Sosyalist İşçi 262 (28 Ekim 2006)
SİNEMA: Eve dönüş
"Ne pahasına?"
Gösterim tarihi: 3 Kasım 2006
Yönetmen: Ömer Uğur
Oyuncular: Memet Ali Alabora, Sibel Kekilli, Altan Erkekli, Savaş Dinçel
Babam ve Oğlum, 12 Eylül askeri darbesi ile ilgili yapılan filmler arasında, izleyici rekoru kırarak önemli bir yer edindi. Çok sayıda kurtçuğun televizyon ve sinemada yer kapladığı bir zamanda Babam ve Oğlum, 12 Eylül'ün, bir kuşak üzerinde yarattığı tahribatı anlatması bakımından önemli bir işlev gördü.
Şimdi sırada başka bir 12 Eylül filmi var. Eve Dönüş.
Ömer Uğur'un yönettiği, Memet Ali Alabora ve Sibel Kekilli'nin baş rollerinde oynadığı film, Babam ve Oğlum'da kısa bir biçimde üzerinden geçilen 12 Eylül'ün işkenceci yanını, askeri terörün sıradan, örgüt bağlantıları dahi olmayan insanların üzerine nasıl gittiğini ve insan onurunu nasıl aşağıladığını işliyor. Kasten gammazlanan bir işçinin uğradığı işkence, işinden kopartılması, ailesinin içine girdiği zorluklar, 12 Eylül'ün, darbecilerin iddia ettiği gibi, kaosa karşı değil, toplumun emekçi ve yoksul çoğunluğuna karşı girişilen bir suç olduğunun da kanıtı.
Yüksek emekli maaşıyla Marmaris'te ressamlık ya-pan bir darbecinin hala yargılanamamış olmasına duyduğumuz kızgınlığı daha da artıracak bir dönem filmi bizi bekliyor.
Sermet GÜLEN
SİNEMA: Özgürlük Rüzgarı
Emperyalizmin çirkin yüzü
Ken Loach’ın Cannes Altın palmiye ödülünü kazanan filmi sinemalarda. Diğer bütün Loach filmleri gibi çok sade ama çok çarpıcı. Hikayesi karmaşık değil ama sınıf mücadelesi her sahnede üzerinize geliyor.
Konu İrlanda. İngiliz emperyalizmine karşı mücadele eden İrlandalılar. Aralarında bağımsızlığın kazanılması ile birlikte orada durmamak, sosyalizme yürümek isteyenler var. Yoksul İrlanda için çözümün sadece bağımsızlık olmadığını savunanlar savaş bitip Cumhuriyetçiler İngiliz emperyalizmi ile anlaşınca gene savaşmak zorunda kalıyorlar.
İngiliz ordusu vahşi. Öylesine vahşi ki sadece İrlandalıların savaşma gücünü, isteğini arttırıyorlar. Mesaj açık: Emperyalizm ne denli vahşi olursa olsun sonunda yenilebilir İşte Vietnam, işte Irak, işte Lübnan.
İrlanda’da İngilizler, Vietnam ve Irak’ta Amerikalılar bütün vahşetlerine rağmen yenildiler, yeniliyorlar.
Ödül kazanmış bir film olarak Özgürlük Rüzgarı ne yazık ki çok az sinemada ve daha çok küçük ve kenarda kalmış sinema salonlarında oynuyor.
Belli ki Özgürlük Rüzgarı’nın politik mesajı bu ülkede ki milliyetçi barikatı aşamamış. Verdiği mesaj korkutucu bulunmuş: Ne yaparsanız yapın, insanlarkendi dillerini konuştu diye vurun. Köyleri basın, yakın yıkın. Sorgusuz sualsiz insanları asın, öldürün. Sonunda yenilirsiniz.
Bu birinci mesaj. İkinci mesaj ise bağımsızlık yetmez. Asıl önemli olan emekçilerin kendi iktidarlarını kurmalarıdır. Bağımsızlık sonrasında gene patronlar, gene büyük toprak sahipleri gene zenginler yönetecekse savaşan emekçiler için değişen birşey olmayacaktır. İşte İrlanda!
Özgürlük Rüzgarı’nı mutlaka görün. Çok sert, çok çarpıcı ama çok öğretici. Sadece Özgürlük Rüzgarı’nı değil, Ken Loach’ın bütün filmlerini fırsar bulursanız seyredin. Hepsi çok öenmli filmler.
F. ALOĞLU
KİTAP: Medeniyet kaybı
Sol ve milliyetçilik
bağdaşmaz
Tanıl Bora'nın üç bölümden oluşan kitabı bir denemeler toplamı. Kitap hakkında söylenecek ilk söz, katılmayacağınız noktalar olsa da, son dönemde yaşanan "acayip" tartışmalar göz önüne alındığında, insanın zihnini temizliyor. Orhan Pamuk Nobel'i aldı, aynı saniyelerde Fransa soykırımı inkar yasasını çıkardı. O satlerde İstanbul'da, istiklal caddesi üzerinde olanlar, eline Türk bayrağı kapanın soluğu Fransız Konsolosluğu'nun önünde aldığını hatırlayacaklardır.
Gazetelerde öfke, nefret, buruk bir hoşnutluk, aşırı bir Orhan Pamuk düşmanlığı el eleydi. Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök, önce sevinmiş Pamuk'un Nobel'i aldığına ama sonra Türklük damarı kabardığı için, "Aynı anda içimden, belki bütün Türklerin de içinden geçen o duygu geçti. Keşke o sözlerle gönlümüzü yaralamamış olsaydı. Keşke ülkesiyle ilgili kendi görüşlerini, somut tarihi gerçekler halinde sunmasaydı." diye geçirmiş.
Fatih Altaylı da aynı duygu selinde boğuluyor: "Orhan Pamuk, Türk kamuoyu tarafından lanetlenen söyleşiyi yapınca, bu köşede yazmıştım, 'Nobel'i alabilmek için bunu yaptı' diye." Altaylı da hayıflanıyor. Bir edebiyatçının edebiyata yaptığı katkı, Türklük damarının kabarma hallerine göre değerlendiriliyor.
İşte Tanıl Bora'nın kitabını tartışarak okumak, kitap içindeki sayısız örneği dikkatlice süzmek Türkiye'de milliyetçiliğin hangi köklere yaslanıp hangi işlevleri yüklendiğini görmek, Orhan Pamuk ve Fransa yasası tartışmaları gibi sayısız tartışmada açığa çıkan akıl tutulmasının milliyetçi içeriğini anlamak için önemli bir katkı. Kitabın başında, 2005 Mart'ında Mersin'deki Newroz kutlamaları sırasında yaşanan bayrak olayından sonra başlayan bayrak hezeyanını ve linç atmosferini, hırsızların nasıl kullandığı anlatılıyor. Bir işerini soyan hırsızlar, arabanın önüne Türk bayrağı asarak hiçbir polise takılmadan Bozüyük'ten Eskişehir'e kadar rahat rahat gelmişler.
Milliyetçiği kullanan başka bazı fikir soyguncuları, Nobel'den Fransız yasasına kadar, Kürt hareketinin eleştirisinden sabetaycılık saçmalıklarına kadar, kemalizmden 301 savunuculuğuna kadar, soldan yurtseverliğe kadar, sosyal demokratlıktan kızıl elmacılığa kadar, "rahat rahat" geldiler. Çünkü Tanıl Bora'nın, kitapta net bir biçimde anlattığı gibi milliyetçilik sadece basit bir manipülasyon aracı değil. Tanıl Bora milliyetçiliği şu zemine oturtuyor: "Türkiye kapitalizminin ve modernleşmesinin bilinen 'lümpen' karakteri, Türkiye toplumunda bu krizin bilhassa ağır yaşanmasına yol açıyor. Her şeyden önce, kitleselleşen ve geleneksel koruma-kollama mekanizmalarını da yitiren büyük bir yoksulluk var. Bunun ötesinde, toplumsal ve ekonomik perspektifsizlik, 'değer' kaybı büyüyor. Dünyayı ve kendini açıklamaya, anlamlandırmaya dönük ezberler bozuluyor. Böyle bir zamanda, milliyetçilik, belki en dayanıklı ezberdir."
"Medeniyet kaybı", bu ezeberin kolaycılığına teslim olmanın solda moda olduğu bu politik zamanda, bu modayı sorgulayan, keskin bir biçimde eleştiren, solla milliyetçiliği bağdaştırma çabalarının da alttan alta medeniyet kaybının başka bir yansıması olduğunu anlatan çok iyi bir kitap.
Şenol DEMİR
Medeniyet kaybı/Milliyetçilik ve Faşizm Üzerine yazılar
Tanıl Bora
Birikim Yayınları, 1. Baskı 2006, İstanbul
KİTAP: Nobel ve Türk kitapçıları
Orhan Pamuk’un Nobel’i kazandığını Beyoğlu’ndaki Pandora Kitabevi’nin derhal vitrinine Pamuk’un kitaplarını ve küçük bir ilanı koymasından öğrendim.
Ertesi günü Pandora Kitabevi’nin Nobel’i Orhan Pamuk’un kazanmasınıneden bukadar silik bir biçimde duyurduğunu düşündüm ve gün boyu iş edinip 20’ye yakın kitapevini dolaştım.
Solcusu, solcu olmayanı, küçüğü ve büyüğü ile tek bir tanesi bile Orhan Pamuk’un Nobel kazanması nedeniyle kitaplarına özel bir bölüm ayırmamıştı. Bu durumda Pandora Kitabevi’ni yürekten kutladım. Meğerse çok cesur bir iş yapmış.
Sonra internet kitapçı-larına baktım. Gene tıs yok
İlerki günlerde belli ki insanlar Orhan Pamuk kitaplarını sormaya baş-ladığı için kitapçılar, kü-çük, mümkün olduğunca az görülen Orhan Pa-muk stantları açma-yabaşladılar. Pansdora ise olayı vitrinden veren tek kitapçı olmaya de-vam etti.
İnsan bu nasıl bir ülke diye düşünmeden ede-miyor. Bu ülkenin insanlarının konuştuğu bir dilde bir insan Nobel kazanıyor. Bu yazarın çok sayıda kitabı var ve kitapçılara girdiğinizde bu olayı hissetmiyorsu-nuz. Ticari bir amaçla dahi özelbir stant yok
Orhan Pamuk Türk milliyetçiliğinin solda ve sağda, edebiyat dünyasında ve siyasal alanda ne denli çirkin bir yüzü olduğunu çıplak birbiçimde gösterdi.
Sağ ol Orhan Pamuk, sen bizim yüz akımızsın.
Orhan BULUT