Sosyalist İşçi 257 (10 Ağustos 2006)

 

Sayfa 5 :

Meksika seçimleri dev gösteriler oluyor
Meksika tarihinin en büyük gösterisi Temmuz ortasında gerçekleşti.
Yerel basın ve gösterinin düzenleyicilerinden PRD (Devrimci Demokratik Parti) gösteriye 1 milyon kişinin katıldığını söylüyorlar.
Bu, PRD’nin Başkanlık seçimlerindeki adayı ve eski Meksika Şehri Belediye Başkanı, halk arasında AMLO diye bilinen Andres Manual Lopez Obrador’un çağırdığı ikinci gösteri. Gösterileri 2 Temmuz’da yapılan seçimlerde Milliyetçi Hareket Partisi (PAN) adayı Felipe Calderón’un hile yapması üzerine düzenlendiler.
Son gösteri, bir öncekinden en az 2 kere daha büyük oldu. Başkentin merkezindeki dev Zocalo meydanı göstericilerle doluydu.
Gösteri başladıktan saatler sonra göstericiler Zocalo meydanına hala giriyorlardı. Çoğunluğu ise meydana giremediler.
Gösterinin başlıca sloganları “Sí se puede” (Evet, yapılabilir), “El pueblo unido jamas será vencido,” (Birleşen halk yenilmez) di.
PRD’nin yeşil bayrakları ile sol partilerin kızıl bayrakları yanyanaydı. AMLO’nun, Che Guevara ve Emiliano Zapata’nın binlerce fotoğrafı vardı.
PRD’nin, üzerinde “No al pinche fraude!” (kahrolası sahtekarlığa hayır) yazılı çok sayıda pankartı vardı ama birçok gösterici kendi evlerinde hazırladıkları pankartlarla gelmişti.
Seçimlerde AMLO’nun karşısına çıkan PAN’ın adayı Calderon eski Başkan Vicente Fox’un da desteğine sahipti.
Sayısız hile ve usulsüzlük haberine rağmen seçim sonuçları televizyonlardan alelacele ilan edildi. Sağın adayı Calderon sadece yüzde yarım ilerdeydi.
Seçimlerden önce Başkan Fox AMLO’nun adaylığını engellemeye çalışmış ama yığınsal gösteriler sonucu bu tutumundan vaz geçmişti. Bunun ardından AMLO’ya karşı çok yoğun bir tahrifat kampanyası başlatıldı. Aynı günlerde AMLO’yu destekleyen işçilerin grevlerine polisler saldırdı.
En önemli polis saldırısı seçimden bir kaç hafta önce Meksika Şehri’nin yakınında halkın bir havaalanı inşaatına karşı çıktıkları San Salvador Atenco’da gerçekleşti.
AMLO aslında Belediye Başkanlığı’nda yoksulluğa karşı popülist politikaların yanı sıra patronlardan yana politikalar da uyguluyordu.
Çevresinde Meksika’yı Fox Başkan seçilinceye kadar 70 yıl boyunca yönetmiş olan Kurumsal Devrimci Parti’nin (PRI) kadroları vardı.
Sonuç olarak ağır saldırılar ve yalanlarla sürdürülen kampanya AMLO’nun başlangıçtaki büyük farkının kapanmasına neden oldu.
PRD seçimlere hile karış-tırıldığını iddia ederek bütün oyların yeniden sayılmasını istiyor.
Son gösteriden önce gerçekleştirilen birçok daha küçük gösteriden birinin örgütçülerinden birisi “eğer Meksika halkı yabancıların boyunduruğundan kurtulmak ve kendi sularına ve petrollerine sahip çıkmak istiyorsa önce AMLO’ya sahip çıkmalı” diyordu.
Ne var ki AMLO o denli radikal değil. Son gösteride kendisini Che ya da Zapata’ya değil Meksika’nın 19. yüzyıldaki başkanı Benito Juarez’e benzetti. Ulusal birlik çağırıları yaptı.
Ancak AMLO iki hafta sonra bir yeni gösteri çağırısı daha yaptı ve bu gösterinin iki kere daha büyük olacağını söyledi.
Gösteriye katılanlar bu olayda sağa teslim olmak istemiyorlar. Bu nedenle gelecek gösteri AMLO’nun dediği gibi iki kere daha büyük olabilir.
Bu seçim mücadelesi emekçi yığınların kendilerine güvenini arttırıyor ve giderek büyük emekçi yığınların radikalleşmesine yol açıyor.
Jon Van CAMP


Neden “iki devlet” Filistinliler için çözüm değil
Kana'daki katliam, İsrail'in, yalnız bugün yürüttüğü savaşta değil bugüne kadar yürüttüğü tüm savaşlardaki vahşiliğinin tipik bir örneği. Bu durum İsrail'in Ortadoğu'da barış içinde varlığını nasıl sürdürebileceğine dair hayati soruyu gündeme getiriyor.
Dünya çapında sol ve ilerici düşüncenin desteklediği Filistin hareketi otuz yıldan beri iki devletli çözüm konusunda resmi bir politikaya sahip. Bu fikir İsrail ve Filistin'in birbirinden ayrı, demokratik devletler halinde yan yana barış içinde yaşayabileceği bir anlaşmaya varılabileceği tezine dayanıyor.
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri Yaser Arafat 1993'te, bunun iki devletli bir çözüme ulaşma yolunda bir adım olduğunu öne sürerek, Oslo Anlaşma-sı'nı imzalamıştı. Ama Oslo'dan beri "barış süreci" deneyimi iki devletli çözümün işlemeyeceğini gösterdi.
Bunun bir nedeni iki taraf arasındaki devasa güç dengesizliği.
İsrail, ABD tarafından desteklenen ve finanse edilen dünyanın en büyük askeri güçlerinden birine sahip. Oysa Filistin Yönetimi (FY) parçalanmış topraklar üzerinde kendisine verilmiş sınırlı bir otoriteye sahip ve mali olarak da -Hamas'ın keşfettiği gibi- desteklerini her an kesebilecek olan Avrupa Birliği gibi dış güçlere bağımlı.
İsrail politikası FY'nin zayıf ve bağımlı kalmasını sağlamak için bu denge-sizliğin sürmesine çalışıyor.
İki devletli çözümün taraftarları bunun İsrail politikacılarının becerisine ve Filistinlilerin ise beceriksizliğine bağlıyor.
Bu argüman İsrail liderliğinin FY'ni zayıflatmak için tüm araçları kullanma nedenini (Yahudi devletinin güvenliğini koruma ihtiyacı) açıklamakta başarısız kalıyor.
İkiyüzlülüğün ötesinde bir durum.
İsrail sonradan gelip yerleşmiş sömürgeci bir devlettir. Bir diğer deyişle asıl yerlileri tarafından kuşatılmış ve Batılı emperyalist güçlerce desteklenen yabancılar tarafından işgal edilmiş topraklarda kurulu bir devlettir. Bütün işgalci devletler gelip topraklarını çaldıkları insanları ne yapacakları sorunuyla karşı karşıya kalırlar.
Öyleyse çözüm ne?
İşgalcilerin gözünden en iyi çözüm birkaç yüzyıla yayılmış bir yok ediştir. ABD, Kanada ve Avustralya bu politikanın başarısının kanıtlarıdır.
Bir diğer çözüm yerli halkları işgalcinin işgücü haline dönüştürmektir. Güney Afrika, Rodezya, Kenya ve Cezayir bunun örnekleridir. Ancak bunun büyük bir dezavantajı vardır: mülksüz-leştirilmiş bu halklar er ya da geç örgütlenip ülkeyi yeniden ele geçirirler. Bu ülkelerin hepsinde durum bu olmuştur.
Siyonist sömürgeciler milyonlarca Filistinliyi, çoğunluğu komşu ülkelere olmak üzere, topraklarından sürdüler. Geriye kalanlar hala İsrail yönetimine bağlılar. Bunlar da Arap halklarının büyük bir sempa-tiyle yaklaştığı, çeşitli derecelerde direniyorlar. Sonuç İsrail'in sürekli bir güvensizlik durumunda kalmasıdır. İsrail mülk-süzleştirdiği insanların arasında ve onlarla sürekli savaş halinde yaşıyor.
İsrail Filistinlileri yok edemez. Naziler bile Holokost'u (soykırım) uygulamak için İkinci Dünya Savaşı'nın sağladığı bir gerekçeye ihtiyaç duydu. Sağ kanat İsrail siyasetçileri tüm Filistinlileri komşu ülkelere sürmeyi savunuyor, ancak bu da Arap dünyasıyla var olan çelişkileri artırabilir. Ama İsrail Filistinlilerle barış da yapamaz. Tek gerçekçi çözüm milyonlarca Filistinli mültecinin geri dönmesine izin vermek olabilir. Ama bu da bir Yahudi devleti olan İsrail'in temelini yok eder.
Bu yüzden İsrail'in Filis-tinlilerle varabileceği her "anlaşma" zorunlu olarak sözde kalır.
"Barış süreci"ni yürüten İsrail başbakanı İzak Rabin bunu, FKÖ'nün Filistinliler üzerinde baskı uygulayan anti demokratik bir örgüt olduğu varsayımına dayanarak yaptı. Ancak Hamas'ın seçim zaferi gibi bir derece gerçek demokrasi her şeyi darmadağın etme tehdidi taşıyor.
Yagane gerçek çözüm FKÖ'nün 1970'lerin ortaklarında savunduğu politikada yatıyor: Yahudi ve Arapların, Hristiyan ve Müslümanların eşitlik temelinde bir arada yaşadığı, tek bir laik, demokratik Filistin devleti. Varolan durumda bu tamamen ütopik görünebilir. Ama yaşadığımız dehşet ortamı radikal çözümler gerektirmiyor mu?
Alex Callinicos


İsrail-Arap çatışmasının 11 kuralı

Kural 1:
Ortadoğu'da, ilk saldıran her zaman Araplardır, İsrail her zaman kendini savunandır. Buna "misilleme" denir.

Kural 2:
İster Filistinli ister Lübnanlı olsun, Arapların İsrailli öldürmesine izin yoktur. Buna "terörizm" denir.

Kural 3:
İsrail'in sivil Arap öldürme hakkı vardır. Buna "kendini savunma" veya bugünlerde "kaçınılmaz zaiyat" denir.

Kural 4:
İsrail çok aşırı sayıda sivil öldürdüğünde, Batı dünyası "itidal" çağrısında bulunur. Buna "uluslar arası toplumun tepkisi" denir.

Kural 5:
Filistinlilerin ve Lübnanlıların İsrail askeri (sınırlı sayıda, hatta bir iki tane bile) tutuklama hakkı yoktur.

Kural 6:
İsrail'in istediği kadar Filistinli ve Lübnanlı tutuklama hakkı vardır (Filistinli: şu ana kadar, 300'ü çocuk olmak üzere yaklaşık 10.000; Lübnanlı: şu ana kadar, mahkemeye çıkarılmadan tutulan 1.000). Bunun sınırı yoktur; suç kanıtı veya yargılama gerekli değildir. Gerekli olan tek şey, sihirli "terörizm" sözcüğüdür.

Kural 7:
“Hizbullah" sözcüğü telaffuz edildiğinde, önüne her zaman "Suriye ve İran'ın desteklediği" ifadesi eklenmelidir.

Kural 8:
"İsrail" sözcüğü telaffuz edildiğinde, önüne hiçbir zaman "ABD, İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinin desteklediği" ifadesi eklenmemelidir, çünkü insanlar (Allah korusun) bunun eşitsiz bir çatışma olduğu zannına kapılabilir.

Kural 9:
İsrail'e gelince, "işgal altındaki topraklar", "BM kararları" ve "Genevre Konvansi-yonu" sözcükleri telaffuz edilmemelidir.

Kural 10:
İsrailliler Araplardan daha iyi İngilizce konuşur. Bu nedenle, yukarıdaki 9 Kuralı anlatmaları için mümkün olduğunca onları konuşturmak gerekir. Buna "tarafsız gazetecilik" denir.

Kural 11:
Bu kurallara katılmıyor veya İsraillilere karşı Arapları destekliyorsanız, tehlikeli bir anti-semitsiniz.

Beyrut'ta yaşayan Abdullah'ın blog'undan.
The Nation dergisinden