzer bir hava var. Solda yer alan birçok çevre politik İslamla yanyana gelmeyeceğini ifade ediyor. Bunlar “eylemlere politik islam katrılırsa biz yokuz” diyorlar. Bu “laik” solculara göre politik İslam’ın anti emperyalist olması mümkün değil. Onlar asıl olarak emperyalizmin ajanıdırlar.
Ne var ki yaşam bizim “laik” solcuları doğrulamıyor.
Sorun politik İslam’ın anti emperyalist olup olmaması olamaz. Sokaklara çıkan politik İslamcı kitleler “kahrolsun Amerikan emperyalizmi” diye slogana atıyorlar. Bizim “laik” solcular buna da kızıyor. “Emperyalizm sadece ABD değil” diyorlar. Bu doğru bir tebit ama bugün dünyaya hakim olma için saldıran güç Amerikan emperyalizmi. Bu, devrimcilerin ABD emperyalizmine karşı, zamanında Stalin rejiminin yaptığı gibi bir emperyaliste karşıu bir diğer emperyalistle saf tutmak anlamına gelmez.
Bugün kitleler gözünde saldırgan olan ABD’dir ve silahınızı ona doğrultmak zorundasınız. Ortada ABD emperyalizmi varken Japon emperyalzimini teşhir etmeye çalışmak ikincildir.
Bu nedenle politik islamcılar doğru yapmaktadır.
Öte yandan politik islam’ın tutarlı anti emğeryalist olmadığı açık. Kimse bunu beklememeli. Ancak bugün ABD emperyalizmine karşı direnen güçlerden birisi de onlar.
Bunun aksini düşünenlerin Irak dirfenişinden yana tutum alabilmeleri mümkün olamaz. Aynı şekilde yarın da İran’a saldırıldığında gene aynı sorun öne çıkacak.
Politik İslamla yanyana gelmek istemeyenler İran’ı savunamazlar. Irak dcirenişini ya da İran’ı savunamayanlar ise emperyalizme karşı tutum alamazlar. Solda duranlar açısından bu kabulü mümkün olmayan bir durumdur.
Peki ortada durma olanağı var mı? “Ne İran ne ABD rejimleri” gibi bir politik hat mümkün mü? Hayır değil. Çünkü saldırı sadece İran’a dönük değil. Saldırı sadece İslamcı rejimlere de dönük değil. Saldırı dünya hegemonyası için, petrol için ve bugün petrol zengini ülkelere saldırmak için kolay suçlama onların terörist olmaları ve bunun kanıtı da onların İslamcı rejimler olmaları.
İşte bu nedenle politik İslamla yanyana olmak gerekir.
Öte yandan karikatür krizi ile birlikte görüldü ki hem Batı Avrupa’da hem de dünyanın bir çok yerinde protesto için sokağa çıkan büyük yığınlar burjuvalar değil, tam tersine emekçi yığınlar.
Örneğin İstanbul’da yapılan mitinge 300 bin kişi katıldı. Bu gösteriye katılanların ezici büyük çoğunluğu ezilen gençler. Öfkelerini dile getiriyorlardı. Ezilmişliklerinin, yoksulluklarının öfkesi ile ayağa kalkmışlardı.
Sol bu yığını politik İslam’a bırakamaz. Bu yığını kazanmdan solun yığınsallaşması mümkün değil.
Bunu yapabilmek için de tek yol “birleşik cephe” politikası.
Birleşik cephe politikası asıl olarak devrimci solun reformist solun etkisindeki yığınlarıkazanmak için kujllandığı bir taktik. Burada söz konusu ettiğimiz özel bir birleşik cephe politikası. Özünde aynı şey.
Sol politik İslam ile eylem birliği yapmalı fakat eylem içinde politik islam’ın etkilediği büyük yığınlara asıl tutarlı olan anti emperyalist gücün kendisi olduğunu kanıtlamalı.
Bu arada anti emperyalizmin aslında aynı zamanda anti kapitalizm olduğunu da anlatmalı.
Ancak böyle yapıldığı takdirde Iark direnişinden yana ve İran’a saldırıya karşı tutum alınabilir. Aksi takdirde sekte bir tutum içinde kalınır. Türkiye solunun en büyük sorunu zaten sekterizmdir.
Sinan BULUT

 

,
GÖRÜŞ
Savaş ve sınıf

Oğlu Sherwood iki yıl önce Irak'ta ölen Celeste Zappala, Küresel BAK'ın 'Savaşsız Bir Dünya İçin Uluslararası Buluşma'sında yapacağı konuşmadan önce, Mazlum-Der'in basın için düzenlediği kahvaltıda oğlunun ölümünden önce de savaşa karşı olduğunu söyledi. "Niye?" diye sorulduğunda, "Ailemden böyle öğrendim" dedi, "Yoksul bir işçi ailesinin kızıyım ben". Kendisi de belediye işçisi.

Amerika'da üniversite eğitimi parasız değil. Varlıklı ailelerin çocukları parayı bastırıp okurken, yoksul çocuklar ya borçlanarak okuyor ya da hiç okumuyor. Celeste Zappala oğlunun da savaş karşıtı olduğunu söylediğinde, "O zaman niye asker oldu?" diye sordu gazeteciler. Sherwood'un üniversiteye 13 bin dolar borcu olduğunu, bu borcu ödeyebilmek için bir tür yerel sivil savunma gücü olan Ulusal Muhafızlar'a yazıldığını anlattı. Yazıldığında, "Korkma" demiş annesine, "Ulusal Muhafızlar savaşa gitmez. Doğal afetler, yerel sorunlar olduğunda halka yardım eder". Bush'un yasaları zorlayarak, Ulusal Muhafızlar'ı Irak'a yolladığını ve buna karşı çok büyük bir tepki olduğunu biliyoruz.

Geçen yılki Uluslararası Buluşma'ya katılan Amerikalı asker annesi Anne Roesler de, oğlunun üniversiteye gidebilmek için asker olduğunu anlatmıştı. Profesyonel orduda belli bir dönem görev yaptıktan sonra, sözleşme süresi tamamlanan askerler eğitim ve diğer kamu hizmetlerinden bedava yararlanabiliyorlar. Michael Roesler de bu nedenle asker olmuş.

Irak'ta asker bulunduran diğer büyük güce bakarsak, İngiltere'de Tony Blair'in başbakanlığı dönemine kadar, yüksek öğrenim parasızdı. Hatta sadece İngilizler için değil, yabancı öğrenciler için bile parasızdı. Blair'in ilk uygulamalarından biri, bu sistemi değiştirmek oldu. Şimdi, Amerika'da olduğu gibi, İngiltere'de de okumak için ya para ödemek ya da borçlanmak gerekiyor. Borç bulmak sorun değil. Yasalar uyarınca, belediyeler okumak isteyen herkese borç vermek zorunda. Ama yoksul ailelerin çocukları üniversiteyi bitirdiklerinde on binlerce sterlin değerinde bir borç yükü ile atılıyorlar hayata. İş bulamazlarsa, önlerindeki seçeneklerden biri de silahlı kuvvetler.

Uluslararası Buluşma'da, İngiltere'deki Savaşı Durdurun Koalisyonu başkanı Lindsey German Irak'ta şu ana kadar ölen 2300 Amerikan askerinin 100 tanesinin aslında Meksikalı olduğunu anlattı. "Allah allah, Meksika'nın Irak'ta askeri mi varmış?" diye düşünürken, izah etti. Amerikan hükümeti, Amerika'ya gelip orduya katılan Meksikalılara, görev süreleri bittiğinde Amerikan vatandaşı olma hakkını tanı-
yormuş. "Bu ne biçim hak? Amerikan olmayı kim ister ki?" demek kolay. Ama sınırın bu tarafında işsizlik ve yoksullukla cebelleşen mil-
yonlarca Meksikalı için, öte tarafa geçip iş bulmak (düşük ücretli, pis bir iş de olsa; ırkçılıkla karşılaşmak pahasına da olsa), açlıktan kurtulmak anlamına geliyor, en azından çocukları için yeni ve daha iyi bir hayat umudu anlamına geliyor.

Kısacası, Irak'ta ölen Amerikalılar, İngilizler, Meksikalılar kendi ülkelerinin yoksulları, işsizleri, borçluları, belediye işçilerinin çocukları. Her zaman olduğu gibi, bu kez de, savaşları çıkaranlar, savaştan kâr edenler başka, savaşlarda ölenler başka.

Roni MARGULİES