Sosyalist İşçi 261 (14 Ekim 2006)

 

Sayfa 2 :


Ermeni soykırımı ve ırkçı tutum
1915 yılına kadar bugünkü Anadolu topraklarının da dahil olduğu Osmanlı topraklarında yaklaşık 1,5 milyon Ermeni yaşamaktaydı. Üstelik Türkler bu topraklara gelmezden çok önceden beri. Bugün bu sayı yalnızca 70 bin! Gerisi nerede?
Büyük çoğunluğu adına 90 yıldır tehcir denilen bir kıyımla imha edildi. Bir kısmı Suriye'nin 'insan yaşayamaz' raporu verilmiş Der Zor çöllerine sürüldü. Kimi yolda öldü kimi çölde. Kalanların büyük bölümü anavatanlarını terk edip dünyaya dağılmak zorunda kaldı.
Adı tehcir de olsa, kıyım da, soykırım da olsa, Ermeniler çok büyük bir acı yaşadılar, yaşıyorlar. Ve kendilerine bu acıyı yaşatan Türk devletinden talepleri, kendilerinin, haklı olarak, soykırım diye nitelediği uygulamanın varlığını kabul etmesi. Oysa resmi tez bu durumu kesinlikle kabul etmiyor.

İki yanlış
bir doğru eder mi?
Bugün, Fransa'nın soykırım inkârını suç sayan bir yasa tasarısını meclisten geçirmek istemesiyle, 90 yıllık mesele yeniden gündemde. Türkiye'de resmi tezin yılmaz savunucusu pek çok milliyetçi ve ırkçı kişi ve grup derhal ayağa kalktı ve bir dizi öneriyle ortaya fırladı.
Önce cin fikirli iki ANAP milletvekili TBMM'de, Fransa'nın Cezayir'de yaptıklarını soykırım olarak tanımlayacak bir yasa tasarısı önerdi.
Ardından, ikisi de emekli büyükelçi olan CHP'li Şükrü Elekdağ ile AKP'li Yaşar Yakış (ki aynı zamanda TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı'dır) geriye kalan 70 bin Ermeni'nin sınır dışı edilmesini istedi. Bu şahsiyetlerin 90 yıl önceki zihniyetten ne kadar farklı bir zihniyete sahip oldukları ortada. Diyelim ki Fransa'da soykırım yoktur denmesine ceza uygulaması yanlış. Peki Türkiye'de soykırım vardır denmesine ceza uygulaması ne kadar doğru?

Düşünce ve ifade özgürlüğü
Her türden gerici, milliyetçi ve ırkçı, Fransa'nın yasa tasarısını, düşünce ve ifade özgürlüğüne engel olacağını söyleyerek eleştiriyor. Kendi fikirleri dışında kimsenin fikrine tahammülü olmayan faşistler ve giderek onlardan farksızlaşan siyasi çevreler birdenbire düşünce özgürlüğünün savunucusu olarak karşımıza çıkıyor.
Mücadele edilmesi gereken en önemli anlayış belki de bu. Soykırım bir insanlık suçudur (bu arada insanlık suçu kavramı, uluslararası hukukta ilk kez Türklerin uygulamalarına karşı kullanılmıştır). Bu suçu yok saymak her şeyden önce aynı suçun yeniden işlenmesine açık kapı bırakmak anlamına gelir. Almanya'da Hitler'in Kavgam kitabının evde bulundurulması bile suçtur ve hapisle cezalandırılır. Çünkü Almanlar Yahudi soykırımını kendi uluslarının yaptığını kabul ediyor ve aynı trajedinin bir daha yaşanmasının önünü tıkamak istiyorlar.
Türkiye Fransa'nın yasa tasarılarıyla uğraşmak yerine Ermeni soykırımını tanımalı, uluslararası planda özür dilemeli ve Ermenilerin taleplerini yerine getirmelidir. Bir de 90 yıl sonra kalan bir avuç Ermeni'yi de sınır dışı etmek isteyenleri TBMM Dışişleri Komisyonu Baş-kanı yapacağına yargılayıp cezalandırmalıdır.


PKK'den ateşkes çağrısı
Ordu barış istemiyor
Abdullah Öcalan'ın talimatıyla alındığı aşikâr ateşkes kararı yeniden şiddetlenen savaşın durması yönünde önemli bir adım. Önce DTP yetkilileri PKK'ye silah bırakma çağrısında bulundu, arkasından aydınların çağrısı geldi. PKK de ateşkes kararı aldığını açıkladı ve silahlar susmaya başladı.
Bugünkü siyasi kamplaşmanın en önemli iki konu başlığından biri (diğeri irtica) olan Kürt sorununun çözümü konusunda Kürt siyasal hareketi iyi niyetini göstermiş oldu. Şimdi sıra devlette. Eğer gerçekten sorunun çözümüne katkıda bulunmak isteniyorsa ateşkes çağrısı ciddiye alınmalı ve Kürt siyasal hareketinin sözcüleriyle, en azından yarı resmi düzeyde müzakereler başlatılmalıdır.
1990'lı yılların ortalarında kirli savaşın en zalim uygulayıcılarından biri olan bugünün DYP genel başkanı Mehmet Ağar bile artık sorunun silah yoluyla çözülemeyeceğini itiraf ediyor. Yaklaşan seçimlerden önce gezilerini sıklaştıran Ağar son günlerde Doğu ve Güneydoğu illerini dolaşıyor. En önemli Kürt merkezi Diyarbakır'da iftar yemekleri veriyor. Gözlemlerinden edindiği sonuçları ise akan kanın durması gerektiği yolunda yorumluyor.
Son olarak CHP ve MHP ve hükümet sözcüsü Cemil Çiçek'in şiddetle karşı çıktığı bir af tartışması bile başlattı. "Dağda silah sıkacaklarına, düz ovaya inip siyaset yapsınlar" diyerek PKK militanlarına af çağrısı yaptı. Hayat ne garip değil mi? Dünün eli kanlı kontrgerilla şefi yıllarca savaştığı militanlara af istiyor, sosyal demokrat olma iddiasındaki CHP affa karşı çıkıyor.
Mehmet Ağar'ın PKK'yi sivil siyasete davet eden çağrısı boşuna değil. Ağar çok deneyimli bir devlet adamıdır. Türkiye'de kontrgerilla yöntemlerini en iyi bilenlerden biridir. Buna rağmen 'artık silah işe yaramaz' diyorsa gerçekten de silah işe yaramaz. Devletin 20 yıldan fazladır yürüttüğü savaş artık bütünüyle çıkmaza girmiştir. Silahlar konuştuğu sürece ne Kürt hareketi ne devlet geri adım atıyor. Sorunun çözümü demokratikleşmededir. Bunun da ilk adımı Kürt hareketinin talebi olan ayrımsız genel aftır. Sonrası biraz da kendiliğinden gelecektir.

Şahin Büyükanıt
Genelkurmay Başkanlığı'na Yaşar Büyükanıt'ın gelmesiyle barış adımlarına sekte vurulacağı zaten belliydi. Bugün bu durum fiili olarak da kanıtlandı. PKK ateşkes ilan edip kış gelmeden cephe gerisine çekilme harekatına başlarken, Büyükanıt başkanlığındaki TSK çok büyük bir operasyon başlattı. İlk kayıplar Şırnak'ta verildi. Devamı gelecektir.
Salt bu operasyon bile ordunun barış istemediğini gösteriyor. Silahları susturup cephe gerisine çekilen PKK'ye karşı "ne kadar kayıp verdirsem o kadar iyi" mantığıyla hareket edip "biz bu sorunda başka çözüm yolu bilmiyoruz" mesajını verme gayretindeki TSK barışın en büyük düşmanı olduğunu kanıtlıyor.
Ordunun ardında saf tutan CHP, MHP, İşçi Partisi gibi savaş ve darbe şakşakçılarına karşı bugün en iyi cevap Kürt siyasal hareketinin barış çığlığını yükseltmektir.



301 kere hayır!
Pek çok aydının yargılanıp bir kısmının da ceza almasına neden olan ve AB'nin de kaldırılmasını istediği Türk Ceza Yasası'nın 301. maddesi düşünce ve ifade öz-gürlüğü önünde ciddi bir tehdit oluşturuyor. Cumhu-riyeti, meclisi, hükümetin manevi şahsiyetini, bakanlıkları, devletin askeri veya emniyeti muhafaza kuvvetlerini veya adliyenin manevi şahsiyetini tahkir ve tezyifi suç sayan maddenin en çok tartışılan kısmı ise, maddenin en başına yerleşmiş 'Türklüğü alenen aşağılamak' ibaresi.
Bu madde artık sadece düşünce ve ifade özgürlüğü önünde engel olmakla kalmıyor. Kemal Kerinçsiz gibi faşistlerin elinde önüne gelene saldırmanın aracı bir mızrak haline geldi. Bu maddeyi kullanarak Hrant Dink, Elif Şafak, Orhan Pamuk gibi birçok aydına saldırılabiliyor, bu insanlar vatan haini ilan edilebiliyor.
Türklüğü aşağılamaktan ne anlamalıyız? Örneğin Kürt isek ya da Laz, Çerkez, Ermeni, Rum veya başka etnik gruplardan birine dahil ve bu ülkenin vatandaşı isek; kısacası Türk değil ama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı isek, Türklüğü aşağılamak yasak, bizi aşağılamak serbest mi? Araplar pistir, Ermeniler haindir, Rumlar kalleştir vb. tanımlamaları hiç çekinmeden kullanan bakanlar bile varken neden sadece Türklüğü aşağılamak yasak? Hem "herkes benim vatandaşımdır" deyip herkesten vergi alacaksın, herkesi zorla askere alacaksın, hem de o "herkes"in içinden yalnızca bir kısmını koruyacaksın. Ne hissediyor acaba bu ülkenin Türk olmayanları bu tartışmaları izlerken?
Resmi ideolojiye göre Türklük, arı ve bütünsel bir özne tasarımına dayalı olarak, kendisi dışındaki her türlü farklılığı baştan reddeden etnosentrik bir tanıma oturuyor. Türklük "ezelden ebede" hiçbir çürümeye uğramadan, tarihin başından bugüne kadar gelebilmiştir. Ama Türklüğün etrafı "tek dişi kalmış" Batı medeniyeti tarafından kuşatılmıştır. Batı Türklerden öylesine korkmaktadır ki tarih sahnesinden silmek için büyük bir komplo peşindedir. Devleti böyle bir resmi tez üzerine kurunca Türklüğe dair her türlü eleştiri Batı'nın oyuncağı olmanın işareti sayılabilir rahatlıkla. Bunun karşılığı da elbette ki bu "iç düşmanı" cezalandırmaktır.
301. maddeye yöneltilen eleştiriler karşısında resmi Türklük tezinin savunucuları hemen "Batı'da da benzer maddeler var" argümanına sığınıyor. Doğru. Örneğin İtalyan ceza yasasının 290 ve 291. maddeleri bizim 301'e benziyor. Eminim başka örnekler de bulunabilir. Ama Avrupa'da 200 yıldır buna dayanılarak dava bile açılmamış.
Ayrıca diyelim ki bir başka ülkenin ceza yasası düşünce ve ifade özgürlüğünün önünde ciddi engeller oluşturan maddeler içeriyor. Başka bir ülkenin ceza yasası ise böyle maddelerden kurtulmuş ya da hiç koymamış. Hangisini emsal göstereceğiz? Daha gerici olanı mı, daha ilerici olanı mı?
Eğer samimi demokrasi savunucularıysak elbette ikincisini. Yok eğer demokrasiyi içine sindiremeyen baskıcı bir geleneği sürdürmek istiyorsak, o zaman da seçenek belli. Göstermelik demokratlar bu maddeyi savunuyor. Faşistler bu maddeyi savunuyor. Kemalizmin yılmaz bekçileri bu maddeyi savunuyor. Yazarlar, aydınlar, gazeteciler bu maddenin mağduru oluyor. Sorun şurada düğümleniyor: Elif Şafak 301. madde uyarınca "Türklüğü alenen aşağılamaktan" yargılanacağı mahkemeye giderken, kapıda ağzından köpükler saçarak ona saldıran Kemal Kerinçsiz ve 'dava arkadaşı' faşistlerle birlikte saf tutup Şafak'a küfür mü edeceğiz, yoksa azgın güruhun karşısında "Faşizme karşı omuz omuza!" sloganını atan gerçek demokrasi dostlarının arasında mı yer alacağız?
Zeynep Çalışkan