Sosyalist İşçi 255 (24 Haziran 2006)

 

Sayfa 9 :


Halk ulusalcılar gibi hayal dünyasında yaşamıyor
Solun ulusalı olur mu?

SONAR adlı kamuoyu araştırma şirketinin yaptırdığı son ankette katılımcılara bugün Türkiye'nin önündeki en önemli problemin ne olduğu soruluyor.
Katılımcılar ezici bir çoğunlukla (sırasıyla) işsizlik, IMF ve DB dayatmaları ve parasızlık yanıtlarını vermişler. Laikliğin elden gidiyor olduğu yolundaki bağırış çağırışa halkımızın pek itibar etmediği bu anketten anlaşılıyor. Çünkü birinci tehlikenin bu olduğunu düşünenlerin oranı %2,5.
Türban sorununu en elzem sorun olarak görenlerin oranı daha da vahim: %1,5. Yani halkımız, adını aydınlar gibi koyamasa da, asıl tehdidin neo liberal uygulamalar olduğunu kavramış durumda.
Peki bizim ulusalcı sol nelerle uğraşıyor? Bir şeriat devleti tehdidi hemen kapımızın önündeymiş gibi feryat figan türbana ve "şeriatçı" hükümete saldırıyor. Her fırsatta laiklik gösterileri düzenliyor. Daha geçen gün "Barışa Semah" adıyla düzenlenen geleneksel Alevi etkinliğini laik cephe gösterisine çevirdiler. Danıştay saldırısından hemen sonra, ordu destekli yapılan, laikliğin gövde gösterisini hatırlayalım (ki katillerin ulusalcılardan olduğu anlaşılınca ses seda kesilmişti).

Baykal özüne döndü
Avrupa'daki muadili İngiliz İşçi Partisi lideri savaş köpeği Tony Blair olan CHP lideri Baykal işi ifrata vardırıp sağ partilere birlik çağrısında bulundu. "Cumhuriyet demokrasiyi kurdu, şimdi demokrasinin cumhuriyeti savunma zamanıdır" söylemiyle laik cephenin en ön saflarında bayrak sallıyor, davul çalıyor.
Bu ulusalcı sol faşistlerle işbirliği yapıyor. Bu sol geçmişte "Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz" deyip beş bin insan katledilirken bunu meşrulaştıran Demirel'in sözlerini alkışlıyor. Çünkü Demirel de laik cepheyi destekleyen "Başını örtmek isteyen Suudi Arabistan'a gitsin" emrini buyuruyor.
Eskiden de "komünistler Moskova'ya" diye buyururlardı kendileri.

Bu ülke kimin?
Türk solu ezelden beri milliyetçidir. "Kurtuluş Savaşı"nı göklere çıkarır ama Osmanlı boyunduruğundan kurtulmak için ayaklanan halkların bağımsızlık mücadelelerini görmezden gelir. Eskiden o gazeteyi okudukları için insanları kurşunlayan faşistlere gazetedeki köşesinden 'kardeşlerim' diye seslenen İlhan Selçuk yeni milliyetçi olmamıştır. Kafası daima Misak-ı Milli sınırları çerçevesinde çalışmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi propagandası yapan en önemli gazete Cumhuriyet olmuştur.
İşçi Partisi doğuşundan beri milliyetçi ve ihbarcıdır. 1980 öncesi de sonrası da gazetelerinde ve dergilerinde solcuları ve "Apocu katilleri" devlete ihbar etmiştir. Çünkü onlar büyük ve güçlü bir Türkiye isterler. Bu büyük ve güçlü Türkiye'nin ne pahasına kurulacağı önemli değildir. İşçi sınıfı ezim ezim ezilebilir; olsun, Türkiye büyüyecektir. Halk açlıktan kırılacaktır; olsun, Türkiye gelişecektir.
Kıbrıs halkının hilafına "Ya taksim, ya ölüm" diye göğsünü siper eder. Kıbrıs halkı yıllardır altında ezildiği ambargodan bıkmıştır. Ne gam; onlar Türk'ün gücünü dünyaya kanıtlayacaklardır.
Türk solu ordu destekçisidir. İlerici hamleleri ordudan bekler. Ordu 10 yılda bir darbe yapar. Önce solcuları tutuklar, sonra her muhalifi. Yıllarca hapis yatırır, işkence eder, asar, keser. Üstüne bir de darbe şefleri çıkıp "pişman değilim, gene olsa gene yaparım" diye demeç verir. Ulusalcı sol yine de "şeriatçı" hükümet karşısında sırtını orduya yaslar. Sincan'dan tanklar geçerken göğsü kabarır, alkışlar. Alkışlamayanı da, hem nalına hem mıhına kabilinden, "ne şeriat, ne darbe" diyerek orduya karşı açık tavır sergileyemez.
Bu ülke Boğaz'daki beş milyon dolarlık yalılarına üç milyon dolarlık yatlarıyla yanaşanların mıdır, yoksa ülkenin herhangi bir köşesinde bir karış toprağı, bir dikili ağacı bulunmayanların mı? Yaşamak için emeğini satmaktan başka şansı olmayan, onu da satamaz hale gelince hastane kuyruklarında eskiyenlerin ülkesi midir burası? Yoksa Forbes'in dünyanın en zenginleri listesindeki yerlerini sağlamlaştırmak için milyonların hayatını hiçe sayan Koçların, Sabancıların, Uzanların, Doğanların mı? Kimin olması gerektiği ortada. Ama bugün kimin olduğu da ortada. Onlar parasını verip satın aldıkları bu ülkenin fiilen sahipleridir. Onların ülkesinin çıkarlarını savunmak onların çıkarlarını savunmak demektir.

Sermayeden sola teşekkürler!
Bizim ulusalcı solumuz bazı kadınların kafalarındaki bazı başörtüleriyle uğraşadursun, sermayenin icraatlarını takdirle karşıladığı AKP hükümeti IMF ve DB'nın bir dediğini iki etmiyor. Bu kayıkçı kavgası kargaşasında Genel Sağlık Sigortası adı altında sağlığımız satışa çıkarıldı.
Son devalüasyonla reel ücretler %20 geriledi. Yani cebimizdeki yüz liranın yirmisi vurguncuların cebine bir gecede akıverdi.
İhracatçı sermaye halinden memnun, çünkü dolarla satış yapıyor, dolarda artış var. Tüm sermaye halinden memnun çünkü faizler yükseldi. Devlet tahvilleri alıp devlete borç vermiş olan sermaye grupları paralarını daha yüksek faizlerle geri alacak artık. Peki devlet bu faiz yükünü nasıl karşılayacak? Bizden aldığı vergileri arttırarak, sağlığımızı, eğitimimizi satarak.
Türkiye büyük sermayesi Deniz Baykal ve onun gibilere teşekkür etmesin de ne yapsın? Onlar suyu bulandırıyor, bütün büyük balıkları sermaye yakalıyor.
Neyse ki (en azından SONAR anketine göre) halkımızın %97,5'i ulusalcılar gibi hayal dünyasında yaşamıyor. Halkımız da onlar gibi 2,5 akıllı olsaydı, halimiz nice olurdu?

Zeynep ÇALIŞKAN



Bence başka bir dünyada…

Kaldırımlarda çok daha rahat ve güvenli yürüyebileceğiz. Bugün üzerinde yürümeye çalıştığımız kaldırımları gözünüzün önüne bir getirin. Neler var? Bir kere kaldırımlar çok dar. Her tarafta sıkış tıkış evler, apartmanlar rasgele kondurulduğu için yaya kaldırımlarına ayrılan alanlar çok az. İki kişi bir kaldırıma zor sığıyor çoğu yerde.
Sonra kaldırımlar sürprizlerle dolu. Dalgın yürürken aniden bir trafik levhasının direğine toslayabilirsiniz. Kaldırımlara yağmur suyu arkları açılmıştır. Ayağınız sık sık bunlara takılır. Kaldırım taşları iyi döşenmediği için yerinden oynar ve içlerine dolmuş olan sular siz basınca sıçrar, pantolon paçanızı berbat eder.
İkide bir ilgili ekipler gelip baştan iyi planlanmamış doğalgaz, elektrik, su, telefon hatlarındaki arızaları gidermek için yolları ve kaldırımları kazar. İşleri bitince de kazdıkları yerleri özensizce kapatır. Bu yüzden kaldırımlar küçük çaplı dağlık arazilere döner.
Yürürken birden önünüze dar kaldırımı boydan boya kesen bir telefon santrali çıkar. Etrafından dolaşmak, bazen de kaldırımdan inmek zorunda kalırsınız. Otomobil sahipleri iki tekerleklerini kaldırıma çıkarıp park ederler. Yetmezmiş gibi esnaf da üç metrekarelik dükkânı için yaptırdığı beş metrekarelik reklâm tabelalarını kaldırımın ortasına yerleştirir. Bir de üstüne belediye kaldırıma ağaç dikip etrafını sivri demirler, dikenli tellerle çevirir.
Böylesi kaldırımlarda yürümek için iyi eğitim almış komandoların bile dalgın yürümemeleri gerekir. Diyelim ki bir bacağımız sakat ya da gözlerimiz görmüyor. Yahut çocuk arabamızı iterek kaldırımda yürüyoruz. Veya çocuğuz, annemiz ek-mek almaya göndermiş. Bu kaldı-rımları aşmak için kan ter içinde kalıp binbir tehlike atlatmaz mıyız?
Oysa sosyalist toplum her şeyden önce insanın sağlığı ve güvenliği temelinde örgütlenir. Örneğin bir mahalleye yaya kaldırımı veya bir üst geçit yapılacağı zaman oradan geçme ihtimali olan herkesin ihtiyaçları mahalle komitelerince belirlenir. Körlerin takılıp düşebileceği her türlü engel ortadan kaldırılır. Çocukların koşup oynayabileceği düşünülerek dikenli tel konulmaz. Doğalgaz, telefon vb. hatlar yer altından geçirilebilir ve böylece görüntü kirliliği de yaşanmaz, kimse de onlara çarpmaz; böylesi, üstelik o hatlar için de daha güvenlidir.
Yollara o kadar çok araba park edilmeyecektir. Çünkü toplu taşımanın yanı sıra şehir planlamacıları daha baştan, şehri kurarken insanın ihtiyaçlarını gözetecektir. Esnaflığa ve dolayısıyla dükkân reklâmına ihtiyaç olmayacağı için adımbaşı bir tabelaya toslamayacağız. Bence sosyalist toplumda bir arkadaşımızla karşılaşınca, başkalarının geçişini engellemeden durup sohbet edebileceğimiz kadar geniş, ferah kaldırımlar olacak.