Sosyalist İşçi 263 (18 Kasım 2006)

 

Sayfa 12 :

yoksullaşmanın anahtarı
asgari ücret

Hükümet Asgari Ücret Tesbit Komisyonu’na yüzde 5 zam önerisi ile geliyor. Bu, ayda 20 YTL demek.
Öte yandan 2006 yılı içinde sokakta gerçekleşen enflas yon bunun en az 3 katı. Asgari ücret insani bir düzeye çıkmadan işçilerin yoksullukları kırılamaz.

Hükümetle işbirliği yapan sendikalar bile yoksulluk sınırını 4 kişilik bir aile için 2000 YTL olarak saptıyorlar. Oysa asgari ücret şu anda brüt 530 YTL. Vergiler ve diğer kesintiler çıktıktan sonra bu 380 YTL’ye düşüyor.
Bugünlerde asgari ücret komisyonu 2007 ücretlerini belirlemek için toplanıyor. Komisyonun yüzde 5 ila 10 arasında yani 20 ila 40 YTL arasında zam yapması bekleniyor. geçen sene yüzde 8.5 zam yapılmıştı.
Asgari ücret bütün işçi sınıfının ücretlerini belirliyor. Asgari ücrete zam yüzde 5 olunca patronlar da toplu sözleşmelerde daha fazla vermek istemiyorlar.
Öte yandan Türkiye’de çalışan yaklaşık 16 milyon kişinin sadece 12 milyonu asgari ücretin üzerinde ücret alıyor. Geri kalan 12 milyon ise asgari ücret üzerinden ücret alıyor.
Dolayısıyla asgari ücretlerin belirlenmesi aslında Türkiye işiçi sınıfının ücretlerinin belirlenmesi ile eş anlamlı.
Ne var kiTürkiye emek hareketi asgari ücretlerin belirlenmesini böyle ele almıyor. Aynen kamı çalışanlarının ücretlerinin belirlendiği “toplu görüşme” maskaralığı asgari ücretin belirlenmesinde de uygulanıyor.
Son 6 yılda işgücü maliyetleri Türkiye’de yğzde 12.6 oranında düşmüş. Bu bütün Avruğa’da bir rekor.Son 14 yıl içinde ise işçi gelirleri gerçek olarak yüzde 29 azalmış durumda. Geçtiğimiz yıl ise enfalsyın yüzde 12 artarken asgari ücrets adece yüzde 8.5 arttı. Yani asgari ücret aslında düştü.
İşçiler aynı rezaleti 2007’de de yaşayacaklar.
Maliye Bakanlığı’nın kendi verilerine göre son 12 yılda KİT’lerde çalışan işçilerin her 100 YTL’sinin 26’sı enflasyona kurban gitti. Kamuda çalışan işçiler bu 12 yılda sadece 4 kere enfasyonun üzerinde ücret zammı aldılar.
Resmen açıklanan enfalsyon rakamlarının aslında işçi ve emekçilerin sokakta hissettikleri enfalsyondan çok daha düşükolduğu göz önüne alınırsa emekçilerin son 12 yılda ki kayıpları daha da büyük.
Bütün bunların yanı sıra Türkiye’de işçiler asgari ücre-tin yüzde 28’i verilere ve di-ğer kesintilere gitmektedir. İş-çi örgütleri bu konuda da cid-di bir mücadele vermiyorlar.
Türkiye’de sendikaların durumu belli. Üye kaybediliyor. Sendikalar küçülüyor. Bu en mücadeleci KESK için dahi geçerli. Bunun başlıca nedeni işçilerin sendikaları işe yarar örgütler olarak görmemeleri.
İşçiler sendikalara öncelikle ücret zammı ve diğer sosyal hakların kazanılması için giriyorlar. Sendikalar işçilerin yaşam koşullarını düzeltmeyi başaramayınca işçilerin sendikalara katılmasının da bir anlamı kalmıyor.
Sendikalar gelişmek için öncelikle ekmek peynir mücadelesini güçlendirmek zorundalar. Bunun en başında ise asgariücret için mücadele geliyor. Her sene açlık sınırı tesbit eden araştırmalar yayınlamak yetmiyor. Bu açlık sınırını aşmak için kararlı bir mücadele gerekiyor. Asgari ücret için mücadele edilmeden de işçi sınıfının diğer hakları için mücadele etmek mümkün değil.
1960’larda ve 70 lerde sendika hareketi gelişiyorduysa bununtemel nedeni sendikaların yoğun bir ekmek peynir mücadelesi vermesiydi. Bugün sendikaların başında iki tür yönetici var.
Birincileri zaten patronlarla ve hükümetle içiçe olan, işbirliçiler. Onların mücadele örgütlemesini beklemekmümkün değil.
İkinci grup ise daha çok solcu sendikacılardan oluşuyor. Onlar da günlük ekmek peynir mücadelesi yerine “demokrasi” mücadelesini, siyasal mücadeleyi önemsediklerini anlatıyorlar. Bunu da doğru dürüst yapmıyorlar.
Bu tür sendikacılığın en iyi örneği KESK’de. KESK yıllardır ücret talep etmiyerek “demokrasi mücadelesi” vermiş ve sonunda hemen hemen bütün işkollarında yetkiyi kaybetmiştir.
Oysa ücret mücadelesi vermeden demokrasi mücadelesi verilemez.
KESK’in başlangıçta yoğun bir biçimde “demokrasi mücadelesi” vermesi kaçınılmazdı. Çünkü o vakitler sendika hakkı için mücadele ediliyordu.
Bu sendika hakkı doğru bir biçimde “grevli ve toplu sözleşmeli” olarak tesbit ediliyordu.Ne var ki grev ve toplu sözleşme hakları kazanılamadı. Yasa farklı çıktı. Ama yasa ile birlikte KESK’in grev ve toplu sözleşme hakkı için mücadelesi de esas olarak bitti.
Şimdi KESK ve ona bağlı sendikalar 14 Aralık’ta “üretimden gelen güçlerini kullanacaklar” yani grev yapacaklar.
14 Aralık bunedenle çok önemli. 14 Aralık’ın başarısı bütün işçi mücadelesi açısından belirleyici olabilir.


Bir, iki haber
Bir haber: "İstanbul'da 75 yaşındaki felçli Hatice Arabacı, ölen eşi Halil Arabacı'nın cesediyle 4 gün aynı yatakta yatmak zorunda kaldı".
Bir diğer haber de, Ankara'dan. Mediha Yılmaz Hayvan Barınağı'nda 3 bin köpek, kafeslere tıkıştırılmış ve çoğu zaman kuru ekmekle besleniyorlar. Kafesler soğukta ve köpeklerin suları bile donuyor, hayvanlar açlıktan fare ve ölmüş yavruları yiyor.
Bunlar gibi pek çok haberi hemen her gün okumak mümkün. Koskocaman bir dünyada, ufacık parçalar. Parçaların geri kalanında daha kitlesel tehditler var. Savaş, küresel ısınma, medikoların kapatılması…
Böyle ufacık haberleri her gördüğümde inanılmaz öfke duyuyorum. Çoğu insanın tepkisi de benzer oluyor elbette; küfrediyor insan, ağlamak istiyor belki… Yardım kuruluşlarına koşuyor kimi zaman insanlar. Kimi 3.000 köpeğe 30 kilo mama götürüyor, kimi Filistin'e bebek maması. İyi niyetli ama nihayetinde çözümü sağlayamayacak yardımlar.
Şimdi medikoları kapatmak istiyorlar. Eğer medikoları kapa-tırlarsa ve bir bütün olarak sağlıkta özelleştirme adımlarını uygularlarsa, o zaman işte okulumuza, mahallemize de girecek.
Karamsar bir tablo mu? Hiç de değil! Tablonun kendisi kara, karanlık. Umut ise medikoların kapanmasına izin vermeyecek olmamızda. Umut, parçaları es geçmeyip bütüne bakabilmemizde. Savaşlara, küresel ısınmaya, medikoların kapanmasına karşı mücadele ederken; bütün bu pisliklerin ve acıların kaynağı olan kapitalizmi gören ve "biz antikapitalistiz!" diyenler umudun kendisi. İngiltere'de 2 milyonluk savaş karşıtı gösteride, Fransa'da milyonluk işçi-öğrenci gösterilerinde, Türkiye'de tezkerenin reddinde. Kazanmak için hareket eden ve bu nedenle kazanan, yaptığımız her kampanyada biraz daha güçlenen küresel bir antikapitalist hareketin içinde olmamızda. Umut, hareketimizin bu vahşi sistemi yeryüzünden silebilecek güce her gün daha da yaklaşıyor olmasında.
Ersin TEK