Sosyalist İşçi 258 (24 Ağustos 2006)

 

Sayfa 13 :



Savaşa karşı, daima,
savaşı durdurana kadar
Küresel kapitalizme karşı hareket içinde uzun bir süredir, savaşın en önemli sorun olmadığını, kapitalizmin yarattığı başka tahribat biçimlerine karşı mücadelenin öne çıkartılmasının gerekli olduğunu savunan bir kanat var. Bu kanadın sesi, trajik bir biçimde, savaş, bombardıman, dev savaş aygıtının şiddeti altında çocuk ölümleri arttığında kesiliyor. Yeni bir şiddet dalgasına kadar, arada, savaşın ağırlığı, sadece bombardımanlara maruz kalanlarca hissedildiği zamanlarda, hareketin içinden bir ses çıkıyor ve biraz da başka işlerle uğraşılması gerektiğini anlatıyor.
Bu, kapitalizmin kendisini aynı zamanda askeri-sanayi bir kompleks olarak da örgütlediğini göremeyen, bu yüzden de aslında kapitalizmi anlama becerisini gösteremeyen dostlarımızı geçen yıl İstanbul'da düzenlenen Avrupa Sosyal Forumu hazırlık toplantısında bizzat dinleme şansımız oldu. İtalya sendika hareketinden ve Fransa'dan ATTACK grubundan gelen temsilciler, savaşın Avrupa için çok önemli olmadığını, "öteki Avrupa"nın, yoksulluğun, dışlanmışlığın, sendikasızlaşmanın Avrupa'sının daha yoğun bir biçimde tartışılmasının çok önemli olduğunu vurgulamışlardı.
Bu görüşü savunanlar, sadece günümüz kapitalizmini yorumlamak konusunda değil, George W. Bush yönetiminin özelliklerini, bu yönetimin temsil ettiği yeni muhafazakar elitin ABD'nin dünya hegemonyası için hırsla başlattıkları politik-askeri gelişmelerin de farkında değiller.
Küresel hareket içindeki bu dostlarımızın Türkiye'deki muadilleri, zaman zaman, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu'nun (BAK) çıkarttığı bildirilerle, BAK aktivistlerinin saplantılı gibi, dünyada başka hiçbir sorun yokmuş gibi yaz-kış ABD'nin Irak işgalinin sona ermesi için kampanya yapmalarıyla dalga geçmekteler.
BAK'ı kuran aktivistler, tek konulu, ABD'nin küresel hegemonyasını sağlama almak için başlattığı askeri saldırganlık sona erene kadar kampanya yapma ısrarıyla yola çıktılar. Irak işgalinin üzerinden üç yılı aşkın zaman geçmiş olması ne BAK'ta bu perspektifle yola çıkan ne de küresel savaş karşıtı hareketin yaygınlaşması için tüm dünyada gecesini gündüzüne katan aktivistlerin yanıldığını gösterir. Yine Küresel BAK'ın 4 Mart'ta İstanbul'da düzenlediği savaş karşıtları buluşmasına İngiltere Savaşı Durdurun Koalisyonu'nu temsilen gelen Lindsey German'ın o toplantıda söylediği gibi, savaş karşıtı hareketin yaygın politik etkisi belki savaşı durdurmadı ama Irak'ın başka her hangi bir savaş gibi unutulmasını da engelledi. Bush ve ekibinin peşini hiçbir zaman bırakmadık. Aralıksız kampanyalar sayesinde Bush skandallarla sarsıldı, Bush'a en yakın isimler istifa etmek zorunda kaldılar, Donald Rumfseld soruşturma komisyonlarına ifade vermek zorunda kaldı. Bush'un 11 Eylül'den hemen sonra ABD halkının büyük çoğunluğundan aldığı halk desteği, bugünlerde yüzde 30'larda sürünüyor. Bunun nedeni, savaş karşıtı hareketin, ABD'nin Irak savaşının peşini bir an bile bırakmamış olması.
Savaş karşıtı kampanyayı önemsiz görenler, İsrail Lübnan'a saldırdığında sudan çıkmış balığa döndüler. Türkiye'de, bir kampanya olarak, sadece ve sadece, BAK aktivistleri hiç beklemeden sokağa çıktılar. Bu BAK aktivistlerinin cengaver olmasından kaynaklanmıyordu. BAK zaten, "İran Irak olmasın" kampanyasına başlamış, ABD'nin yeni hedefinin İran olduğunu sokakta anlatmaya başlamıştı. Üstelik, İsrail'in Lübnan'a saldırısının ABD'nin Irak'tan sonra hedef tahtasına koyduğu Suriye ve İran'a yönelik saldırganlığıyla doğrudan bir ilgisi vardı. BAK sözcülerinden Tayfun Mater'in Zaman gazetesinde yayınlanan röportajında söylediği gibi: "Tabii İran tekrar gündeme gelecek. Büyük ihtimalle eylül ayından itibaren oralarda da hava ısınacak. Atina'daki Avrupa Dördüncü Sosyal Forumu'nda alınan karar uyarınca 23-30 Eylül arası tüm dünyada İran'a yapılabilecek bir müdahaleye karşı gösteriler hazırlanı-yor. Biz de buna katılacağız."
Dünyada ve Türkiye'de, en önemli politik sorunun, ABD'nin Ortadoğu'da çevirdiği kanlı dolaplar olması, başka sorunlar etrafında kampanya yapılmaması anlamına gelmiyor. Kuşkusuz başka sorunlar da önemli. Ama İsrail'in Lübnan'a saldırısının bir kez daha can yakıcı bir biçimde kanıtladığı gibi, tüm dünyada ve Türkiye'de, bütün muhalif güçlerin arkasında birikmesi, güç vermesi gereken temel kampanya, savaşı durdurma kampanyasıdır. Ne yazık ki politik gündemi biz belirlemiyoruz, dünyanın efendileri belirliyor. Bu yüzden bugünlerde Türkiye'nin Lüban'a asker göndermesi tartışılıyor. Bu yüzden savaşı durdurmak çok önemli.
Bu yüzden Küresel BAK'ın yüzlerce yerelde örgütlenen, Kürtleri, sosyal demokratları, sosyalistleri, aydınları, sanatçıları, sendikaları, kadınları ve gençleri harekete geçiren bir kampanya haline dönüşmesi için gösterilen çabalar çok önemli.
Şenol KARAKAŞ



Bence başka bir dünyada…
Saçma sapan uyarı tabelalarına daha az rastlayacağız. Şehirlerarası yollarda, dikkat edenler hatırlar, yukarıdan yuvarlanan kayalar hakkında uyarıda bulunan bir tabela vardır. Diyelim ki otomobilimizle şehirlerarası bir yola çıktık ve bu tabelaya rastladık. Ne yapacağız? Yavaşlayıp yukarıdan yuvarlanacak kayaları mı bekleyeceğiz? Yoksa hızlanıp bir an önce o bölgeden kurtulacak ve bir dahaki sefere kadar derin bir oh mu çekeceğiz? "Yok, yok. İkisi de çözüm değil. İyisi mi ben bu üç yüz kilometre yolu geri dönüp, güven içinde evimde oturayım." mı diyeceğiz yoksa?
O tabelayı oraya asmak yerine yolu o bölgeden geçirmemek, tepemize yuvarlanması olası kayaları önceden temizlemek, hiç değilse kayaların yola yuvarlanma noktalarına bentler kurmak gibi çözümler de var ama maalesef kapitalizm en ucuz maliyetle en fazla kârı elde etmek istediği için bu çözümlerden yararlanamıyoruz.
İstanbul'da kışın vapurla karşıya geçenler iskelelerde şu uyarı tabelasına rastlamışlardır: "Dikkat kaygan zemin". Bu tabelayı karda kışta iskele dışına çıkmak istemeyen, ya da tabelanın çalınmasından korkan iskele görevlileri genellikle kaygan zeminin en sonuna yerleştirirler. Vapuru kaçırmamak için telaşla iskeleye koşarken o kaygan zemin sizi alır kıçınızın üstüne oturtur.
Alaycı gülüşler arasında zar zor ayağa kalkıp çamur olan üstünüzü başınızı silkelerken görürsünüz tabelayı ancak: "Dikkat kaygan zemin". E, kardeşim, kaygansa kaygan olmayan hale getirin. Başka ve kaymayan bir malzeme kullanın. O girişin ıslanmamasını ve çamur olmamasını sağlayın. Hadi hiç birini yapamadınız, bari tabelayı düşmeden önce görebileceğimiz bir yere koyun. Tabii gözlerimiz görüyorsa. Allah korusun tersi de olabilirdi!
Bu itirazlardan herhangi birini dile getirmeye kalksanız bir de fırça yersiniz: "Kör müsün kardeşim! Görmedin mi koskoca tabelayı! (bu arada tabela asla koskoca değildir)". Bunu söyleyen görevli oraya tabela koyarak bürokrasinin ona verdiği ulvi görevini tastamam yerine getirmiş olmanın iç huzuruyla olay yerine arkasını dönüp uzaklaşır.
Bir gün İstiklal Caddesi'nde Tünel'den Taksim yönüne doğru yürürken harabeye dönmüş ama tarihi olduğu belli olan bir binanın duvarına yapıştırılmış beyaz bir kâğıt gördüm. Kafamda "Ne ilanı acaba?" gibi bir soruyla kâğıda doğru ilerledim. A4, yani bildiğimiz mektup boyutundaki kâğıtta dehşetle okuduğum şu sözler yazılıydı: "Dikkat! Binadan üzerinize taş parçaları düşebilir."
Şimdi bu anlayışın neresini tutalım da neresini düzeltelim? Normal insan mantığıyla yapılması gereken şey o tarihi binayı restore etmektir. Böylece tarihi mekânları koruyup onların bilgisinden gelecek kuşakların da yararlanmasını sağlayabiliriz. Hadi bunu yapmadınız, bari eski haline getiremeseniz bile, biraz onarın ki milletin kafasına "binadan taş parçaları" düşmesin. Onu da mı yapamadınız? Binanın yanından geçişi engelleyin. Kimse zarar görmesin. O da mı olmadı? Gerçekten işe yarayacak bir uyarı levhası asın da bari gerçekten uyarılmış olalım.
Bence sosyalist toplumda ben o binanın duvarındaki tabelada binanın özellikleri ve tarihi hakkındaki bilgilendirme yazılarını taş korkusu çekmeden, güven içinde okuyabileceğim.
Cengiz ALĞAN