Sosyalist İşçi 263 (18 Kasım 2006)

 

Sayfa 5 :


Bütün dünyada eylem yaptık
4 Kasım günü küresel iklim değişimine karşı dünyanın 41 ülkesinde yürüyüşler ve mitingler yapıldı. 10 binlerce insan kapitalizmin hızla dünyamızı büyük bir felakete çeviren politikalarına karşı çıktı.
En büyük gösteriler Kyoto anlaşmasını imzalamayan Avustralya’da gerçekleşti. Bu ülkede Sydney, Melbourne ve daha bir çok şehirde yapılan gösterilere 90 bin kişi katılırken Londra gösterisine ise 50 bin kişi katıldı.
Türkiye’de İstanbul’da yapılan gösteriye 1.000 kişi katıldı.
Olağanüstü kötü hava koşulları gösteriye katılanların sayısında büyük bir düşüşe neden olurken gösteri politik olarak çok canlıydı.
“Ne petrol, ne kömür ne de nükleer, güneş, rüzgar bize yeter” diyen KEG pankartı en öndeydi.
Gösteriye KEG’in yanı sıra GreenPeace, Yeşiller, Sinop Bizimdir grubu katıldı.
Gösterinin sonunda yapılan mitingin ilkkonuşmasını Açık Radyo’dan Ömer Madra yaptı. Çeşitli grupların yaptığı müziğin sonunda Mor ve Ötesi Grubu’ndan Kerem Kabadayı konuştu.
4 Kasım Küresel İklim Değişikliği gösterisinin hazırlık çalışmaları içinde İstanbul’da Galatasaray ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nde toplantılar yapıldı.
Küresel Eylem Grubu önümüzdeki dönemde de kampanyaya aktif bir biçimde devam edileceğini açıkladı.


Seragazı patronlarına karşı sıra bizde!

"Elbetteki sanayileşmemiz devam edecektir ve emisyonda bugünkü miktarın da üzerine çıkmak zorundayız. "
Rıfat Hisarcıklıoğlu, TOBB

Bu sözleri söyleyen TOBB başkanı tam anlamıyla Türkiye'deki patronların neler düşündüğünü çok net ortaya koyuyordu. Öte yandan Çevre Bakanı Osman Pepe ise Kyoto Protokolünü "2015 yılında imzalayabileceğimizi" söyleyerek devletin bu konuda ne kadar ilgisiz olduğunu ortaya koyuyordu. Çünkü Kyoto Protokolü 2012 yılına kadar sera gazı salınımı ile ilgili bir karardı.
İşte devletin ve patronların bu kararlılığının ne anlama geldiğini 30 Ekim tarihli BM İklim Değişikliği Sekreteryası'nın hazırlamış olduğu raporla öğrenmiş olduk. Bu rapora göre Türkiye, 1990-2004 yılları arasında sera gazı salınımı artışında % 73'le dünya birincisi olmuştu. Bu artış dünyanın sera gazı salınımında %1'lik bir artış anlamına da geliyor. Raporu incelediğimizde çok ilginç bir tablo daha görüyoruz. Miktar olarak en fazla artışı sağlayan ülkeler arasında 4. olan Türkiye'nin ilk beşteki dostlarını incelediğimizde Kyoto Protokolü'nü imzalamayan diğer 3 ülkeyi de görüyoruz: ABD, Kanada ve Avusturalya.
Arttırmak suç mu?
Tabiki suç. En azından bizlerin bunu böyle görmesinde fayda var. Sonuçta bir canlıyı öldürmek suç değil mi? Peki bir canlı türünü yada bir dizi canlı türünü öldürmek? Ya da 200 milyon insanın göçmesine sebebiyet vermek? 3 milyar insanın temiz su kaynakları ile olan bağlantısını kesmek? Mesela Bengladeş'in yarısının sular altında kalmasını sağlamak?
İşte insan eliyle yaratılan bu iklim değişikliği ile atmosfere salınan sera gazları, ki başta karbondioksit olmak üzere metan, diazotmonoksit gibi 6 gazın salınımını ile dünyanın iklim dengesini bozuyorsunuz. Bu nedenle bizler için "dünyayı öldürmeye kalkışmak" gibi bir suç anlamına sahip.
Öte yandan, Kasım ayında bu kadar yoğun sel ve can kaybıyla karşılaşmamız en somut delil olacaktır. 2005 yılı itibariyle doğal afetlerdeki kayıplar 1950'lerin 13 katından fazla gerçekleşmektedir. Nitekim 1990'dan bu yana gerçeleşen 2,500 doğal afette 650,000'den fazla insan ölerek 730 milyar Amerikan Dolarından fazla hasar oluştu.
Gelişmek zorunda mıyız?
Aslında iklim değişikliğine sebeb olan sera gazı salınımını devletin ve patronların desteklediğini söylemek tam olarak açıklayıcı olmaz. Asıl destekleyen, daha çok kâra dayalı ve bunu insan emeğini sömürerek ve doğal varlıkları kullanan sistemir, yani kapitalizmdir. Doğal olarak sistem daha çok üreterek daha çok refaha kavuşacağımız fikrine bizi inandırmaya çalışıyor.. Özellikle yeni neoliberal politikalar ile bu tartışma çok ciddi bir yer bulmaya başladı ve herkes kalkınmadan, üretmekten bahseder oldu.
Zaten bu argümanın hakim olduğu dönem ile Türkiye'nin %73 sera gazını saldığı dönem aynıdır. Bu dönemde 2 ekonomik kriz yaşandı, işsizlik arttı, üretim artışına rağmen istihdam ve toplumun gelirlerinde artış hemen hem hiç olmadı.
Neler yapabildik?
Bugüne kadar iklim değişikliği bir grup bilim insanının çabası ve tartışması ile bu noktaya geldi. Nerden baksanız Kyoto Protokolü gibi adımlarda öncü bir rolleri vardı. Ama küçük bir grubun çabası kökten çözmeye yetmeyecektir. Geçen sene çok önemli bir adım atıldı ve ilk defa küresel düzeyde bir eylem yapma şansını yakaladık. Yani, dar bir tartışmayı artık küreselleştirdik diyebiliriz.
İklim değişikliği durdurulmalı mı?
Son veriler artık dünyamızın bu kirlenmeyi kaldıramayacağı yönünde. İklim değişikliğinin geri dönülmez noktası konusunda çeşitli varsayayımlar sözkonusu. Bu varsayımlar her geçen gün daha yakın tarihleri öngörüyor. Mesela son zamanlarda çıkan ve yaklaşık 40 yıl sonra denizlerde balıkların kalmayacağı haberi bunun bir yansıması.
Teknik olarak mümkün mü?
Çok kısa bir sürede sera gazı salınımını %80 azaltmamız gerekiyor, Türkiye gibi %73 arttırmamamız lazım. Yaşamımızda çalıştığımız fabrikaya, mahallemizden, ulaşım araçları kullanarak gidiyoruz. Bu cümlede bahsi geçen 3 şey aynı zamanda iklim değişikliğinin üç ana kaynağınını gösteriyor; Endüstriyel Enerji, Ulaştırma ve Yerel Kullanım. Türkiye'de bile bunun nasıl olabileceğini ortaya koyabiliriz:
1- Endüstriyel Enerji: Bu konuda en büyük pay kömür santrallerinden geliyor. Türkiye'nin elektrik üretiminin %75'i kömürden sağlanıyor. Çok basit bir şekilde bunların yerine rüzgar santralleri, küçük hidroelektrik santralleri koyabiliriz.
2- Ulaştırma: Dünya'da yılda 50 milyondan fazla araba üretiliyor. Bunun karşılığında bir yılda üretim kadar kaynakla demiryolu için gerekli altyapı, lokomotif ve vagon yapılsa, aslında hem ucuz, hem zararsız bir çözüme hemen kavuşabiliriz.
3- Yerel kullanım: Bugün evlerimizin olmayan altyapısı, izolasyon, aydınlatma sistemimizin sağlıksızlığı giderildiğinde bütün bunlar hızla düşecektir.
Aslında hepsinden önemlisi, bu kadar enerjiyi üretmek için deliler gibi çalışmak yerine, insan ihtiyaçlarını karşılayan ve kara dayanmayan bir tasarruf sistemi ile yeniden planlamak.
Çözüm nasıl mümkün olacak?
Bu kadar basit teknik konular ancak ve ancak, küçük bir bilim insanı grubunun zorlu çabası ile petrol tüccarları, yakın dostları bürokratlarla ikna etmesi ile değil, kitlelelerin ortak mücadelesi ile mümkün olabilir. Yani küçük bir grubun kar ve rant çıkarları ile değil, buna karşı büyük kitlelerin kaynakların bütün dünya için paylaşım talebi ve dayanışması ile kazanılabilir.
Bu mücadelede, bizlere kar ve büyümeden bahsedenlere karşı "hayır çözüm kaynakların bütün insanlığın ve gezegenimizin paylaşımı ile mümkün" diyen bir tartışmayı yükseltmek zorundayız.
Fakat sonuçta unutmayalım ki, bütün seragazı patronları birlik ve en büyük zaferlerini Türkiye'de %73 artış ile kazandılar. Artık sıra bizde!
Önder Algedik - KEGa