Sosyalist İşçi 253 (13 Mayıs 2006)

 

Sayfa 4 :

Faşistler, linç ve milliyetçilik
Bir süredir sistemli bir biçimde basın bir linç havası anlatıyor. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde küçük faşist gruplar daha da az sayıda solcuya saldırıyorlar. Her saldırı basına “linç” diye geçiyor. Her saldırıda saldırganlar aslında Kürtlere saldırdıklarını söylüyorlar.
Her olay bir sonrakini tetikliyor. Ve artık faşistler dört bir yanda önlerine gelene sürekli olarak saldırıyorlar. Bazen tekme, tokat, bazen satırlarla, bıçaklarla.
Bu arada faşist partinin genel başkanı “olaylara karışmayın” diyor. Aynen 70’li yıllarda Türkeş’in yaptığı gibi. O “olaylara karışmayın” dedikçe elleriyle köpek işareti yapan faşistler daha da saldırganlaşıyorlar.
Faşistler bir süredir ise üniversitelerde saldırganlaştılar. Sadece solculara değil, kendilerinden olmayan herkese saldırıyorlar. Uzun saçlı olduğu için, bira içtiğiiçin, kulağına küpe taktığı için insanlar faşistlerin saldırı hedefi olu-yorlar. Faşistler böyle yaparak sokakta insanları sindiriyorlar ve basın “linç” hikayeleri ile bu sindirme operasyonuna aktif olarak katılıyor.
Polis ise faşistlere müdahale etmeyerek ya da çok zaman yardım ederek görevini yapıyor ve “linç”in bir aşamasında ortaya çıkarak “linç edilenleri” kurtarıyor ve halkın takdirini kazanı-yor.
Zam isteyen işçilere, memurlara copla, biber gazıyla saldıran polis faşistlere yarı takdir eden bir üslupla konuşarak ikna etmeye çalışıyor.
Biz bu olayları geçmişte de yaşadık. Ortada bir faşist saldırganlık var ve mutlaka durdurulması gerekir.
Her faşist saldırıya heryerde cevap vermek gerekir. Uzun saçlı bir öğrenciye bir fakültede saldırdıklarında bütün fakültelerde cevap vermek gerekir. Bir yerde dolmuştan birini indirip dövdüklerinde her yerde cevap vermek gerekir.
Faşist saldırganlığı so-kaktan silmek gerekiyor.
Ancak kitle çizgisi, faşist milliyetçiliğin teşhiri herşeyden önemli.
Bir başka önemli nokta ise soldan gelen milliyetçilik. Solun her milliyetçi, Türk yurtseveri açılımı milliyetçilerin, faşistlerin işine yaramaktadır.


“Gece de, kampüs de bizim”
Önce 18 Nisan gecesi bir arkadaşımız, kampustaki güvenlik görevlilerince, önce sözlü tacize ardından da, şiddete maruz kaldı. Okul öğrencileri olarak bunu ertesi gün öğrenerek hemen tam bir hafta sonraya bir eylem çağrısı hazırlayıp dağıtmaya başladık.
Şaka gibi, olaydan iki gün sonra bir başka arkadaşımız, kadın bir öğrenciye cinsiyetçi küfürler eden güvenlik görevlilerini uyardığı için şiddete maruz kaldı. Bunun üzerine dağıttığımız eylem çağrılarını hemen herkese ulaştırdık.
Okuldan hocalarımız ile görüşerek destek istedik. Öğrencilerin çoğu, olayı duyar duymaz destek verdi.
Tabi, bu olay okulun gündemine geldiği ve hemen herkes haberdar olduğu için; güvenlik birimi şefi bize gelip "yigenim, bakın siz bizim çocuğumsunuz" tarzı yumuşamalar içine girdi.
Okul yönetimi bir fakültenin öğrenci temsilcisini gönderip "tamam haklısınız, ama böyle eylem meylem yapmayın" tarzı "ikna turları" attı.
Her şeye rağmen, bir avuç öğrenci olarak başladığımız kampanyamız, "Dikkat, güvenlik çıkabilir" eylemimizle, 80 kişiye ulaşarak devam etti.
İletişim Fakültesi karşısında toplanıp neşeli, umutlu ve bir o kadar öfkeli olarak okulun girişindeki güvenlik kulübesine "gece bizim, kampus bizim", "başka bir kampus mümkün" sloganları ve şarkılarıyla yürüyüp burada basın açıklaması yaptık.
Basın açıklamasının ardından, bir arkadaşımız; pembe kurdeleye sarılı sopayı güvenlik şefine hediye etmek istedi. Güvenlik şefi önce "de get" dediyse de; kendisini yuhalayan öğrenciler karşısında, geriye çekilmekten başka çare bulamadı.
Şimdi, kampanyamızı daha da büyütmek zorunda olduğumuzu biliyoruz. Okul yönetimi eylemlerimizden sonra, "olay için" soruşturma başlattı.
Arkadaşlarımız da, bu soruşturmanın bir parçası. Eğer biz, kampanyamızı daha da büyütmezsek; okul yönetimi hareketimizi boğmaya çalışacak.
Ancak, Fransa'daki öğrencilerin ve işçilerin gösterdiği yoldan yürürsek; çoğalarak, büyüyerek mücadelemize devam edersek o zaman kazanacağımızı biliyoruz.

Güvenliğin okulda bulunma amacı, okulun güvenliğini sağlamak veya öğrencileri korumak değil. Bugüne kadar güvenliğin "adli" bir olayda görülmüşlüğü de yok. Bizim, kendimizden korunmaya da ihtiyacımız yok. Bizim, kendimizi savunmasız bırakan YÖK yönetmeliğinden ve bize şiddet uygulayan güvenlikten kurtulmaya ihtiyacımız var.

TALEPLERİMİZ:
1. Güvenlik birimi şefi, bütün öğrenciler ve üniversite çalışanlarından sözlü ve yazılı olarak özür dilemeli, bu özür bütün fakülte binalarına asılmalıdır.
2. Sorumlu güvenlik görevlileri hesap vermelidir.
3. Bu olay veya benzeri olaylarda öğrencilere açılan bütün soruşturmalar geri çekilmelidir.


Eteğinden dolayı polis dayağı yedi
Bir lise öğrencisi İstanbul Maltepe’de okula giderken bir polis memurunun saldırısına uğradı. Polis memuru liseli öğrenciyi kısa etek giydiği için tartakladı. Olay iki öğretmen tarafından da görüldü.
Liseli öğrenci karakola başvurduğunda polisler tarafından atlatılmaya çalışıldı. Ama öğrencinin ve ailesinin israrı sonucu suçlu polis tesbit edildi.
İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ise olayda dayak görülmediğini belirterek, polis memurunun da "karşısında çocuğunu görmüş gibi olduğu, onun için uyardığı" şeklinde ifadede bulunduğunu söyledi.


Çelme sırası bize mi geliyor ne :)
"Başka bir dünya sadece mümkün değil. Yola çıktı bile, sakin bir günde dikkatlice dinlerseniz onun soluğunu duyabilirsiniz" Arundhati Roy .
İzmir'de ki Anti-kapitalist forum boyunca, başka bir dünyanın soluk alıp verişi o kadar yakından hissedildi ki, yapacaklarımız ve yapabileceklerimiz konusunda son derece umutlu ve kararlı ayrıldık.
İzmir'de ki toplantıların en heyecan verici yanı, katılımcıların oldukça genç olmasıydı. Dershanesinden çıkıp konuşmalara katılan arkadaşlar, duymakta olduğumuz soluğun genç temsilcileriydiler.
Oluşmakta olan hareket, henüz çok başında olan küresel direniş, içinde yaşadığımız ulus ötesi kapitalizm ve yan etkileri 3 gün boyunca Türkiye'nin çeşitli yerlerinden gelen katılımcılar ile enine boyuna tartışıldı. Konu başlıkları farklı olsa bile, aslında aynı sistemin nasıl farklı maskeler ardından bize, diğer canlılara, doğaya ve hayata çelme taktığı irdelendi. Arundhati Roy' un dediği gibi, dikkatlice dinledik yaklaşmakta olan başka bir dünyayı.
Yüzümüze Fransa'dan esen 68 rüzgarı ile, Latin Amerika'dan gelen sol esintiler de çarptı. Çelme takma sırası bize mi geliyor ne : )
Deniz Akın


Komplo teorileri
Düştüm mahpus damlarına öğüt veren çok olur
Abdullah Öcalan yıllar önce Kenya'da yakalandı. Güçlü bir iddiaya göre, uluslararası bir operasyon sonucunda yakalandı ve Türkiye devletine teslim edildi.
Abdullah Öcalan'ın yakalandığı dönemde yaptığı bir dizi açıklama, sol tarafından "uzlaşmacılık", "döneklik" ve hatta "korkaklık" olarak adlandırıldı. Bu suçlamalara neden olan gelişmeyi hep beraber hatırlayalım: Kürt hareketi, Abdullah Öcalan'ın yakalanmasıyla birlikte, daha önceki dönemlerde de sık sık dile getirdiği "Barış" talebini, çok daha net, çok daha keskin bir strateji olarak ilan etti. 1999 yılından beri Kürt hareketi barış talep ediyor.
Silahlı mücadelesi aydınlar, liberaller ve solun ezici çoğunluğu tarafından burun kıvrılarak karşılanan Kürt hareketi, barış talep ettiğinde de aynı burnu büyüklerin burun kıvırmalarıyla karşılandı.
Kürt hareketi "bağımsız Kürdistan" derken de eleştirildi, "Biz ayrılmak istemiyoruz" derken de...
Silahlı mücadeleyi savunurken de, "silahlar sussun" derken de...
Bunun bir nedeni olmalı. Solun Kürt hareketini, eleştirel yeteneklerinin ne ölçüde geliştiğinin deneme tahtası olarak görmesinin ideolojik ve politik nedenleri olmalı. Ezilen bir halk ne yaparsa yapsın kendisini Türk soluna beğendiremiyor. Aydınların gözüne girmeyi bir türlü başaramıyor.
Bunun bir nedeni elbette var: Bu neden, solda milliyetçilik. Solda vatan sevgisi. Solda Misak-ı Milli hayranlığı. Tapuyla hiçbir ilgisi olmaması gereken solun, kendisini TC Tapu Kadastro Müdürlüğü'nün en yetkili mercii olarak görmesi. Vatanın elden gitmesi muhtemel parsellerini korumaya adanmış yurtseverlik hissiyatı.
Bu çok garip bir hissiyattır da Kürt illerinde neden 12 bin sokak çocuğu olduğuna ve işsizliğin Türkiye geneleninin en az iki katı olduğuna pek fazla titizlik göstermez.
Anadilde konuşma hakkını savunan sendikalar neden kapatılmaya çalışılır? DTP neden terör örgütü gibi gösterilmeye çalışılır?
Ezici bir oyla belediye başkanlığını kazana Osman Baydemir her fırsatta neden küçümsenir ve hedef gösterilmeye çalışılır?
Diyarbakır'da başlayan ve ardından çok sayıda ile yayılan olaylardan sonra, şimdi de yeni bir modayla karşı karşıyayız. Bir yandan hükümet yetkilileri, başbakan ve bilcümle yönetici, DTP'ye, "PKK'nin terör örgütü olduğunu" söylemesi yönünde basınç yapıyor. Erdoğan, "kes at" diyor.
O Kadar basit ki, DTP yöneticileri, Diyarbakır Belediye başkanı, "Evet, evet, PKK teröristtir" dediğinde hadise çözülecek.
Diğer yandan, soldan ve aydınlardan da DTP'ye yükleniliyor. "Muhatabını belirle" deniyor. "Öcalan irademdir" denerek Kürt sorununun çözülemeyeceği aklı veriliyor.
Dolayısıyla, önüne gelen Kürt halkına, DTP'ye akıl veriyor.
Bu arada, görmezden gelinen, verilen bu akılların Kürt sorunun çözümüne minicik bir faydası bile olmadığı.
DTP asla o "istenen" açıklamayı yapmayacak.
DTP'den o açıklamayı yapmasını ve çözümü konuşmak için bir muhatap bulmasını istemek, başlı başına bir siyasi sorun olan Kürt sorununda çözümsüzlüğü zorlamaktır.
Mustafa METİN


Generali yargılamak istedi işinden atıldı

Kara Kuvvetleri komutanı Yaşar Büyükanıt hakkında soruşturma başlatan Van savcısı Ferhat Sarıkaya Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından meslekten çıkarıldı.
Yüksek Kurul Savcı Ferhat Sarıkaya için suç teşkil edecek bir fiil bulamamasına rağmen mesleğin şeref ve onurunu bozacak bir suç işlediğini iddia ederek Sarıkaya’yı meslekten çıkardı. Bu durumda bir general hakında soruşturma açmanın savcılıkmesleğinin şeref ve onurunu bozmak olduğu ortaya çıktı.