Sosyalist İşçi 255 (24 Haziran 2006)

 

Sayfa 10 :

SİNEMA
İrlanda bağımsızlık savaşının hikayesi

Ken Loach'ın yeni filmi The Wind That Shakes The Barley henüz sinemalarda gösterime girmemiş olmasına rağmen büyük bir ödül kazandı (Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülü) ve ciddi tartışmalara yol açtı. İngiliz medyasının bazı unsurları bunun sadece bir tesadüf olduğunu ya da Loach'un aslında o kadar da önemli bir ödül kazanmadığını iddia ettiler. Kimi yazarlar ise Türkiye’deki birçok meslektaşlarına benzer bir biçimde bu ödülün Avrupa!daki İngiliz düşmanlığının ürünü olduğunu yazdılar.
Bunun üzerine Ken Loach şunları anlattı; "Sağcılar, histerik bir tepki verdiler. Daily Mail, ‘Bu adam kendi ülkesinden neden bu kadar çok nefret ediyor?’ diye yazdı.
“The Times beni, bir Nazi propagandacısı olan Leni Riefenstahl ile karşılaştırdı. Böyle bir tepki çok kaba, çirkin ve üstelik doğru değil. Bu saldırıların tüm sebebi, bu gazetelerin İngiliz İmparatorluğu'nun sorgulanması fikrine dayanamıyor olmaları.”
The Wind That Shakes The Barley, İrlanda'nın bağımsızlığını konu alan bir film.
Film 1920'lerde, yani İrlanda ulusalcısı Sinn Fein'in, yeni İrlanda Parlamentosu'nda çoğunluğu kazanmasından iki yıl sonra başlıyor. Fakat bu parlamentoda İngiliz hükümetinin hiçbir temsilcisi yoktu ve bunun üzerine İngiltere İrlanda'ya daha fazla asker gönderdi.
The Wind That Shakes The Barley, savaşın insafsızlığını her iki taraf açısından da gösteriyor -insanların, yabancı bir işgal ordusuyla nasıl savaşmak zorunda kaldıklarını ve böyle bir mücadelenin, köklü değişiklikler yapılmadığı sürece neden yetmeyeceğini anlatıyor.
Film, İngiliz "Siyah ve Kahverengi ceketlilerinin" (üniformalarının renginden dolayı onlara bu ad verilmiştir) bir çiftliği yağmalaması ile başlıyor.
Ulusal Özgürlük
Tabii ki "revizyonistler", ve İrlanda mücadelesinin ulusal kurtuluş hareketi olmadığını iddia eden tarihçiler bu filme saldıracaklardır.
Loach'ın söylediği gibi, "Bu insanlar, Bağımsızlık Savaşı olarak adlandırdığımız savaşta yapılanların, İrlandalıların yaptıklarının karşılığı olduğunu, dolayısıyla bu şiddetin asıl nedeninin İrlandalılar olduklarını söylüyorlar.
“Bunun üzerine biz de, Cork Üniversitesi'nden Donal O'Driscoll adlı bir tarihçi ve bir çok başka uzman ile birlikte çalıştık. Senaryonun yazarı Paul Laverty ile birlikte eski kaynakları, görgü tanıklarının anlatımlarını okuduk, çünkü bunların hepsi 80 yıl önce yaşandı.
“Günün sonunda, ben şuna inanıyorum, 'adalet yoksa, barış da yok' -dolayısıyla, İrlanda hemen hemen tam bağımsızlığını kazandığında, halkın büyük çoğunluğu tam bağımsızlık yönünde oy kullandığında bunu kabul etmek zorundasınız - ve İngilizler bu demok-ratik kuralı inkar ettiler.
“Askerlerini İrlanda'ya gönderdiler ve halka şiddet uyguladılar, ve bunun üzerine direniş başladı. Hepimiz bu gerçeği kabul etmek zorundayız.”
Filmde hemen ortaya çıkan diğer tema, yerel desteğin boyutudur. Bu yerel destek olmadan hiçbir gerilla hareketi varolamaz.
IRA gönüllüleri çiftliklerden yiyecek alıyor ve buralarda dinleniyorlardı. Sendikalar da, İngiliz askerlerini ve araç gereçlerini taşımayı reddederek, bu mücadelenin içinde aktif bir şekilde yer aldılar.
Film, yerel halkın neden silahlı mücadele vermek zorunda kaldığını gösterir. Bir İngiliz karakoluna yapılan saldırıdan sonra, bir IRA komutanı askerlerine şöyle der, "Eğer onlar buraya kendi vahşetleri ile gelirlerse, biz de onları kendi vahşetimizle karşılayacağız."
Bu sürekli askeri direniş, İngiliz hükümetini görüşme masasına oturmaya zorladı - Micheal Collins ve diğer Cumhuriyetçi liderler Londra'ya gittiler ve bir anlaşma imzaladılar.
Bu sırada Cork'da, yerel IRA gönüllüleri sinemada dünya haberlerini veren bir sessiz film izlerler.
İzleyiciler, sahnede İngiltere kralını gördüklerinde bağırırlar ve ekrandaki altyazı bağımsızlığın kazanıldığını bildirdiğinde alkışlamaya başlarlar.
Piyanist, eski bir ulusal şarkı olan "The Rising of the Moon"u çalmaya başlar, fakat bir sonraki altyazı görüldüğünde, şarkı büyük bir gürültü ile kesilir.
İrlanda parlamentosu, İngiltere tacına bağlılık yemini etmek zorundadır. Ve en kötüsü, İrlanda'nın 32 eyaletinden altısını oluşturan kuzeydeki eyaletlerin hiçbiri bağımsız olmayacaktır.
IRA'nın büyük çoğunluğu anlaşmanın kabul edilmesini ister, çünkü bunun elde edebileceklerinin en iyisi olduğunu düşünürler, ve İngiltere, eğer bu anlaşmayı kabul etmezlerse daha çok şiddet uygulayacaklarını söyleyerek tehdit eder.
Fakat, IRA'nın anlaşmayı kabul etmek iste-mesinin başka bir nedeni daha vardır -yerel liderlik, kullanılan silahların bir kısmının parasını ödeyen yerel toprak sahipleri ile iş anlaşmaları yapmaya başlar.
Egemenlik
Diğer bir deyişle, Sinn Fein çoğunluğu, İrlandalı toprak sahiplerinin, direnişin belkemiğini oluşturan yoksul İrlandalı köylüleri ezmesinden rahatsız değildir.
Bu dönemde İrlanda, Avrupa'da çocuk ölümlerinin en yüksek olduğu yerdir. 1921'de, Dublin'deki ailelerin üçte biri tek bir odada yaşıyordu.
Anlaşma hakkında yapılan bir tartışma sırasında, anlaşmaya karşı olan aktivistlerden bir tanesi şöyle der, "Tüm bunları, sadece bayrağın rengini değiştirmek için yaşamadık."
Başta hiç konuşmayan bir diğer gönüllü, Congo, sonunda sesini yükseltir. Sözleri çok çarpıcıdır.
"…Özgürlük hem çok yakın hem de hala ulaşamayacağımız kadar uzakta. Ve eğer şimdi durursak, bugün burada hissettiğim gücü bir daha hiç yakalayamayacağız. Ve eğer şimdi ara verirsek, hayatımız boyunca bir daha asla bu enerjiyi göremeyeceğiz. Asla!"
Kilisenin anlaşmayı desteklemesiyle IRA bölünür. Fakat İngiliz askerleri İrlanda'yı terk ederler.
Yeni askerler önlerinden geçerken insanlar şöyle homurdanırlar, "Siyah ve Kahverengi ceketliler gitti, şimdi Yeşil ve Kahverengi ceketliler geldi."
Filmin son çeyreği, İngilizlerin bölmeyi başardıkları iki Cumhuriyetçi kamp arasındaki savaşı anlatır.
Filmin sonunda, bugün Irak'taki İngiliz ordusunu hatırlamadan edemezsiniz, ve Loach bunu itiraf eden ilk kişidir.
Loach şöyle diyor, "Bence İrlanda'da yaşanan, klasik bir bağımsızlık, demokratik bir yapı kurma ve işgalci bir orduya direnme mücadelesi öyküsüydü.
"Fakat aynı zamanda, yeni bir toplumsal yapıya sahip bir ülke kurma mücadelesiydi.
"1920-21 yılları arasında İrlanda'da bulunan İngiliz ordusu, işgalci bütün orduların dünyada yaptıklarını yaptı - saldırdıkları ve ülkelerini işgal ettikleri insanlara karşı ırkçı bir tutum takındı.
"Bu ordular, insanların evlerini yıkarlar, şiddet ve baskı uygularlar - ve bugün İngiliz ordusu Irak'ta tam da bunu yapıyor.
"Korkunç manzaraya rağmen, şu bir gerçek ki, İngiliz ordusu İrlanda'yı terk etti. Bu, umut verici bir şey."


Ken Loach işçilere konuştu
Altın Palmiye ödülünü kazanan Ken Loach İngiltere’ye geldiğinde ilk iş olarak sendikalaşmaya çalışan telekominikasyon işçilerinin bir toplantısına katıldı.
70 kişinin katıldığı toplantıda Loach’ın “Ekmek ve Gül” adlı filmi gösterildi ve Loach filmi hakkında konuştu. Ekmek ve Gül Amerika’nın Los Angeles kentinde örgütlenmeye çalışan göçmen işçiler hakkında. Loach’ın kouştuğu işçiler ise Londra’da örgütlen-meye çalışan göçmen işçiler.
Loach konuşmasında nasıl gerçek örgütçülerin filminde yer aldığını anlattıktan sonra geçen sene Londra’da düzenlenen Avrypa Sosyal Forumu’na ilişkin bir anısını anlatarak sendikacıları eleştirdi.
Loach Sosyal Forum’dagene Ekmek ve Gül adlı filminin gösterimi öncesind ekonuştuğunu ve o günlerde Londra’nın bir başka bölgesinde göçmen işçilerin örgütlenmeye çalıştığını ve bu amaçla işyerlerinin olduğu bölgede bir yürüyüş yapmak istediklerini ama polisin yürüyüşe izin vermediğini bunun üzerine sendikacıların derhal yürüyüşten vazgeçtiklerini ama kendisinin ve bir grup sosyalistin işçilerle birlikte gene de yürdüklerini anlattı.
Loach “bizim kararlı ve müca-deleci bir sendika hareketine ihtiyacımız var” diyerek konuşmasını bitirdi.


SİNEMA
Savaşa rağmen
halklar kardeştir
Christian Carion’un yazıp yönettiği “Ateşkes” gerçek bir hikayeyi anlatıyor. Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlar ile müttefikler arasında ki bir cephede bir Alman müzisyenin noel gecesi şarkı söylemeye başlaması üzerine karşıdan İskoç askerleri şarkı ile cevap veriyorlar ve kısa sürede kendiliğinden ateşkes ilan ediliyor.
Bir önceki gün birbirlerini katleden askerler siperlerinden çıkarak yanyana geliyorlar ve birlikte noeli kutluyorlar.
Ateşkes çok çarpıcı bir biçimde savaşan güçlerin aslında kardeş olduğunu, savaşmak için hiçbir nedenleri olmadığını anlatıyor. Güzel tarafı ise bunu siyasal bir mesaj verme çabası ile değil, çok doğal bir biçimde anlatması.
Birlikte yapılan Noel kutlamasının ardından askerler üzüntü içinde birbirlerinden ayrılıyorlar. Ertesi gün bu kez de iki siper hattı arasındaki ölülerini toplamak için ateşkes yapıyorlar. Gene kardeşleşme yaşanıyor. Askerlerin savaşmama istekleri iyice artıyor. Ve ertesi günü olay üst makamlar tarafından anlaşılıyor. Her iki taraf birden birlikleri cezalandırıyor. Alman birliği Doğuya, Ruslarla savaşı-lan dondurucu soğuk cepheye gönderiliyor.

Ateşkes
Senaryo ve yönetmen: Christian Carion, Oyuncular: Diane Kruger (Anna Sörensen) , Benno Fürmann (Nikolaus Sprink), Guillaume Canet (Teğmen Audebert) , Dany Boon (Ponchel), Gary Lewis (Palmer) , Daniel Brühl (Horstmayer) , Alex Ferns (Gordon) , Steven Robertson (Jonathan) , Lucas Belvaux (Gueusselin), 116 dakika