Sosyalist İşçi 253 (13 Mayıs 2006)

 

Sayfa 3 :

BAŞYAZI
Hareketin kimi sorunları
Yan yana iki tartışma uzun bir süredir hareketin saflarında yoğun bir biçimde ele alınıyor.
Bunlardan birincisi savaş karşıtlığı mı, yoksa yeni liberal saldırılara karşı direniş mi hareketin merkezi vurgusu olmalı sorusu. Özellikle hareketin sağında yer alanlar savaşa karşı mücadeleyi küçümsemekteler.
Ne var ki hareketin solunda yer alanlar da zaman zaman bu tartışmada yanlış yere düşüyorlar. Onlar herşeyden önce savaş karşıtı hareketin antikapitalist mücadele ile olan bağlarını tam anlamıyorlar. Aynı şekilde zaten savaş karşıtı hareketin ana gücünün aynı zamanda antikapitalist olduğunu da göremiyorlar.
Oysa bütün savaş karşıtı gösterilerde ana gövdenin temel sloganlarından birisi “biz antikapitalistiz”dir.
Bir de savaş karşıtlığının sisteme yönelikolmadığını söyleyenler var. Bunu bazen “iktidara dönük değil” diye ifade edenler de var.
Oysa savaş karşıtlığı emperyalizme yani en büyük kapitalist güce vuruyor. Onu zayıflattıkça bütün diğer mücadelelerin önünü açı-yor. Bu hareketin kazanımları, bir başka biçimde ifade edersek büyük güçlerle sokağa çıkması, savaş çabalarını geriletmesi ve belki de savaşı durdurabilecek olması hareketin bütün diğer mevzilerde soluk almasını sağlı-yor.
Örneğin ABD’de göçmen hareketi savaş karşıtlığını güçlendirirken göçmen hareketi de savaş karşıtı hareketten güç kazanıyor.
Ve zaten, savaş karşıtlığı mı yeni liberalizme karşı mücadele mi diyenler esas olarak hareketi bölmektedirler.
Cevabı ise bütün büyük eylemlerde almaktalar. Örneğin Atina’da toplanan Avrupa Sosyal Forumu’nda diğerlerinde de olduğu gibi savaş karşıtılığı en büyük kalabalıkları topladı, yürüyüşün merkezi vurgusu savaş karşıtlığıydı ama yeni liberalizme karşı mücadele örnekleri de yoğun olarak tartışıldı.
Hareket içindeki diğer tartışma ise hareketin var olup olmadığı sorusu. 2 milyonluk bir gösteriden sonra bile aynı tartışma ile karşılaşıyoruz. Böyle düşünen sol sekterler aslında egemen sınıfla aynı dili konuşuyorlar. Büyük basın her büyük eylemden sonra hareketin bittiğini ya da zaten olmadığını anlatıyor. Sol sekterler de sürekli olarak aynı şeyi yapıyorlar.
Onların içinde oldukları hava hareketin yıllar önce terk ettiği hava. Yenilgi havası. Oysa bir bütün olarak emekçi hareketi yenilgi döneminden çıktı. Belki muazzam kazanımlar yani sosyal devrimler henüz yaşanmıyor ama sosyal devrimlerin yaşanması gündemde. Gerekli olan subjektif koşulun, yani örgütlenme düzeyinin yükseltilmesi. Kampanyaların, yığınsal emek örgütlerinin inşası en önemli subjektif faktörün, dev rimci partinin inşasını mümkün kılacak.
Bugün dev rimci partinin inşası için başka bir kestirme yol yok. Arayanlar kendilerini boşuna hareketin dışına iter, yok ederler.


Kürt halkı barış istiyor

Şemdinli olaylarının ardından savaş isteyen, savaşla beslenen şahinlerin sesi daha sık, daha fazla duyulmaya başlandı. Özellikle Kürt halkının Şemdinli'nin hemen ardından Yüksekova'da cenazeler için on binler halinde toplanması, çözüm ve barış istemesi savaş isteyenleri daha da köşeye sıkıştırdı. Orgeneral Büyükanıt'ın Şemdinli suçlusu hakkında yaptığı "iyimser" konuşma ise kontrgerilla operasyonlarına karşı daha yaygın bir tepkinin gelişmesine neden oldu.
AKP hükümeti ise birkaç basıncı aynı anda yediği için sıkışmış bir vaziyette kaldı. Geçen yaz aylarında, aydınlarla Kürt sorununda çözüm temalı bir toplantı yapan Tayyip Erdoğan, bu toplantının ardından Diyarbakır'a gitmiş ve Kürt sorununun varlığından, bu sorunun çözülmesinin öneminden söz etmişti.
AKP'nin neredeyse blok olarak savunduğu "çözüm" çizgisi, esas olarak Türkiye'de egemen sınıfın uzun bir süredir savunduğu çizgiydi. Egemen sınıf Avrupa Birliği ile entegrasyonu sağlam adımlarla tamamlamak için istikrara ihtiyaç duyuyor. Kürt sorununda çözümsüzlük, özellikle "düşük yoğunluklu savaş"ın yeniden tırmanması, bir yandan bütçede zaten silahlanmaya ayrılan kaynakların daha da artmasına neden olacak. Üstelik toplumsal ve siyasal gerginlik, hızla siyasal bir istikrarsızlığı, bu ise ekonomik gerilemeyi tetikleyecek. Egemen sınıf, Kürtleri sevdiği için değil, kar oranlarının yükselmesini ve uluslar arası sermaye ile ilişkilerinin tökezlememesi için, Kürt sorununda çözümü uzun bir süredir istiyor.
1999 yılından beri Kürt hareketinin tek taraflı olarak ilan ettiği ateşkes sürecinin ardından 2002 Kasımında yapılan genel seçimlerde AKP'nin seçim zaferiyle çıkması, egemen sınıf açısından arayıp da bulamadığı
fırsattı.
AKP, özellikle milliyetçi cephe tarafından hakkında çıkartılan, "irticai bir rejim kuracak" dedikodularından tamamen farklı bir biçimde egemen sınıfın aradığı istikrarın, yani yeni liberal programın ve AB uyum sürecinin motor gücü oldu.
Tayip Erdoğan'ın Diyarbakır konuşması ise sadece egemen sınıf açısından değil, Kürt halkı için de iyimser bir politik atmosferin doğmasına neden oldu.
Fakat çözüm sürecinin güle oynaya ilerleyeceğini düşünmek yanlış. Bir yandan ordu, bir yandan savaştan besleneler, MHP, DYP ve CHP'nin başını çektiği milliyetçi cephe, çözüm yönünde adım atılması ihtimaline karşı kampanya yapmaya başladılar.
AKP'yi "teröristle pazarlık yapan parti", Recep Tayip Erdoğan'ı ise "teröristi masaya davet eden başbakan" olarak suçlamaya, milliyetçi bir kutuplaşma yaratarak AKP'yi köşeye sıkıştırmaya başladılar.
Kürt hareketi bu sürece 2 milyon kişinin katıldığı imza kampanyası ve yüz binlerce insanın katıldığı Newroz gösterileriyle yanıt verdi.
"Diyarbakır olayları" olarak adlandırılan ve yaklaşık bir hafta süren ve bebeklerin öldürüldüğü şehir merkezindeki çatışma ve saldırılardan sonra ise, Kürt sorunu etrafındaki kutuplaşma tırmanmaya başladı.
Bir yandan genelkurmay onbinlerce askeri doğuya kaydırdı. Aynı anda milliyetçi cephe üslubundaki ırkçı ve savaşçı tonu daha da artırdı. Çeşitli linç eylemleri, bir dizi bayrak şov gerçekleştirildi.
Diğer yandan ABD ile pazarlıklar yapılmaya başlandı. ABD'nin İran'la ilgili isteklerine, hükümet PKK ile ilgili isteklerini öne sürerek yanıt verdi. Ordunun Irak sınırındaki yığınak ve operasyonları gündeme geldi.
ABD ise özellikle Rice'ın ağzından, PKK'nin tabii ki bir terör örgütü olduğunu ama Irak rejiminin otoritesine saygı duyulması gerektiğini söyleyerek, Kürt hareketinin işini Bush destekli bitirme hevesleri kursakta kaldı. Son haftalarda, Irak'taki Kürt bölgesinde hemen hemen bütün Kürt güçlerin birleşmesi, ABD'nin Kürt yönetimine güvence vermesi ise Türkiye'nin "düşük yoğunluklu savaş"ı tırmandırma ve yaygınlaştırma isteğine bir ölçüde darbe vurdu.
AKP hükümeti ise bu dönemde arka arkaya çelişkili açıklamalar yaptı. Bir yandan Kürtlere karşı saldırgan ve savaşçı bir üslup kullanırken, zaman zaman da diyalog çağrıları yaptı, hatta Kürtleri "silahı bırakın, oturup konuşalım" diyerek çözümü konuşmaya davet eden açıklamalar yaptı.
Tayip Erdoğan, AKP Diyarbakır Kongresi'nde, "Barış ve beraberlik" mesajları verdi. Fakat bir yandan da terörle mücadeleyi hedefler görünen fakat esas olarak Kürt hareketine ve demokratik haklara yönelik yasal baskının çerçevesini çizen Terörle Mücadele Yasası gündeme getiriliyor.
Çözüm ellerimizde
AKP'nin ayaklarını titretmesi ve milliyetçi cephe karşısında geri adım atması, seçim kampanyasına başlayan partilerin asker cenazelerini ve milliyetçiliği kaşımasının yarattığı basınç, ana muhalefet partisinin sosyal ve demokrat hiçbir yanının kalmamış olması, sola nüfuz eden milliyetçi, yurtsever fikirler, Kürt sorununda çözüm için hangi adımların atılması gerektiğini de gösteriyor.
AKP hükümetini çözüm sürecine itmek zorundayız. Hükümet üzerinde barış talebi etrafında güçlü bir basınç yaratmamız gerekiyor.
Soldaki milliyetçi fikirlerle tartışmak, halkların kardeşliği duygusunun güçlenmesine katkı yapmalıyız.
Kürt halkının koşulsuz bir biçimde yanında olduğumuzu göstermeli ve Kürt halkına destek vermenin en etkin yolunun "batı cephesi"nde her konuda yaygın kampanya yağmaktan geçtiğini kanıtlamalıyız. Yaygın ve etkili bir sağlığın özelleştirilmesine karşı kampanya, yaygın bir eğitimin özelleştirilmesine karşı kampanya, popüler ve kitlesel bir savaş karşıtı kampanya, nükleer santrallere karşı birleşik ve yaygın bir kampanya, kampanyaları sokakta örgütleyen bir aktivizm Kürt sorununda demokratik çözüm konusunda Kürt hareketine destek vermenin en etkili yoludur.