Sosyalist İşçi 253 (13 Mayıs 2006)

 

Sayfa 8-9 : Orta Sayfa

İRAN IRAK OLMASIN
ABD bugün dünyanın en büyük nükleer silah gücüne sahip. ABD’nin İran’a saldırmasını şiddetle bekleyen ve hatta bu işi üslenmek isteyen Ortadoğu’daki bekçi köpeği İsrail’in elinde de 500’e yakın nükleer başlıklı füze olduğu biliniyor.

ABD yönetimi çok açık bir biçimde mutlaka İran’a saldıracağını ifade ediyor. Şu anda yapılan sadece emperyalist güçler arasındaki pazarlıklar ve dünya kamuoyunun gözünü dolduracak gerekçelerin hazırlanması.
Ne var ki ABD’nin ve diğer emperyalist güçlerin elinde dünya kamuoyuna sunabilecekleri fazla bir gerekçe yok. Tüm iddia İran’ın nükleer silah yapması ve bunun insanlık için çok büyük bir tehdit olacak olması. Ama bütün dünya biliyor ki asıl büyük nükleer tehdit ABD’nin kendisi.
ABD bugün dünyanın en büyük nükleer silah gücüne sahip. ABD’nin İran’a saldırmasını heyecanla bekleyen ve hatta bu işi üstlenmek isteyen Ortadoğu’daki bekçi köpeği İsrail’in elinde de 500’e yakın nükleer başlıklı füze olduğu biliniyor.
Bu durumda dünya ve insanlık için tehlike İran’dan çok ABD ve müttefiki diğer emperyalist güçler.
Kaldı ki İran’ın tüm komşularında nükleer silahlar var
Öte yandan İran israrla nükleer programlarının sadece enerji üretimi için olduğunu söylüyor. Emperyalistler ise Türkiye’de aralarında olmak üzere birçok ülke-ye nükleer santrallar inşa etmeyi planlıyorlar. Nükleer santrallar sahtekar bir biçimde çevre kirlenmesine karşı temiz enerji olarak sunuluyorlar. Oysa Çernobil’de olanlar ortada.
Buna rağmen suçlanan nükleer santral yapmaya hazırlanan Türkiye değil de İran’ın nükleer programı.
Asıl sorun hegemonya
ABD’nin Ortadoğu’da ki hedeflerinin arkasında yatan asıl neden dünya hegemonyası. ABD dün Irak’a, bugün İran’a saldırma planları yaparken bu ülkelerin zenginliklerini yağmalamanın yanı sıra bu ülke-lerdeki savaş aracılığı ile dünya da ki rakiplerini de geriletmeyi, aradan çıkarmayı hesaplamaktadır.
Irak’a giren ABD ordusu İngilizler ile birlikte bu ülkenin başlıca zenginliği olan petrolü aralarında paylaşırken diğer emperyalist güçlerin Irak’taki etkisini de ortadan kaldırdılar. Savaş sonucu tahrip olan Irak’ın yenilenmesi için yapılan tüm harcamalarıda neredeyse tamamen kendi aralarında paylaştılar.
Şimdi aynı şeyi İran da da tekrarlayacaklar. Emperyalistler arası pa-zarlıkların tüm anlamı bu.
Bugün ABD için en büyük rakip Çin. Rusya’da yavaş yavaş yeniden bir rakip olarak ortaya çıkıyor. Irak’a saldırı öncesinde Çin’in etrafında oluşturulan bir dizi yeni ABD üssü bu rekabette askeri olarak ABD’ye yeni avantajlar sağladı. İran’a saldırı ise bir yandan bölgesel bir güç olmaya çalışan bu ülkeyi geriye itecek diğer yandan da bu ülke aracılığı ile Çin ve Rusya’ya birer darbe daha indirilecek.


Bush’un durumu zor!
Azınlık oyları ve hile ile başkan olan George Bush’un son yapılan kamuoyu yoklamalarında zor durumda olduğu ortaya çıktı.
New York Times gazetesinin düzenli olarak yaptırdığı kamuoyu araştırmalarına göre işler nasıl gidiyor sorusuna Amerikalıların yüzde 70’i kötü diye cevap verirken sadece yüzde 23’ü durumdan memnun.
Bush’u başkan olarak beğenen Amerikalıların oranı ise sadece yüzde 31. Yani her üç Amerikalı’dan ikisi Bush’a karşı.
Amerikalılara “ülkenin en önemli sorunu ne” diye sorulduğunda yüzde 19’u savaş diye yanıtlıyor. Savaşı en büyük sorun olarak görenler en büyük dilimi oluşturuyorlar. İkinci sorun ise petrol fi-yatlarının yüksekliği. Amerikalılar Bush yönetimini petrol fiyatlarının artmasından sorumlu tutuyorlar ve bunu da savaşa bağlıyorlar. En büyük sorun petrol fiyatları diyenler ise yüzde 14.
Ekonomiyi en büyük sorun görenler ise üçüncü dilimi oluşturuyorlar. Bu cevabı verenler % 8.
Yani, Amerika savaşa karşı.


Ahmedinejad bir manyak mı?
İran devlet başkanı Ahmedinejad gözünü kan bürümüş bir manyak olarak tanıtılıyor. Her söylediği bunun delili olarak kullanılıyor.
Örneğin Nazilerin Yahudi katliamı yapmadığını söylemesi bunun bir delili olarak gösterili-yor. Gerçekten de bir soykırımı savunmak ağır bir suçtur. Ama dünyada o kadar çok yetkili çeşitli soykırımları yok sayıyor ki, Ahmedinejad bunlardan sadece bir tanesi.
İsrail devletinin ortadan kalkması gerektiğini söyledğinde de kıyamet koptu. Bu talebi onun ne kadar kanlı bir katil olabileceğinin göstergesi olarak kullanılmaya çalışılıyor.
Oysa asıl suç Siyonizmi, İsrail devletini savunmaktır. İsrail devletibir soykırımın sonucu olarak kurulmuştur. Varlığını bu soykırıma yani Filistinden Filistinlilerin imha edilerek temiz-lenmesine borçludur.
Öte yandan ABD Ortadoğu’ya demokrasi getirme iddiasındadır. Ancak İran’da özgür seçimler yapılmıştır ve bu seçimlerin sonucunda Ahmedinejad rakiplerini farklı bir biçimde yenerek demokratik bir biçimde seçilmiştir.
Ahmedinejad’ın seçilmesinin başlıca nedeni popülist politikaları. O İslam rejimi altında da oluşan eşitsizliği ortadan kaldıracağını ve petrol gelirlerini halkın yararına kullanacağını vaad etti. İran emekçileri bu programa oy verdiler.
Ahmedinejad bir İslam muhafazakârı olduğunu da hiçbir biçimde gizlemedi. İran halkı demokratik bir biçimde bu programa da oy verdi.


Irak kurtuldu mu yoksa battı mı?
Irak’a saldıran ABD ve İngiliz güçlerinin iki iddiası vardı. Birincisi bu ülkenin elinde korkunç kitle imha silahları olduğu ve Saddam rejiminin El Kaide ile işbirliği içinde olduğu için insanlık için büyük bir tehlike olduğu.
Artık ABD ve İngiliz hükümetleri bütün bunların palavra olduğunu, sadece insanları kandırmak için uydurulmuş olduğunu kabul ediyorlar.
Açık ki Irak’ta kitle imha silahı yoktu. Ve açık ki Saddam rejimi ile El Kaide arasında da bir ilişki yoktu.
ABD’nin diğer iddiası ise Irak’ta demokrasi olmadığı idi. Gerçekten de Saddam rejiminin demokratik olduğunu savunmak mümkü-n değil. Saddam eli kanlı bir diktatördü ve kendi halkına ve Kürtlere karşı kanlı politikalar sürdürüyordu.
Ne var ki ABD işgali Irak’a demokrasi getirmedi. ABD’nin en büyük iddiası seçimlerin yapılmış olmasıydı ama aradan aylar geçmiş olmasına rağmen Irak’a ta hala bir hükümet kurulabilmiş değil.
Bunun başlıca nedeni Irak’ta süren ABD-İngiliz işgalidir. İşgal sürdükçe Irak halkı kendi sorunlarını çözme olanağı bulamayacak ve tam tersine bir iç savaşa doğru yuvarlanacak.
Bugün Irak’ta işgalcilere karşı direnişin yanı sıra ülkenin daha önce yan yana yaşamış olan etnik ve dini kesimleri silahlarını birbirlerine karşı da çevirmekteler.
Irak’ta bir iç savaş hiçbir Iraklının işine yaramaz. Ne Kürtler ne de Sunni ya da Şii Araplar iç savaşı istemiyorlar. İç savaş işgalin uzamasına ve giderek daha fazla yerleşmesine neden oluyor.
ABD şimdi de İran’a demokrasi getirme iddiasında. Oysa İran’da bir süredir özgür seçimler yapılıyor. ABD bu seçimlerle işbaşına gelenleri beğenmiyor olabilir ama hem Amerikan halkı hem de bütün dünya halkları Amerika’da da seçimlerle işbaşına gelen Bush yönetimini beğenmiyor.
Kaldı ki ABD’de Bush yönetimi hile ile seçimleri kazanırken İran’daki seçimler çok daha adil bir biçimde gerçekleşti.


GÖRÜŞ
Hareket ve görevlerimiz
Kapitalist bir dünyada yaşıyoruz. Dünya her gün biraz daha küçülüyor. Bir yerde olan bir olay derhal bütün dünyada duyuluyor. Fransa'daki kazanımı, Bolivya'daki seçim sonuçlarını, Porte Allegre ya da Atina'daki sosyal forum toplantılarını anında öğreniyoruz.
Bir yerde bir eylem biçimi gelişince insanlar derhal ondan öğreniyorlar. Benzer bir eylem biçimini kendi yerellerinde (ülkelerinde, kentlerinde, işyerlerinde ya da okullarında) uygulamaya çalışıyorlar.İşte bu nedenle genel bir hareketten bahsediyoruz.
Hareket her yerde, her ülkede veya çok yüksek olduğu bir ülkede bütün işyerlerinde veya bütün okullarda aynı derecede mi yüksek? Hayır. Elbette farklar var. Kimi yerlerde objektif ve sübjektif koşullar kimi yerlerden farklı ve dolayısıyla bir yerel de biraz daha az, bir başka yerde daha yüksek bir hareket var.
Ama sosyal olaylara bakarken bu farklara değil, genele bakmak gerekir.
1968'de hareketin düşük olduğu yerler elbette vardı. Türkiye'de de İstanbul ve Ankara'daki üniversitelerde, İstanbul ve Kocaeli'ndeki fabrikalarda hareket daha yüksekti. Bilecik'teki bir fabrikada hareket aynı düzeyde değildi. Ama hiçbir zaman Bilecik'e değil, daima İstanbul'a baktık. 68 İstanbul'da şekillendi. Dünya çapında ise Fransa'da şekillendi. Yani en yüksek olduğu yerde şekillendi.
Hareketin göreceli olarak daha geri olduğu yerlerde ise yaprak kıpırdamıyor mu? Bu da doğru değil. Eğer hareket küresel olarak yükseliyorsa hemen her yerde aynı olguyu yaşıyoruz. Her yerde aynı gelişmeyi çeşitli düzeylerde yaşıyoruz. Kimi yerlerde hızlı, kimi yerlerde yavaş ve göreceli olarak daha zayıf.
Hareket geri çekilip egemen sınıfın saldırısı başladığında ise gene her yerde aynı sonuçları görüyoruz. Baskı, zulüm ve emekçilerin kayıpları, örgütlenmelerinin gerilemesi. 1980'lerde ve kısmen 90'larda bütün dünyada böyle bir dönem yaşadık. O dönemde zaferden zafere koşulan bir ülke, bir işyeri, okul yoktu. Kısmi zaferler varsa da dönemin karakteri onlarla belirlenmedi.
Şimdi de bütün dünyada emeğin güçlerinin ilerlediği bir dönemdeyiz ve daha bu dönemin başındayız. Gideceğimiz çok yol var.
Türkiye'de hareket var mı, yok mu? Kimileri bu soruya "yok" diye cevap veriyor. Egemen sınıf ta böyle düşünmemiz için çabalıyor. Faşist saldırganlığın, devlet baskısının tek anlamı bu. Çünkü onlar sınıf güçlerinin bütün dünya çapında hareket ettiğini birçok solcudan ve aydından daha iyi biliyorlar v e şimdi emeğin güçlerinin ilerlediğini biliyorlar. Bu nedenle bizim hareketimizi yavaşlatmak, geriletmek istiyorlar.
Hareket kendiliğinden ileri fırlamaz. Kendiliğinden büyük yığınlar sokağa fırlayıp kazanımlar elde etmeye başlamaz. Bunun için sübjektif faktör denen örgütlenme düzeyi işin içine girer.
Eğer örgütlenme düzeyi ileri ise, deney birikimi yüksekse o vakit hareket o yerel de daha hızla ilerler. Bu nedenle devrimci marksistlerin işi yığınların örgütlenme düzeyinin yükselmesine yardımcı olmaktır.
Bu sadece devrimci partinin inşası ile olmaz. Hareketin yükseldikçe devrimci parti zaten gelişir, güçlenir. Asıl önemli olan aşağıdan bir hareketin yükselmesine yardımcı olmaktır.
İşimiz hareketi örgütlemek de değil. İşimiz hareketin örgütlenmesine yardımcı olmak, önünü açmaktır.
Türkiye'de devrimci marksistler bunu yapmaya çalışıyor ve bunu yapmaya kararlılıkla devam edecekler.
Doğan Tarkan