Sosyalist İşçi 263 (18 Kasım 2006)
Irkçılara düşünce özgürlüğü
27 Mayıs 1942'de, Alman işgali altındaki Prag sokaklarında, hemen önünde SS bayrağı ve Reich Protektorası'nın sancağı olmak üzere Mercedes'iyle ilerleyen, önde gelen Nazi subaylarından Reinhard Heydrich'e bir suikast düzenlenir. Gerçi suikast için hazırlanan Sten marka makineli tüfek tutukluk yapar ama atılan bomba hedefini şaşırmaz. Nazi kasabı bir hafta sonra ölür.
Cenaze töreninden sonra Hitler şöyle der: "Heydrich'in öldürülmesi oluk oluk kanla cezasını bulmalı". Önce yakınlarda kurulmuş olan Yahudi gettosu Theresienstadt'tan üç bin Yahudi fırınlara gönderilir. Ardından tutuklamalar ve kurşuna dizmeler gelir. Ama asıl tarihe unutulmaz kara bir çentik olarak düşülen şey Prag'ın kuzeybatısındaki madencilerin yaşadığı Lidice köyünün başına gelenler olur.
Köyde evler basılır ve olmayan kanıtlar yaratılır. Führer'in kesin emirleri şunlardır:
1.Tüm yetişkin erkekler kurşuna dizilecek.
2.Tüm kadınlar toplama kampına gönderilecek.
3.Çocuklardan Almanlaştırılmaları mümkün olanlar Reich'taki SS ailelerine verilecek.
4.Yerleşim yeri tamamen yakılıp yerle bir edilecek.
199 erkek onarlı gruplar halinde kurşuna dizilir. 195 kadın gaz odalarına yollanır. 95 çocuktan yalnızca dokuzunun 'Almanlaştırılabilir' olduğuna karar verilir. Geri kalanı 'kaybolur'.
Ardından köy bombalanır, tümüyle yakılır ve buldozerlerle dümdüz edilir. Kalan enkaz taşınıp götürülür. Ev hayvanları öldürülür ve mezarlık dümdüz edilir. Lidice'den geriye hiçbir şey kalmaz. (Bu arada Reich görüntü habercisi hemen tüm sahneleri kameraya alır. Bunlar daha sonra Nürnberg Mahkemeleri'nde ortaya çıkacaktır. Filmde kilise kulesinin üç bombalamada yıkılmasına sinirlenen, kameraya gülerek şakalaşan Nazi subayları görülmektedir).
Faşizm budur
Bir subayının öldürülmesine karşılık bir köyü resmen haritadan ve hatta tarihten silmek istemek nasıl bir anlayışın ürünüdür? Kalıntıları bile taşıtıp (maden işçilerine tabii ki), orada bir zamanlar hayat olduğuna dair her şeyi silmek kimin aklına gelir? Başka hiçbir baskı rejiminde bu kadar sistematik ve sıradanlaşmasıyla korkunçlaşması bu kadar paralel ilerleyen bir ideoloji egemen değildir. Ancak faşizm insanlık tarihine bu kadar koyu bir kara leke bırakabilir.
Üstelik bu sadece Alman faşizmi dönemine ait tekil bir örnektir. Bir de Japonya'da Yakuzaların yaptıklarını okuyun. Türkiye'de de örneğin, 24 Aralık 1978'de, belledikleri evlerin kapılarına önceden işaret koyup sonra da basmaya gelen, faşistler olmuştur. Hamile kadınların karınlarından bebeklerini çıkarıp kaynar kazanlara atanlar faşistlerdir. Bu eylemi yapan ülkücü faşist militanlar birilerinin soyunu kurutmak isteseler gerek.
Soykırım
Birleşmiş Milletler'in yaptığı bir soykırım tarifi var. İsteyen açıp ayrıntısına bakabilir. Ama özetle şöyle: bir etnik azınlığı tamamen imha etmek. Nazilerin yaptığı buydu: Başta Yahudiler, pek çok etnik azınlığı 'tamamen' imha etmek. Bu yolda büyük başarı elde ettiler.
Benzer bir uygulamayı Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında İttihat ve Terakki kadroları gerçekleştirdi. 1915 yılında, tehcir (zorla göç ettirme) adı altında bir milyon Ermeni öldürüldü. Hayatta kalanların bir kısmı Der Zor çöllerinde öldü (bölgeye dair 'insan yaşayamaz' raporu verilmişti). Kalanlar dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmak zorunda kaldı. Ve bu uygulamanın adına dünyanın pek çok yerinde soykırım dendi.
Türkiye Cumhuriyeti bugün için bunu kabul etmiyor olabilir. Türk faşistleri ve onlarla kolkola yürüyen sağ-sol Kemalistler de öyle. Ama herkesten önce söz konusu halk yıllardır avaz avaz soykırıma uğradığını bağırıyor. Herhalde bu halkın karşısına çıkıp "Sen nereden bileceksin soykırıma uğrayıp uğramadığını. İşte ben sana söylüyorum: uğ-ra-ma-dıııın!" diyecek şövalye ruhuna, bizim ülkemizdeki kadar çok, hiçbir ülkede rastlanmaz.
Irkçılık ve
düşünce özgürlüğü
Soykırımı ırkçılar yapar. Sonra da yaptıklarına soykırım denmesine en çok onlar kızar. Fransa parlamentosunun kararı 'Ermeni soykırımı yoktur' demeyi yasaklıyor. Mantıklı. Çünkü vardır. Burada ikirciğe gerek yok: ya baştan "soykırım vardır" diyeceksiniz, ya da "yoktur" deyip karşı saflara saldırıya geçeceksiniz. Türk solu, maalesef beni yine hiç şaşırtmadan, ikincisini tercih etti.
Fransa'daki yasayla ilgili, sosyalistler arasında da sürmekte olan, bir tartışma var. "Madem düşünce özgürlüğü var herkes istediği gibi düşünsün. Fransızlar da ikiyüzlülük yapmasın." Burada anahtar kelime 'herkes'. Herkes deyince işin içine faşistler de girer. Ne de olsa canlılar. Yani faşistler de istediği fikri savunsun, istediklerini söylesin.
Bu temenninin altında çocuksu bir saflık, idealist bir insan sevgisi yatıyor, anlıyorum. Ama önce şu 'ayrıntıyı' atlamayalım: Düşünce özgürlüğü mücadelesi yalnızca düşünme eylemini özgür kılma mücadelesi değildir. Aslolarak, düşünülmüş olanın, her türlü araç ve örgütlenme yoluyla yayılabilmesinin önündeki tüm engelleri ortadan kaldırma mücadelesidir. Peki faşistlerin tüm dünya tarihinde ve bugün savundukları düşünceleri uygulamaya koyma biçimlerinin serbest kalmasını istediğinizden, hatta onların bu özgürlüğünü bizzat siz savunmak istediğinizden emin misiniz?
Neden yasak?
Almanya'da, örneğin, Yahudi soykırımını yok saymak yasak. Çünkü Yahudi soykırımından dolayı hala pek de iyi gözle bakılmayan Almanlar utançlarından kurtulmak istiyor. Bir kez inkâr yoluna gidilirse milyonların imhasına yol açan Nazi rejiminin aklanma ihtimali doğabileceğini de biliyorlar. Nazi rejimini bir daha yaşamayı geç, hatırlamak bile istemiyorlar.
Tüm politik fikirler çeşitli arenalarda tartışabilir, uzlaşabilir, uzlaşmayabilir. Bazen işbirliğine de gidebilir. Faşizm ile sosyalizm hariç. Sosyalizm, faşizmi de doğurmuş olan kapitalist sistemin kökünden yıkılmasını ister. Faşizm o sistemi ayakta tutmanın en gaddar ve kanlı aracıdır. Sosyalizm bütün insanların; dil, din, ırk, cinsiyet, cinsel tercih, kültür ayrımı yapmaksızın bütün insanların, eşitliğini savunur. Faşizm tek bir ırkın üstünlüğüne inanır. Geri kalanlar ya köledir ya imha edilecektir. Sosyalizm insan, hayvan, bitki vb tüm canlılar üzerindeki her türlü baskı ve şiddete karşı savaşır ve fikir üretir. Faşizm baskı biçimlerini insanlık tarihinin gördüğü en ağır ve silinmesi zor izler bırakan irtifalara taşır. Ürettiği fikirlerinse toplu insan imhasındaki başarıları kanıtlanmıştır.
Son olarak, faşistler soykırımı içten içe savunarak reddeder ve resmi ideolojinin sağladığı zeminde sağa sola azgınca saldırır. Sosyalistler ise, karşısında savaştıkları devletin sözlerine değil, soykırıma uğradığını ilan etmiş olan bütün halkların sözlerine kulak verir.
Okuma önerisi: Sosyalist İşçi, sayı 249, sf. 8-9'daki "Düşüncenin karikatürü" başlıklı yazı, bu yazı ile birlikte okunduğunda, daha fazla fikir verici olabilir.
Cengiz ALĞAN
Gerçekten "saat kaç?"
"Mustafa Kemal, zamanı yalnızca ülkesi yararına kullandı. Saati hep bağımsızlığa ve çağdaşlığa doğru işledi. Sonsuzluğa gider-ken de 'Saat kaç' diye sordu. Yaşadığımız bunalımlı günlerde soruyoruz: Şimdi saat kaç?" diyor Cumhuriyet gazetesi 10 Kasım 2006 tarihli manşetinde, altında ise Ahmet Necdet Sezer'in, Yaşar Büyükanıt'ın ve Deniz Baykal'ın, Mustafa Kemal'in ölüm yıldönümü ile ilgili açıklamaları, dikkati çektikleri tehlikeler anlatılmış.
Cumhuriyet gazetesi; egemen sınıf içindeki bürokrasinin; sta-tükocu, milliyetçi, şahin, kemalist kesimin sözcülüğünü yapıyor. "Yaşadığımız bunalımlı günler"den bahsederken genel sağlık sigortasından, özelleştirmelerden, yoksulluktan değil bürokrasinin hala elinde kalan birkaç mevziiyi korumasını sağlayan laiklik anlayışının, milliyetçiliğin ve bir bütün olarak kemalizmin etkisini yitirmesinden söz ediyor. Cumhuriyet başyazarı İlhan Selçuk'un aynı gün yayınlanan ve yine "Saat Kaç?" başlıklı yazısı tavandan tabana yapılan "devrim"i, karşı devrimcilere karşı korumak gerektiğini anlatıyor. "İmam okulunda şartlanmış bir kişinin iktidara oturması karşı devrimin başarısını vurgulamaktadır" diyor ve devam ediyor: "Karşı devrim tabanını oluşturdu, iktidara geçti...". Demek ki karşı devrime karşı yapılacak müca-dele tabana karşı tavandan yapılacak. Kim adına? Halk adına. Kime rağmen? Halka rağmen. Bunu savunurken Cumhuriyet gazetesi ve tüm kemalistler benzer bir parano-yadan besleniyorlar: şeriat tehdidi ve Sevr korkusu. İnsanların inançları doğrultusunda türban takmaları, şeriat tehdidi, azınlık haklarından bahsetmek, düşünce özgürlüğünü, Kürt sorununda demokratik çözümü savunmak hep "dış mihrakların" oyunları gibi geliyor onlara.
Geniş kitlelerin, yoksulların, emekçilerin böyle bir korkusu yok, onlar için cumhurbaşkanının eşinin türbanlı olup olmaması, başbakanın imam hatipli olması hiç mi hiç sorun değil, düşünce özgürlüğünün kısıtlanmasından, Kürt sorununun çözülmemesinden ise hiçbir çıkarları yok. Çünkü onlar gerçek bir dünyada yaşıyorlar, işsizlik, sağlık hizmeti alamama, yakacak bulamama, aç kalma gibi gerçek sorunlarla karşı karşıya geliyorlar aynen dünyanın başka yerlerindeki yoksullar gibi. AKP geniş kitleleri asıl bu açıdan tehdit ediyor, iktidara geldiği günden bu yana IMF direktifleri doğrultusunda sosyal hakları kesip biçiyor. Son marifetleri ise sağlığı bir hizmet olmaktan çıkartıp, alınıp satılabilen bir mal haline dönüştüren "genel sağlık sigortası". Bu saldırılara karşı sokakta tabandan, kitlesel kampanyalar örgütleyebilmek, saldırıları püs-kürtmek üzere hareket etmek lazım.
Kemalizm ise gerçekten "buna-lımlı günler" yaşıyor, egemen sı-nıfın çatlağı gün geçtikçe kemalistler aleyhinde büyüyor, bunun yanında insanlar artık değişim is-tiyorlar ve bu konuda kemalistlerin anlatabileceği hiçbir şey yok. Saatler kemalizmi geride bırakmaya başladı, bu yüzden kemalistler için gerçekten "saat kaç?" diye sorma zamanı.
Can Irmak Özinanır