Sosyalist İşçi 258 (24 Ağustos 2006)

Sayfa 4 :



Hasankeyf'e dokunmayın
Hasankeyf. Bir çok tarihçi, araştırmacı ve yazar tarafından uygarlığın beşiği ya da tarihin en eski şehirlerinden birisi olarak adlandırılıyor. Uygarlığın beşiği, şimdi bir şirket projesinin tehdidi altında.
Baraj projesi 50 bin insanın göç etmesine neden olacak ve bu çok önemli tarihi mirası sular altında bırakacak.
Bundan 4 yıl önce İngiliz Balfour Beatty İnşaat Firması, Independent gazetesinin, çevrecilerin ve arkeologların desteğiyle yürüttüğü karşıt kampanya sonucunda Ilısu Projesi'nden vazgeçmişti. Ama Recep tayip Erdoğan vaz geçmiyor. Ilısu Projesi, Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde bulunan, sulama ve hidroelektrik gücü sağlayan ''Güneydoğu Anadolu Projesi'' GAP'ın 22 barajından biri.
Tayip Erdoğan, Ilısu Projesi'nin ilk temelini attı. Hasankeyf'te ve çevre köylerde yaşayan binlerce insan için bu proje tam bir felaket.
Başbakan Erdoğan, eleştirilere, "Hasankeyf'in sular altında kalacağı külliyen yalandır. Tam aksine, biz bunun arkasında neyin yattığını gayet iyi biliyoruz. Biz Hasankeyf'i sular altında bırakmayacağız, biz Hasankeyf'i şimdiki yerin biraz kuzeyine taşıyoruz. Köprüsüyle, camisiyle, tarihi eserleriyle ilçeyi yeni yere taşıyacağız" diyerek yanıt veriyor.
Erdoğan, belli ki tarihin taşınabileceğini düşünüyor. Oysa Hasankeyf kayaların içi oyularak oluşturulduğu için kenti sulardan korumak imkansız. Uzun sure Hasankeyf'te kazı çalışmalarının sorumluluğunu yürütmüş olan Profesör Oluş Arık, 'kültürel değeri olan yapıların en fazla yüzde 20'si kurtarılabilir' diyor. Uzmanların bu görüşlerine karşılık başbakan hangi bilimsel temele dayanarak Hasankeyf'i bir bütün olarak "kuzeye" taşıyabileceğini iddia ediyor, merak konusu.
AKP hükümetinin gözü gerçekten de şirketler, inşaatlar ve kardan başka bir şey görmüyor. AKP'ye göre her şey satılık, tarih bile.
Hasankeyf'i savunmak için daha öncekilerden çok daha yaygın bir mücadele vermeliyiz.


Otopan: Öldürmeye gelen gemi
Çok bilinen kimyasal bir karsinojen olan asbest yüklü Otopan gemisi, geçtiğimiz hafta gemi sökümü işlemi için Türkiye'ye doğru yola çıktı. Holanda'nın Amsterdam şehrinden sökülmek üzere Ailağa'ya doğru yola çıkan gemi tam bir zehir deposu.
Tehlikeli Gemi Sokumu Önleme Girişimi üyeleri, Otopan isimli gemiye verilen izinlerin geri alınması için 16 Ağustos'ta bir basın açıklaması yaptılar.
İzmir Valilik önünde yapılan basın açıklamasında Avukat Arif Ali Cangı, geminin çok geç olmadan Hollanda'ya geri gönderilmesi gerektiğini vurguladı. Cangı, yapılan bildirimlerde gemide sadece 1 ton asbest olduğunun bildirildiğini ama gerçek asbest miktarının 10 ton olduğunu açıkladı.
Cangı, "Hileli ve yalan beyanlarla Türkiye'ye getirilmesine izin verilen Otopan gemisi 'yasadışı trafik'tir. İhraç eden Hollanda'ya iade edilmelidir" dedi. Tehlikeli Gemi Sökümünü Engelleme Girişimi, Çevre Bakanlığı ve İzmir Valiliği'ne taleplerini içeren dilekçe gönderdi.
Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe ise Otopan isimli geminin geri yollanacağını söyledi.


Turizm Bakanı’nın açıklaması:
"Hasankeyf'in sular altında kalacağı külliyen yalandır. Tam aksine, biz bunun arkasında neyin yattığını gayet iyi biliyoruz. Biz Hasankeyf'i sular altında bırakmayacağız, biz Hasankeyf'i şimdiki yerin biraz kuzeyine taşıyoruz. Köprüsüyle, camisiyle, tarihi eserleriyle ilçeyi yeni yere taşıyacağız. Orada yeni bir Hasankeyf inşa edeceğiz. Kesinlikle o tarihi eserleri sular altında bırakmayacağız. Tarihi eserlerin sular altında kalmasına müsaade etmeyeceğiz. Projeyi bizzat ben takip ediyorum. Ve geçenlerde son şeklini gördüm. Yakında barajın inşaatına başlanacak. Ben tüm Batmanlılar'a sadece Hasankeyf'i değil Ilısu Barajı'na da sahip çıkın diyorum. Çünkü, Ilısu Barajı Güneydoğu'nun adeta yeni zenginliklerden bir tanesi olacağı gibi, turizm açısından da Hasankeyf'e büyük katkı sağlayacak. Yeni Hasankeyf hem baraj hem de turizm açısından çok gelişecek. Bazıları bunun önünü kesmeye çalışıyor. Bazıları çevrecilik adına, bazıları af edersiniz başka düşüncüler adına bunun önüne kesmeye çalışıyorlar. Asla biz bunu yapmayız. Hasankeyf sular altında kaymayacak, Ilısı Barajı ve Hasankeyf bu bölgeye başka bir güzellik katacak."


Medikolar
Sağlık reformunun ne olduğunu hükümete öğretelim
Üniversiteliler artık hastalanmıyor. Hükümetin yeni yasasına göre milyonlarca insanın aşı ihtiyacı, sürekli ve hayati (kalp hastalıkları gibi) hastalıkları olmadığı gibi artık üniversitelilerin de artık hiçbir sağlık problemi yok!
Yeni sağlık yasası uyarınca üniversite öğrencilerine sağlık hizmeti sağlayan Mediko'lara artık kaynak olmadığına göre, üniversite öğrencileri bir yolunu bularak hastalanmayacaklar.
Eğer hastalanırlarsa, artık eskisi gibi "sosyal güvencem yok Mediko'ya giderim" diyemeyecekler çünkü yeni yasa ile Mediko'lara kaynak aktarımı durduruldu. Hükümet özel sektörün önünü açıyor ve zaten tam anlamı ile üç kuruşla geçinen öğrencileri özel poliklinik ve hastanelere yönlendiriyor.
Hükümet, Mediko'lara kaynak aktarımının durdurulduğu, sağlık ocaklarının kapatıldığı, protez ve düzenli ilaçların kapsam dışında bırakıldığı bu yasaya sağlıkta reform diyor.
Her yıl milyonlarca doların aktarıldığı, ABD ve İsrail ile yapılan askeri anlaşmalar, askeri anlaşmalar kısılmıyor da; öğrencilerin Mediko'larına el konuluyor.
Hükümete, sağlıkta reformun ne olduğunu sokakta, okulda başlatacağımız kampanya ile öğretmemiz gerekiyor. Bunun için şimdiden başlayarak hızla kampanyamızı örmemiz gerekli!
Mediko kampanyası ile ilgili bilgileri Barışarock boyunca Küresel Eylem Grubu standından alabilirsiniz.


İzmir'de 500 kişilik eylem
Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde "İsral'i Durduralım" Meşaleli Barış Zinciri yapıldı. Barış Zinciri Eylemi İzmir'de son yılarda mitingler dışında yaptığımız en katılımlı ve en etkili eylemlerden biri oldu. En az 500 kişi sloganlar, meşaleler, mumlar ve resimlerle el ele tutuşarak Caddeyi boydan boya doldurdu. Eylemi gören bir çok kişi zincire katıldı. Katılımcıların kararlılığı sevindiriciydi. Eyleme katılanlar eylemle ilgili memnuniyetlerini ve teşekkürlerini defalarca sundular.
Herkes yakasında "İsrail'i Durdurun" logosunu taşıdı. 22 bin yaka için, 5 bin ev, dükkan, araba vb. için hazırlamış olduğumuz "İsrail'i Durdurun" logoso dağıtıldı.
Eylem başlangıcında Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu adına konuşmayı ve açıklamayı Melih Yalçın yaptı. Melih Yalçın'ın yaptığı açıklamadan sonra barış zinciri oluşturuldu. Barış zinciri Kıbrıs Şehitleri girişinde başladı. Barış Zinc irinin bir kolu başlangıç noktasında iken bir kolu cadde sonundaydı.


Komplo teorileri
Hasan savaş istiyor, Eruğrul ve Hadi de...

Bir süredir Radikal gazetesinde "yazan" Hasan Celal Güzel, kötülük dolu yağlı yüreğinin içinde kalanları kustuğu bir yazı yazdı geçenlerde. Yazının başlığı, "Lübnan'a elbette asker göndermeliyiz."
Benzer görüşler Hadi Uluengin, Ertuğrul Özkök gibi yazarlarca da ifade ediliyor.
Bu, çok acayip bir koro. Bu bir savaş korosu. Bu, savaş şakşakçılığı yapmayı maharet sanan, nedense, memleketin ali menfaatlerini her seferinde militarizmde, savaşta gören bir koro.
Koro bir kan gölünün üzerinde tepiniyor yeniden: "Elbette Lübnan'a asker göndermeliyiz" diyor.
Elbette beyler, elbette. Siz emredin yeter, siz isteyin yeter!
Altı üstü nedir ki, biraz daha kan dökülür, Türkiye İsrail'in işgalinin ortağı olur, Türk askerleri Hizbullah'ı silahsızlandırma operasyonunun koçbaşı olur, AKP hükümeti Bush'un "teröre karşı savaş" politikasının kalifiye maşası olur. Siz memnun olursunuz, Olmert, New York enternasyonalizminizin merkezi neo conlar, Blair memnun kalırlar.
Eruğrul Özkök, Lübnan işgalinin daha ilk günlerinde AKP hükümetini eleştiriyordu. Tayyip Erdoğan'ın, İsrail'i eleştirirken, Hizbullah'ı eleştirmemesinin yanlış olduğunu söylüyordu.
Özkök, savaş korosunun akıllı şeflerinden. Hizbullah'ın terörist olduğunu bir kez söyledikten sonra, kaba tabiriyle Bush'un zoka-sını bir kez yuttuktan sonra, "Barış Gücü" kisvesiyle Hizbullah'ı silahsızlandırmak için "Lübnan'a elbette asker göndermeliyiz" iddiasının politik temelini de atmış oluyor.
Türkiye'yi çocuk katilleri şebekesinin ortağı yapmak isterken, garip bir hırsla endazeyi kaçırarak, Türkiye'nin dış politikasını sadece kendilerinin belirlemesi gerektiğini de ağızlarından kaçırıyorlar. Hasan Celal, "Yediden yetmişe herkes ilâ maşallah diplomasi uzmanı kesilmiş vaziyette" diyerek hayıflanıyor. Hayıflanırken de halkı aşağılıyor, halkın dış politikaya bu kadar müdahil olmasına kızıyor. İş Hasan'a bırakılmalı, Ertuğrul ve Hadi'ye devredilmeli. Devredilsin ki bir kez daha 1 Mart "kazasıyla" karşılaşılmasın.
Bu türden bütün "dış politika uzmanları" (siz bunu "her zaman ve sonsuza kadar savaşalım korosu" olarak okuyun), haklı olarak, Ortadoğu ve ABD ile ilişkiler konusunu açtıkları her seferinde 1 Mart'ı hatırlıyorlar.
1 Mart tezkeresinin mecliste reddedilmesini unutamıyorlar. Bu yüzden dış politikaya, cühela halkın dahil olmasını istemiyorlar. 1 Mart tezkeresinden önce halk, savaşa kararlı bir biçimde karşı çıktı. Bush'un işgal harekâtına açık bir cephe aldı. Irak halkını arkadan bıçaklamayacağını gösterdi.
Halkın bu büyük politik cesareti belli ki Hasan Celal'e acı vermiş. Saçmalaması bu yüzden. Dış politikayı bize bırakın diye bas bas bağırması bu yüzden. Diyor ki, romantik barış havarileri, islamcılar, aydınlar ve solcular el ele "barış senfonileri çalıyorlar."
Evet çalıyoruz, bizim birleşik barış senfonimiz, sizin kan koronuzu bir kez daha yenecek.
Siz Lübnan'a işgal ve ölüm vaat ediyorsunuz..
Biz ise, ressam Mehmet Güleryüz'ün Küresel BAK'ın Lübnan'la dayanışma eyleminde söylediği gibi, insanlık ve dayanışma vaat ediyoruz: "Türkiye Lübnan'a asker yollayamaz. Türkiye'den Lübnan'a gönderilmesi gereken tek şey,halkın barış duygularıdır, ekmektir, sağlık yardımıdır, çadırdır, insanlıktır."
İnsanlık, beyler, insanlık.
İnsanlık bir kez daha kazanacak, siz kaybedeceksiniz!
Mustafa Metin