Sosyalist İşçi 263 (18 Kasım 2006)
BAŞYAZI
Savaş
Ateş kese
yanıt gerekli
Bir süre önce ilan edilen ateşkes çeşitli tartışmalar yarattı ama hala resmi bir yanıt almadı. Bu ilk ateşkes değil. Daha öncede çeşitli defalar ateşkes ilan edildi ama her defasında ateşkes savaş yanlısı bazı resmi güçler tarafından bozuldu.
Bu kez aynı şey yaşanmamalı.
Savaşın bilançosunu herkes biliyor. Can kaybının yanı sıra muazzam bir kaynak israfı. Oysa barışçı ve politik bir çözüm mümkün. Yeterki ateşkese cesur bir yanıt gelsin. Bu takdirde olumlu adımlar birbirini izleyecektir.
Oysa şu ana kadar böyle bir gelişme yaşanmadı. Ezilenler sabırlıdır. Bekleyebilirler ama ebediyen değil.
Sosyalistlere bu dönemde düşen temel görev milliyetçiliğin her görünümüne, ister sağdan, isterse soldan gelsin en net bir biçimde karşı koymaktır. Bugün milliyetçiliğin her ortaya çıkışı Kürt sorununun çözümünde de bir engeldir.
Şemdinli
İyi çocuğa 39 yıl
Şemdinli’de kitapçıya bomba koyanlara 39 yıl hapis ceza verildi.
Bugünkü Genel Kurmayı’nın Kara Kuvvetleri olduğu günlerde “tanırım, iyi çocuktur” dediği bu bombacıların aldıkları hapis cezalarına rağmen Büyükanıt’ın suçlularıkoruma tutumu için hiçbir şey yapılamaması, yapmak isteyen savcıların görevden alınması bu ülkede ordunun ne denli doğrudan günlük politika içinde ve üzerinde olduğunun iyi göstergesidir.
Savaş
Bush gidiyor
Amerikan ara seçimleri Bush ve yeni muhafazakarlar için ağır bir yenilgi ile bitti.
İlk büyük kurban Savunma Bakanı Rumsfeld oldu. Bush önce onun kafasını yedi.
Kimilieri “neocon gemisi batarken fareler gemiyi terk ediyor” diyor. Bu da doğru. Bush yönetimi giderek yalnızlaşıyor.
Bush’un seçimleri kaybetmesi bütünüyle Irak savaşının bir sonucu. Bir yandan dünya çapındaki savaş karşıtı hareket, diğer yandan da Irak’taki direniş sonunda Bush yönetiminin yenilgisini getirdi. Bu savaş karşıtı hareketin büyük başarısı.
Kısa zaman önce direnişin bittiği, direnişin ahlaki olarak çöküntü içinde olduğu, savaş karşıtıhareketin önemini yitirdiği tartışılıyordu. Bütün bu ayağı yerden kesik tesbitlere şimdi çöpe gitti. Bush yenildi.
Ne var ki Bush’un yenilmesi savaşın bitmesi anlamına gelmiyor. Tam tersine savaş daha da kanlı hale gelebilir, ABD İran’a saldırabilir. Bu durumda savaş karşıtı anti emperyalist hareket için daha yapacak çok şey var. Gün geri çekilme değil, tam tersine yüklenme ve Bush’un yenilgisini hızlandırma ve derinleştirme günüdür.
Görev başına.
Badem gözlü devlet adamı
"Avrupa'da ırkçı olmayan tek ülke Türkiye'dir." Bu sözün sahibi Bülent Ecevit. ODTÜ'de geçen yıl verdiği bir konferansta konuşurken söylenmiş.
Bu sözler, ölenin ardından güzelleme-lere başlayan medyanın anlattıklarının tersine, Ecevit'in düşünce dünyasını ve politik kimliğini açıkça gösteriyor. Ecevit'in en belirgin özelliği devlet adamlığıdır. Devlet adamları için her şeyden önce devletin çıkarları, devletin onuru ve devletin ihtiyaçları gelir.
Sıkıyönetim başbakanı
1978 yılının Ocak ayında, Ecevit başkanlığında CHP hükümeti kuruldu. 1977 yılında yapılan seçimlerde CHP oyların yüzde 41,4'ünü alarak rekor kırmıştı.
Bu dönem, çok kanlı geçti. Ölümünün ardından göklere çıkartılan Ecevit'in başbakanlığı döneminde faşistler en kitlesel cinayetlerini işlediler.
17 Nisan 1978'de Malatya katliamı, en büyük kitlesel faşist saldırılardan biridir. Malatya sokaklarında terör estiren faşist kalabalıklar üç lise öğrencisini kaçırdılar ve öldürdüler.
3 Eylül 1978'de ise faşistler bu kez Sivas'ta işbaşındaydılar: 9 kişi öldürüldü, 350 kişi faşist saldırılar sonucunda yaralandı.
22 Aralık 1978'de faşistler en vahşi katliamlarını Maraş'ta gerçekleştirdiler. Faşistlerin provokasyonlarla tırmandırdığı katliamlarda, resmi rakamlara göre 111 kişi öldürüldü. Yüzlerce insan yaralandı, evler ve işyerleri tahrip edildi. 28 Mayıs 1978'de ise faşistler Çorum'da saldırdılar. Saldırılar ve çatışmalar sonucunda yaklaşık 50 kişi öldü.
Ecevit'in bu saldırganlıklara yanıtı sıkı-yönetim çağrısı yapmak oldu. 12 Eylül darbesinin politik zemini, 12 Eylül'den önce 13 ilde süren sıkıyönetim uygulamalarıydı.
İşgal başbakanı
20 Temmuz 1974'te Türkiye Kıbrıs'ı işgal etti. Yunanistan'daki askeri cuntanın desteklediği darbecilerin Kıbrıs'ta Makarios'u devirmesinden, "demokrat" ve "halkçı" Ecevit çıkarta çıkarta Kıbrıs'ın işgali sonucunu çıkarttı.
Kıbrıs işgali, Türkiye'nin saldırgan dış politika geliştirmesinde, bölgesel güç olarak yayılmacı hayaller beslemesinde, faşistlerin odaklanacağı milliyetçi bir politik atmosferin ve adanın şekillenmesinde önemli bir sağ adımdı.
Kıbrıs işgali, Türkiye'de ekonomide son 30 yılda görülen büyük krizlerin de birincisini tetiklemişti.
Grev hakkı
Ecevit'in cenazesinde, "Türkiye laiktir, laik kalacak" ve "halkçı Ecevit" sloganları atılıyordu. Tüm siyasi yaşamı boyunca zaman zaman sermayeye karşı yaptığı çıkışlar ve halkın değişim isteklerine uygun politik açıklamaları insanların aklında kalıcı izler bırakmış durumda.
1963 yılında Çalışma Bakanı olduğu dönemde, Grev, Lokavt ve Toplu Sözleşme Yasası'nın çıkarılmasını sağladı. Fakat bu yasanın çıkmasını savunurken, "sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aşmıştır" yaklaşımına uygun olarak, "biz çıkartmazsak onlar alacaklar" diyerek, işçi hareketinin kaçınılmaz yükselişinin zorunlu bir sonucu olarak savunduğunu da ağzından kaçırmıştır.
Bir devlet adamı değil de, gerçekten emekçilerin haklarını sonuna kadar savunan bir siyasetçi olsaydı, Ecevit'in önünde bu hakların genişlemesine yardımcı olacak çok sayıda fırsat geçmişti. Bu fırsatları hiçbir zaman kullanmadı. 1977'de CHP'nin aldığı oylardaki büyük patlama, radikal solun güçlenmesiyle, işçi hareketinin mücadeleciliğiyle, toplumda soldan yükselen basınçla ilgiliydi. Bu basıncın üzerinde yükselen Ecevit, her fırsatta bu toplumsal güce sırtını döndü. Oysa, bu gücü arkasına alarak emekten yana gerçek adımlar atmak mümkündü.
Türkiye'de işçi sınıfının kazanılmış haklarına yönelik en kapsamlı neoliberal saldırıların başında Mezarda Emeklilik Yasası geliyor. Bu yasayı Ecevit çıkardı. Kamu emekçileri için sahte sendika yasasını da Ecevit çıkardı.
Darbeler karşısında tutarsızlık
Ecevit, 27 Mayıs darbesini alkışladı. Ne 12 Mart ne de 12 Eylül askeri darbeleri karşısında dirençli bir tutum sergilemedi. 12 Eylül'den sonra siyaset yasağının kalkmasının ardından yeniden yükselişe geçtiğinde, 12 Eylül yasalarıyla asla ilgilenmedi. Belli ki tüm şikâyetlerine rağmen, bir devlet adamı olarak 12 Eylül'le hesabını kesmişti.
Dahası, Ecevit başka bir darbeyi, 28 Şubat’ı da alkışlamıştı.
Kanlı bir dönem
1999 yılında Türkiye'de işçi sınıfının Mezarda Emeklilik Yasası’na karşı verdiği büyük mücadele, Gölcük depremiyle son bulmuştu. Gölcük depremi sırasında Ecevit'in koalisyon ortağı olarak iktidara taşıdığı MHP'nin bakanlarının ırkçı açıklamaları, faşist partinin artan cüretkârlığı hâlâ hafızalarımızda. Devletin çıkarları için faşistlerle işbirliği yapan ve deprem sırasında Yunan kanı istemediğini açıklayan bakanlarla sürdürdüğü yoğun mesaiden hemen birkaç yıl sonra, Türkiye'nin Avrupa'da ırkçı olmayan tek ülke olduğunu açıklayan solcu bir halk adamı!
Öcalan'ın yakalanması, Kürtlerin ateşkes ilan etmesi ama devletin bu ateşkesi yanıtsız bırakması, yani halklar arasında bir linç havasını oluşturan politik gelişmeler Ecevit zamanında yoğun bir biçimde yaşandı.
2001 Şubat krizi, halkçı Ecevit'in başbakanlığı döneminde yaşandı ve halk, Türkiye kapitalizminin tüm tarihinde en büyük darbelerden birisini aldı.
Kendisi belki hiç kimseyi dolandırmadı ama, hem partisinden hem de son koalisyon ortaklarından birçok yetkili, derin bir yolsuzluk batağında servetlerine servet kattı. Başbakanlık binası önünde yazar kasalarını kıran, on binlercesi birkaç gün içinde işini kaybeden, kredi borçları yüzünden sokaklarda kendini yakmaya çalışan, iflas eden, hakları için sokaklarda yürüyüş yaparken, Ecevit'in emriyle karşısına çıkan polis ve jandarmayla çatışan yoksullar açısından, "şair ruhlu bir liderin" kaybı, büyük bir kayıp değildir.
Hala F Tipi cezaevlerinde tecrit edilen, ölüm kapanına sıkıştırılan insanlar açısından da, 19 Aralık cezaevleri operasyonunu yöneten dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün kimin partisinden bakan olduğunu çok iyi hatırlıyoruz.
Gazeteci Ragıp Duran'ın yazdığı gibi, "Türkiye'nin dört temel meselesi yani Kürt, Ermeni, "Siyasal İslam" ve ordu konularında, Bülent Ecevit, resmi ideolojinin bir milim dışına çıkıp yeni, orijinal, gerçekten halkçı, vazgeçtim solculuktan, hakiki sosyal demokrat bir tez bile getirmedi ki!"
Ecevit, devlet adamıydı. Ve devletin çıkarları ne gerektiriyorsa onu yapmıştır. Devletin çıkarları ise esas olarak sermaye sınıfının ihtiyaçlarına göre şekillenir.
Şenol KARAKAŞ