Sosyalist İşçi 253 (13 Mayıs 2006)

 

Sayfa 6:

Alman solunda birliğin korunması
Geçen hafta yapılan bir toplantı Almanya'nın politik manzarasını değiştirebilecek bir dizi tartışma yaptı ve yığınsal bir sol partinin temellerini attı.
Almanya'da neredeyse bir yıldır bir tartışma yaşanıyor. Bütün ülke çapında yığınsal bir sol partiyi nasıl kuracağız?
Şu anda bir sağın ve sosyal demokrat SPD'nin oluşturduğu bir "büyük koalisyon" işbaşında. Bu koalisyon vahşi bir biçimde yeni liberal politikaları dayatıyor ve Afganistan'a asker gönderdi.
Dolayısıyla sol bir alternatife acil bir gereksinim var. Böyle bir alternatifi oluşturabilecek iki büyük güç var.
Birincisi WASG. 12 bin üyesi olan ve daha çok Batı Almanya'da örgütlü olan yeni bir parti. Birçok sendikacı ve sağa kaydığı için SPD'den kopan aktivist WASG içinde.
WASG'ın en önemli ismi eski SPD lideri Oscar Lafontaine.
WASG içinde daha soldan gelen, DSİP'in kardeş örgütü Linksruck gibi örgütler de var.
Almanya'da solda yer alan diğer örgüt ise Komünist Doğu Almanya'nın iktidar partisinin yenilenmiş hali olan PDS. Yaklaşık 1000 profesyonel kadrosu ve 60 bin üyesi var.
Bu iki örgütün birliği isteniyor ama aynı zamanda da sorunlar var.
WASG sosyal adaleti temel alan bir politik hat etrafında inşa oldu. Almanya'daki sosyal hareketler içinde yoğun olarak yer almakta ama üyelerinin birçoğu kendilerine sosyalist demiyor ve PDS'in çok sol bir programa sahip olmasını eleştiriyor.
Başka sol gruplar ise PDS'in yerel düzeyde SPD ile koalisyonlara girmeye hazır olmasını eleştiriyorlar. Bütün bunlar PDS ile WASG'ın birleşmesini olanaksız hale getiriyor.
Ne var ki Linksruck ve WASG'ın birçok başka üyesi PDS'in yaptıklarını eleştirmenin ve buna rağmen, acilen gerekli olan, birliği gerçekleştirmenin gene de mümkün olduğunu savunuyorlar.
Bu fikirler Almanya'nın başkenti Berlin'de bir kere daha tartışıldı.
Berlin'de PDS bir kaç senedir kenti SPD ile koalisyon yaparak yönetiyor.
Başkentin çok fazla borcu olması nedeniyle yerel yönetim kesintiler ve özelleştirmeler yapıyor.
Dolayısıyla PDS'i eleştirmek için yeterince neden var. Ama,ü öte yandan da PDS'in SPD ile aynı olduğunu söylemek de çok indirgemeci olur.
PDS savaş karşıtı hareketin inşasına katkılarda bulundu, bütün büyük kampanyalarda yer aldı.
PDS'in birçok eski üyesi kendilerini hala marksist olarak görüyor ve kendi partilerinin Berlin'deki yeni liberal politikalarını eleştiriyorlar.
Linksruck WASG ile PDS'in birleşmesine karşı koşulsuz ama eleştirel bir destek vermek gerektiğini savunuyor. Bacaklardan birisi yaralı ama bu bütün bacağı kesip atmamız anlamına gelmez.
Birlik isteği WASG içindeki iki referandumda da ifade edildi. Her iki defasında da üyelerin yüzde 80'i PDS ile birliği savunuyorlar.
Ancak Berlin'de sol sekter ile sağ kanadın kutsal ittifakı WASG içindeki tartışmalara hâkim olabiliyordu.
Berlin'deki WASG üyeleri Nisan ayında, Eylül'de yapılacak yerel seçimlerde PDS'e karşı aday çıkarmaya karar verdiler.
Bu karara karşı bir önerge Berlin WASG üyelerinin üçte birinin desteğini kazandı.
Böylesi bir sorun ortada dururken WASG'ın ulusal konferansının aldığı birlik kararı ileriye doğru bir karar.
Linksruck, Lafontaine ve birçok sendikacıdan oluşan bir koalisyon birlik tutumu doğrultusunda bir dizi önerge sundu.
Açıkça Berlin'de birlik doğrultusunda kampanya yapılmasına ve PDS'e karşı seçimlere katılınmasına karşı çıkma kararı verildi.
Konferans'dan önce WASG çökmenin eşiğindeydi.
Havayı değiştiren liderliğin, özellikle de Lafontaine'in birlik doğrultusunda açık bir karar alınmadığı takdirde bölünme yaşanacağını söylemesi oldu. İkinci adım birleşik bir örgüt için bir tüzük taslağı hazırlanması ve bunun her iki parti içinde de tartışılması.
Gelecek sene ilkbaharda her iki parti de konferanslarını toplayacaklar ve birleşme kararını oylayacaklar.
Gelecek sene Haziran'da bütün Almanya'da yeni bir sol parti olabilir.
Volkhard MOSLER


İngiltere’de Respect’in başarısı
Geçen hafta yapılan yerel seçimlerde iktidardaki İşçi Partisi büyük bir yenilgi aldı. Başbakan Blair yenilginin şiddetini azaltmak için hükümette değişiklikler yaptı fakat buna rağmen 80 İşçi Partisi milletvekili artık Blair'in çekilmesini istiyorlar.
İşçi Partisi'nin solunda seçimlere katılan Respect ise çok önemli kazanımlar elde etti.
Londra'nın en yoksul mahallelerinde Respect adayları çok başarılı sonuçlar elde ettiler.
Tower Hamlets bölgesinde artık Respect ana muhalefet grubunu oluşturuyor. 12 Respect adayı seçimleri kazanırken birçok Respect adayı ise bölgelerinde ikinci oldular.
Tower Hamlet'in komşusu olan Newham belediyesinde de 3 Respect adayı seçimleri kazanırken diğer Respect adayları da ikinmci veya üçüncü oldular. Bu bölgedeki belediye başkanlığı seçimlerinde ise Respect adayı ikinci oldu.
Orta İngiltere'deki Birmingham kentinde ise Respect Adayı Selma Yakup seçim bölgesinde ki oyların yüzde 49'unu alarak kazandı. Selma Yakup'un elde ettiği sonuç İngiltere'deki seçim sistemi içinde tam bir rekor.
Diğer bölgelerdeki Respect adayları kazanamamış olmalarına rağmen çok yerde İşçi Partisi'ni veya Muhafaza-kârları geçmeyi ve ikinci olmayı başardılar. Bazı bölgelerde ise Respect adayları üçüncü oldular.
Respect bütün bu bölgelerde ilk kez seçimlere giriyor ve buna rağmen çok başarılı sonuçlar elde etti.
Respect merkezinin yaptığı açıklamada sonuçların başarısı vurgulandıktan sonra örgütün her konuda ulusal ve yerel ölçekte kampanyalara devam edeceği vurgulanıyor.
İngiltere seçimlerinde aslında bir başarı elde edemeyen faşist BNP'nin aldığı oy ise ulusal basın tarafından öne çıkarılıyor ve sanki Blair'in yenilgisinde BNP'nin rolü varmış gibi gösteriliyor. Oysa BNP sadece 2 belediyede kısmi bir başarı elde etti.
Öte yandan seçimlerden kısa zaman önce Londra'da düzenlenen anti faşist müzik şenliğinin katılımı ve havası antifaşist güçlerin gücünü ve kararlılığını gösteriyor.
Anti faşist müzik şenliğine 80 bin kişi katıldı.


YORUM
21. yüzyılda maoculuk
Geçtiğimiz haftalarda Nepal'in başkenti Katmandu'da yaşanan kitle gösterileri ve kırsal bölgelerdeki maoist gerilla savaşı kral Gyanendra'nın parlamenter yönetime dönme sözü vermesine yol açtı. Nepal'de yaşananlar son yıl yılda dünyanın pek çok bölgesini sarsan demokratik devrim sürecinin bir örneği. Gyanendra bundan bir yıl önce, maoist Nepal Komünist Partisi'nin yürüttüğü gerilla savaşının tehdidi altında olan oligarşiyi ayakta tutabilmek için kendi otokrasisini ilan etmişti.
Ancak bu adım ana muhalefetteki Yedi Parti İttifakı'nı (YPİ) maoistlerle koalisyona iterek şiddetle geri tepti. Gyanendra'nın attığı geri adım şimdi karşısına dikilen güçler arasında bir çatlak yarattı.
YPİ kralın parlamenter rejime dönme önerisini kabul etti. Ancak maoistler geçen kasım ayında YPİ ile yaptıkları 12 maddelik anlaşmanın tamamının uygulanması konusunda ısrarcılar. Bu anlaşmada cumhuriyet ilan edilmesi ve radikal bir toprak reformu için anayasal düzenleme yapılması isteniyor.
Bu bölünme demokratik devrim sorununu tartışmaya açıyor. Bu yalnızca, batılı güçlerin de ısrar ettiği gibi, liberal demokrasinin siyasi araçlarını yaratma sorunu mudur? Yoksa aynı zamanda, kapitalizmin sınırlarının ötesine geçecek bir ekonomik demokrasinin de gündeme getirilmesidir?
Nepal'de yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda coğrafik bir devrimin gündeme gelmesi korkusu Gyanendra ile muhalefet arasındaki "uzlaşma"nın arkasındaki tüm büyük güçleri (ABD, İngiltere, Hindistan ve Çin) birleştirdi.
Nepal Hinsistan ile Çin'in rekabet ettiği sınır bölgesindeki konumuyla önemli bir jeopolitik pozisyonda bulunuyor. Hindistan ise kendi içindeki maoist gerillaların yayılan gerilla mücadelesiyle karşı karşıya.
Naksalit ayaklanması
Maoist kır gerillaları 1960'ların sonunda Batı Bengal'de başlayan Naksalit isyanından beri Hindistan'da etkinler. Üzerlerindeki vahşi baskıya rağmen maoistler Bihar gibi ülkenin en yoksul kırsal kesimlerinde aktifler ve bugün eylemlerini yaygınlaştırıyorlar.
Financial Times'da çıkan bir makaleye göre, Hindistan başbakanı Manmohan Singh maoistlerin "Hindistan ulusal güvenliğini tehdit eden en büyük unsur" olduğunu söylüyor. Makale şöyle devam ediyor: "Singh'in tahminlerine göre maoist gruplar Hindistan'ın 600 bölgesinin dörtte birinde yasal sistemleri de içeren paralel yönetimler kurmuş ve yönetiyorlar. Nepal sınırından güneye kadar olan bölgede, Hindistan'ın 28 eyaletinden 13'ü bu durumdan etkileniyor."
Hintli bir Marksist geçenlerde bana, maoistlerin, "kabileler"in yaşadığı iddia edilen ormanlık alanlarda en güçlü olduklarını söyledi. Bu topluluklar sömürge öncesi, sömürgeci ve bağımsızlık dönmelerinin hepsinde iktidar hiyerarşisinden çok büyük oranda dışlanmışlar. BBC geçen aralık ayında bu toplulukların geleneksel geçim kaynaklarının tehdit altında olduğunu duyurdu. Çünkü Hindistan hükümeti ekonomiyi dünya pazarına daha fazla açma planı çerçevesinde küçük toprak sahiplerinin topraklarını konsolide etmeye çalışıyor.
Çin de Nepal'deki kargaşanın komşusu Tibet'e sıçramasından korkuyor. Bu aslında ironik bir durum. Çünkü Pekin'deki Komünist Parti rejimi meşruiyetini hala, fikirleri Nepal ve Hindistan'daki ayaklanmaları esinleyen Mao Zedung'dan alıyor.
Çin ve Hindistan'ın tüm dünyada hayranlıkla karşılanan hızlı kapitalist gelişmeleri bu gibi ayaklanmalara verimli topraklar sağlayacak gibi görünüyor. Asya Kalkınma Bankası geçen haftalarda Asya'da yüksek ekonomik büyümenin,1.7 milyarlık işgücünün dışında 500 milyon işsiz yarattığını rapor etti.
Önümüzdeki on yıl içinde 245 milyon kişi daha emek piyasasına katılacak. Yalnızca Hindistan'da 38 milyon işsiz bulunuyor ve önümüzdeki beş yıl içinde çalışma yaşı nüfusuna girecek insan sayısı 71 milyon olacak.
Bugünün Asya "mucizesi" bir azınlığa daha büyük refah sağlayabilir. Ama çok büyük sayıda insan bunun dışında kalıyor. Bu zıtlık galiba maoist ordulara ve küresel kapitalizme karşı diğer direniş biçimlerine çok sayıda nefer sağlayacak. Demokratik devrimin alacağı daha çok yol var.
Alex CALLİNİCOS