Sosyalist İşçi 261 (14 Ekim 2006)

 

Sayfa 5 :

YORUM
Bush’un Irak stratejisi çöktü

George Bush Irak’ta yaşanan şiddetten bahsederken Irak’ın tarihte “bir virgül olarak görüleceğini” söyledi. Ama acaba geçen hafta Irak’ta ölen 30 Amerikalı askerin aileleri de sorunu böyle mi görüyor?
30 askerin ölümünün yanı sıra geçen ay 776 Amerikan askeri yaralandı. Bu 2004 Kasım’ında yaşanan Felluce’den bu yana Amerikalıların Irak’ta verdiği en büyük kayıp.
Sağlık hizmetlerindeki ve zırhlı araçlardaki gelişmeler Amerikan kayıplarını azaltıyor. ABD’nin Irak’taki ölü-yaralı oranı bire sekiz. Vietnam Savaşı’nda bu oran bire üçtü. Dolayısıyla yaralı sayısının yüksekliği çatışmaların ne kadar yoğun olduğunun iyi bir göstergesi. Ekim ayının ilk haftası içinde 300 Amerikalkı asker yaralandı.
Bu ABD’nin Irak’taki daha önceki stratejisinin yenildiğini gösteriyor. Geçen sene kasım ayında Bush “Iraklılar ayağa kalktıkça biz oturacağız” diyordu. Yani Washington’un Irak’taki kukla rejiminin asker ve polislerinin eğitimi tamamlandıkça Amerikan askerlerinin yerini alacaklar ve ön çatışmalara gireceklerdi. Bu durumda Amerikan askerleri geri çekilecek ve sonunda Irak’taki asker sayısı azaltılacaktı.
Bu stratejiye uygun olarak geçen Şubat ayındaki Askeriye Camii bombalaması olayından sonra Irak birlikleri harekete geçmişti. O günlerde Bağdat’taki Amerikan askeri devriye sayısı 360’dan 92’ye düşmüştü. Irak güvenlik güçleri en çok şiddet olayının yaşandığı mahalleler başta olmak üzere Bağdat’ın yüzde 70’ini kontrol ediyorlardı.
Ne var ki Sunniler ile Şiiler arasındaki çatışmalar azalacağına yükseldi. Şii ya da Sunnilere ait milisler karşı tarafı katletmeye devam etti.
Irak ordusu ve polisi içinde eğitilenler aslında Şii ya da Sunni milislere temel oluşturuyorlar. Irak’tan dönen Amerikan subayları “galiba iç savaşın kadrolarını eğitiyoruz” diyordu.

Geri çekilme
Sonuç olarak Bush yönetimi “kalkma, oturma” starejisinden vaz geçmek zorunda kaldı. Temmuz ayında Bağdat’taki Amerikan asker sayısı iki katına çıkarak 14 bin 200 oldu. Anbar vilayetindeki ABD Deniz Piyadelerinin komutanı General Peter Chiarelli New York Times gazetesine verdiği bir demeçte önceliklerinin Anbar değil Bağdat olduğunu söylüyordu.
ABD’nin Bağdat için yeni stratejisi kilit mahalleler başta olmak üzere Bağdat’ta yeniden kontrolü ele geçirmek. Bu nedenle başlayan ağır çatışmalar ABD kayıplarının artmasına neden oluyor.
Ancak 14 bin 200 askerin pek de güvenilmez Iraklı dostları ile birlikte 7 milyon nüfuslu ve dişinden tırnağına silahlı bir kenti nasıl kontrol edeceği de pek bilinmiyor. “Bağdat güvenlik planı geçici bir plan”dır diyordu Washington Post gazetesine bir Pentagon yetkilisi.
Irak’ta ABD’nin başarısızlığı hergün Washington’daki kurumlar için giderek daha net hale geliyor. Bush Kongre için yapılan ara seçimlerden sonra ilan edilecek olan katı Cumhuriyetçi Jim Baker’ın başında olduğu Irak Çalışma Grubu’nun raporunun ilan edilmesinden sonra tartışmayı başlatmayı umuyor. Böylece Kongre seçimlerini atlatmayı amaçlıyor.
Ama geçen hafta Cuma günü Senato Ordu Hizmetleri Komisyonu başkanı ve önde gelen bir Cumhuriyetçi olan John Warner Irak’taki durumu “Irak’ta durum kötüye gidiyor” ve politikalarımızı değiştirmeliyiz” diye tanımladı.
Bütün bunların bir sonuç yaratabileceği henüz bilinmiyor. Bob Woodward’sadlı eski bir savaş suçlusu Dick Cheney ve George Bush ‘a “tek çıkış yolu zaferdir” diye akıl veriyor. Belli ki Vietnam’da olduğu gibi ABD’nin Irak’tan çekilmesinin tek yolu ölü sayısının çok daha fazla artması ile mümkün olacak.
Alex Callinicos


Kuzey Kore
Emperyalist çifte standart
Kuzey Kore’nin ilk nükleer denemesine George Bush “Birleşmiş Milletler’den acil tepki” talebiyle değerlendirdi. Bush’a göre deneme hiçbir biçimde “kabul edilemez”.
Solda duran hiçlimse nükleer silahları savunmaz ama kendisi en büyük nükleer silah deposuna sahip ABD Başkanı Bush’un tepkisi tamamen ikiyüzlülük ve çifte standart.
Aslında bu yılın başlarında nükleer silahsızlanmayı reddederek ABD ve İngiltere dünyada nükleer silahlanma yarışını kışkırttılar.
Kuzey Kore ABD tarafından 2002’de “haydut devlet” olarak tanımlandı. Ne var ki Ortadoğu’ya batmış olan ABD Kuzey Kore ile ciddi bir biçimde ilgilenemedi.
Bush yönetiminin stratejisi bölgede var olan durumu korurken bir yandan da Kuzey Kore’yi ekonomik olarak sıkıştırmaktı.
Kuzey Kore Çin’i izleyerek aslında yeni liberal politikaları izlemeye çalışıyor ama ABD elinden geldiğince bu süreci durdurmaya çalışyor.

Çıkmaz
Kuzey Kore hükümeti bu çıkmazı sona erdirerek, ABD’yi kendisi ile pazarlık yapmaya zorlamaya çalışıyor. Bu nedenle Kuzey Kore düzenli bir biçimde adımlar atıyor. Önce nükleer programını ilan etti, ardından uzun mesafeli balistik füzelerini denemeye başladı ve şimdi de nükleer denemeyi yaptı.
Bu, çok riskli bir strateji olarak görülebilir ama Kuzey Kore yönetimi ABD’nin tek anladığı dili kullandığını düşünüyor. Çok açık ki Kuzey Kore yönetimi Taliban veya Saddam’ın sonuna ulaşmak istemiyor.
Aslında Kuzey Kore ile ABD çatışmasının arkasında Kore yarımadasını mücadele alanı olarak kullanan Çin ve japonya arasındaki çelişki var.
Aslında şu anda iki blok arasındaki ekonomik entegrasyon oldukça derin ama geopolitik rekabet hala devam etmekte ve Kuzey Kore bu çrekabetin yarattığı çatışmada arka planda duran önemli bir unsurdur.
Çin Kuzey Kore’yi kendisi ile yoğun bir biçimde silahlı Güney Kore ve Japonya’nın arasında durmasını istemektedir.
Fakat, Çin ile Kuzey Kore müttefik olmalarına rağmen Çin ABD’yi kızdırmamak ve bu nedenle de var olan durumu korumak ama bu arada da Kuzey Kore’yı savunmak istemiyor.
Bu arada Kuzey Kore egemen sınıf da Çin’in ülkelerindeki ekonomik etkisinin giderek artmasından ve eğer Kuzey Kore2de bir yönetim krizi oluşursa ülkeye politik olarak da el koymaya hazırlandığından kuşkulanıyor.
Bütün b u durumda Kuzey Kore egemen sınıfı İsrail, Hindistan ve pakistan’ın yolunu izleyerek kendi bağımsız yolundan ilerlemeyi ve nükleer bir güç haline gelmeyi seçti.
Eğer bu denemeden sonra durum olumsuz bir biçimde gelişmeye başlarsa, 1950-53 Kore savaşı’nda olduğu gibi faturayı Güneyli ve Kuzeyli Kore halkı ödeyecektir.
Bu nedenle sadece Kore yarımadasında nükleer silahlara karşı çıkmakla yetinmemeli ama aynı zamand bölgenin silahlanmasına ve ABD’nin kuzey Kore’ye karşı politikalarında da karşı çıkmalıyız.
Owen MİLLER

Brezilya
Sol 6.5 milyon oy aldı
Geçen Hafta Brezilya’ya da yapılan başkanlık seçimlerinde İşçi Partisi adayı Lula oyların % 49’unu alırken, İşçi Partisiiçindeki yozlaşmaya ve bu partinin yeni liberal politikalar uygulamasına karşı çıkarak ayrılan P-SOL’un adayı (Sosyalizm ve Özgürlük Partisi) Heloisa Helena da 6.5 mi,lyon oy alarak oyların yüzde 7’sini aldı.
Heloisa Helena daha önce Lula’nın İşçi Partisi’ne üye olan ünlü bir senatördü. Helena seçimlerde daha küçük bir örgütlenme olan Brezilya Komünist Partisi’nin de desteğini aldı.
2002’de halkın umudu olarak seçilen Lula ise büyük oranda oy kaybetti. İkinci turda Heloisa Helena’nın oylarını alacağı kesin olan Lula dolayısıyla yeniden başkan seçilecek. Ne var ki ilk döneminde uyguladığı yeni liberal politikaları uygulamaya devam ettiği takdirde Lula ve İşçi Partisi tabanını büyük ölçüde kaybedecek.
Çok küçük olanaklara sahip olan P-SOL adayının yüzde 7 oy alması ilerisi için çok önemli.
Emekçi sınıflar P-SOL’un Lula eleştirilerine giderek daha büyük ölçülerde kayacaktır.